7. Hicaz tarafından büyük bir ateşin çıkması: Medine yahudilerinin en büyük bilgini olup sonra İslâm'la müşerref olan Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh- "Kıyamet alâmetlerinin birincisi nedir?" diye sorduğu zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Kıyametin ilk alâmeti, bir ateşin çıkıp insanları batıya sürmesi." buyurmuştur. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1368)
8.9.10. Üç büyük yer çöküntüsü olması: Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Kıyametten önce, birisi doğuda, birisi batıda ve birisi de Arap yarımadasında olmak üzere üç çöküntü meydana gelecektir." (Müslim)
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamet alâmetlerinin arka arkaya zuhur edeceğini o günlerde insanların nelerle karşılaşacağını bir bir haber vermiştir.
Nevvas bin Sem'an -radiyallahu anh-den şöyle söylediği rivayet olunmuştur:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir sabah Deccâl'den bahsederken, onun ne büyük bir belâ olduğunu belirtti. Öyle ki, biz onu Nahl civarında zannettik. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzurundan ayrıldık sonra tekrar geldik. Bizdeki hüzün ve teessürü anladı ve "Derdiniz nedir?" diye sordu. "Yâ Resulellah dedik, bu sabah Deccâl'den bahis açarak onu tezyif ettiniz, ne büyük bir belâ ve fitne olduğunu söylediniz. Hatta biz onun Nahl civarında olduğunu sanmıştık."
Bunun üzerine buyurdu ki:
"Sizin için en korktuğum Deccâl'den başkalarıdır. Şayet Deccâl ben sizin aranızdayken zuhur ederse, yalnız başıma onu mağlup edebilirim. Eğer ben aranızda değil iken çıkarsa, artık herkes kendi nefsini müdafaa edip şerrinden korunmalıdır. Zaten Allah-u Teâlâ her müslümanı onun şerrinden himaye edecektir.
Deccâl, son derece kıvırcık saçlı, gözü dışarıya fırlamış bir delikanlıdır. Ben onu sanki Katan oğlu Abdül-uzzâ'ya benzetiyorum. Her kim Deccâl'e yetişirse, Kehf sûresinin ilk âyetlerini okusun.
Deccâl Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak, sağı ve solu ifsad edecektir. (O zamanda bulunan) Ey müminler! Dininizde sebat ediniz!"
"Yâ Resulellah! Deccâl yeryüzünde ne kadar kalacak?" Dedik.
"Kırk gün kalacak. Bir günü bir sene, bir günü bir ay, bir günü bir hafta ve diğer günleri ise sizin günleriniz kadar olacaktır." buyurdu.
Biz yine sorduk:
"Yâ Resulellah! Bir sene kadar olan o günde, bir günlük namaz bize kifâyet eder mi?"
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:
"Hayır buyurdu, siz ona göre namaz vakitlerini tahmin ve takdir edersiniz."
"Yâ Resulellah! Onun yerdeki hızı ne kadar olacaktır?" Dedik.
Buyurdu ki:
"Rüzgârın önüne kattığı bulutun hızı kadar. Bir topluluğun yanından geçer, onları kendisinin rabları olduğuna inanmaya davet eder. Onlar da ona iman ve icâbet ederler. Bunun üzerine Deccâl göğe yağmur yağdırmasını emreder, yağmur yağar. Toprağa emreder, otlar, çayırlar biter. Hayvanlar da merâdan fevkalâde besili ve sütlü olarak dönerler.
Sonra Deccâl başka bir topluluğa gelir, onları da kendisinin rab olduğuna inanmaya davet eder. Lâkin onlar bu daveti reddederler, Tevhid dininde sebat ederler, o da onlardan ayrılır. O topluluktan yağmur kesilir, otlar kurur. Mal namına ellerinde hiçbir şey kalmaz.
Bir harabeye gelir, ona 'Hazinelerini definelerini çıkar!' diye emredince, bal arılarının beylerini takip ettikleri gibi, o hazineler de süratla Deccâl'i takip ederler.
Sonra gençlikle dopdolu bir delikanlıyı kendisine iman etmeye dâvet eder. Kabul etmeyince onu bir kılıç darbesiyle iki parçaya ayırır, yine dâvet eder. Delikanlı beşûş bir çehre ile güler.
O bu vaziyette iken, Allah-u Teâlâ Meryem'in oğlu Mesih'i gönderir. İsâ -Aleyhisselâm- boyanmış iki hülleye bürünmüş, ellerini de iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak Şam'ın doğusundaki Beyaz Minâre'ye iner.
Başını eğince hamamdan çıkmış gibi tertemiz bir halde terler, başını kaldırdığı zaman da saçından inci taneleri gibi nûrânî damlalar iner. Onun nefesini koklayan bir kâfir muhakkak ölür. O nefes göz alabildiği yere kadar uzanır.
İsâ -Aleyhisselâm- Deccâl'i aramaya koyulur. Neticede ona Lüdd kapısında yetişir ve onu öldürür. Sonra İsâ -Aleyhisselâm-'ın yanına Deccâl'in şerrinden Allah'ın muhafaza buyurduğu bir topluluk gelir. İsâ -Aleyhisselâm- onların yüzlerini mesheder, cennetteki derecelerini haber verir. Bu sırada Allah-u Teâlâ İsâ -Aleyhisselâm-a şöyle vahyeder.
'Ben sana itaat eden bir cemaat meydana getirdim. Hiçbir kimsenin onları öldürmeye gücü yetmez. O kullarımı Tûr dağı'nda muhafaza et.'
Cenâb-ı Hakk Ye'cüc ve Me'cüc'ü gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edecekler. İlk kafile Taberiye gölüne uğrayıp oradaki suları tamamen içecekler. Sonra geridekiler bu göle uğrayacaklar ve 'Vaktiyle burada çok su varmış' diyecekler. Sonra Beyt-i Makdis dağına yürüyecekler. 'Yeryüzündekileri öldürdük, geliniz göktekileri de öldürelim.' diyecekler ve oklarını göğe doğru atacaklar. Allah-u Teâlâ okları kana boyanmış olduğu halde onlara geri çevirecek İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı Tûr dağı'nda mahsur kalacaklar. Öyle ki muhasaranın şiddetinden o gün bir öküz başı, onlardan her biri için bugünkü paranızla yüz dinardan daha hayırlı olacak.
Bunun üzerine Nebiyullah İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı onların belâsından kurtarması için Allah'a yalvaracaklar. Allah-u Teâlâ Ye'cüc ve Me'cüc kabilelerinin enselerine kurtçuklar musallat eder. Sabahleyin hepside Allah'ın kudreti ile bir tek nefsin ölümü gibi bir anda kırılır helâk olurlar. Sonra İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı Tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş lâşelerinden hâli bir karış yer bulamazlar.
Yine İsâ -Aleyhisselâm- ve ashâbı Allah'a yalvarırlar da Cenâb-ı Hakk deve boynu gibi kuşlar gönderir. Onlar lâşeleri alıp Allah'ın istediği yere atarlar. Sonra Cenâb-ı Hakk pek çok yağmur indirir ki, hiçbir ev ve çadır bu yağmurdan kurtulmaz. Bu yağmur bütün yeryüzünü yıkar, ayna gibi tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir. Sonra yeryüzüne 'Meyvelerini bitir, evvelki gibi feyiz ve bereket ver!' diye emrolunur. İşte o gün bir cemaat bir tek nar yiyip doydukları gibi onun kabuğu ile de gölgelenirler. Merâya gönderilen deve, sığır, koyun ve keçilerin sütleri de bereketli olur. Öyle ki, sağmal devenin sütü kalabalık bir cemaati, sığırınki bir kabileyi, koyunun sütü de yakın akrabadan bir cemaati doyurur. İşte bunlar böylece bolluk içinde müreffeh bir hayat geçirirken, Cenâb-ı Hakk hoş bir rüzgâr gönderir ve bu rüzgâr bütün müminlerin ruhlarını kabzeder. Geri kalan insanlar, en şerli insanlardır, yekdiğeri ile boğuşurlar, merkepler gibi halkın huzurunda alenen çiftleşirler. Kıyamet de onların üzerine kopar." (Müslim)