Dînin bekâsı ve vatanın muhâfazası için Allah yolunda küffâra gösterdikleri şiddet ve metânet, buyrukları altındaki re'âyâya gösterdikleri eşsiz adâlet, Şer'î emirlerin aksamadan yürümesi için sergiledikleri nihâyetsiz gayret... gibi dillere destan olmuş üstün meziyetleriyle gönüllerde taht kuran Osmanlı pâdişahları'nın, din ve devlet uğrunda gösterdikleri en büyük fedâkârlıklardan bir tanesi de, hiç şüphesiz ki "Nizâm-ı 'âlem" için öz kardeşlerinin katline boyun eğmeleridir.
Bu ulu hânedânın eşsiz temsilcileri; din ve devletin idâmesi, millet ve memleketin selâmeti için kendi canlarını hiçe saydıkları gibi; herhangi bir fitneye ve iki başlılığa meydan vermemek için, Devlet-i aliyye'ye baş kaldıran ve isyân eden kardeşlerinin ve evlâtlarının katline de büyük bir sabır ve metânetle göğüs germiş, İlâhî hükmün tatbîki husûsunda hiçbir fedâkârlıktan çekinmemişlerdir.
Osmanlı pâdişahları İslâm dîninin her hükmüne güçleri yettiği nispette riâyet gösterdikleri gibi; dînin ve vatanın istiklâli ve idâmesi, kendilerine emânet edilen reâyânın selâmeti ve onlara zarar verecek her türlü fitnenin def'i ve izâlesi için de, Dîn-i mübîn'in öngördüğü her türlü tedbîri almak için azâmî gayret sarfetmişlerdi.
Taht kavgalarının Dîn-i mübîn'e ve Devlet-i aliyye'ye verdiği büyük zarar ve tahrîbâtı keskin ferâsetiyle keşfeden Fâtih Sultan Mehmed Hân, Osmanlı Devleti'nin ilk yazılı kânunnâmesi olan "Kânûn-nâme'-i Âl-i 'Osmân"da, kendisinden sonra gelecek olan pâdişahların, dînin ve devletin selâmeti için gerektiğinde öz kardeşlerini bile katledebileceklerini belirterek: "Her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşlaruñ nizâm-ı 'âlem içün katl itmek münâsibdür. Ekser 'ulemâ dahî tecvîz itmiş (cevâz vermiş)dür. Ânuñla 'âmil olalar!" hükmünü vermişti.(1)
Fâtih Sultan Mehmed Hân ulemânın buna cevaz verdiğini söylerken: "Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür."(2) ilâhî hükmüne ve: "İki halîfeye biat edildiğinde ikincisini öldürün!"(3) Hadîs-i şerîf'ine dayanılarak verilen fetvâları kastetmişti. Zîrâ bu İslâm vatanının parçalanması, bu kudretli milletin dağılıp yok olması küffârın asırlar boyunca en büyük hayâli ve hedefiydi. Devletin merkezinde çok başlılığa meydan vermek, bir bakıma küffârın değirmenine su taşımak ve ekmeğine yağ sürmek demek olacağından, bu fitne ve fesâda yol vermektense, o fitneye neden olan kişileri ortadan kaldırmak dînin ve vatanın selâmeti bakımından daha elverişliydi. Başka bir ifâdeyle onlar, bir "pire" için "yorgan" yakmaktansa, "pire"yi yakıp "yorgan"ı kurtarmayı tercih etmişlerdi!..
Behiştî'nin "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân"ının "IV. Cild"indeki ifâdesine göre; "Göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsa, ikisi de fesâda uğrayacağı"(4) gibi; O'nun yeryüzündeki gölgesi olan Sultân'ın da iki tâne olması düşünülemezdi.(5)
Kemâl Paşa-zâde ise "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân" adlı eserinin "IX. Defter"inde; iki karpuz bir koltuğa sığmayacağı, iki kılıç bir kında durmayacağı, bir bedende iki baş olmayacağı gibi; bir iklime de iki pâdişâhın sığamayacağını ifâde ederek şu manzûmeyi nazmetmişti:
"Çû Şeh başdurur, memleket âña ten
Yaraşmaz iki başlu olmak beden
Sığar bir kilîm içine on gedâ
Bir iklîme sığmaz iki pâdişâ
Sığamaz bir niyâma iki şimşîr
Olımaz bir neyistânda iki şîr
Beden bir olsa çün sığmaz iki cân
Bir iklîmde ola mı iki Sultân?
Olur bir hatta iki hutûr teng
İki şâh olsa bir yirde olur ceng
Olur bir hâne vâsi' yüz fakîre
Olur bir mülk teng iki emîre
Dimiş bir söz, mesel tohmın eken ûz
Ki bir koltukda sığmaz iki karpûz."(6)
Osmanlı pâdişahlarının kardeşlerini katlettirmeleri, bâzılarının iddiâ ettiği gibi kuru bir makam ve iktidar hırsından değil; bilâkis onların, Dîn-i mübîn'e olan yüksek sadâkatlerinden ve vatanlarını muhâfaza yolundaki fedâkârâne gayretlerinden ileri geliyordu.
Onların bu husustaki azîm ve gayretleri o kadar büyüktü ki; Kânûnî Sultan Süleymân Hân fitnenin def'i için oğlu Şehzâde Mustafa'nın katledilmesini emrettiği sırada Osmanlı topraklarında bulunan Avusturya elçisi Busbecq: "Müslümanlar Osmanlı hânedânının varlığı ile ayaktadırlar. Hânedan yıkılırsa din de mahvolur. Bu bakımdan din ve devletin selâmeti için, hânedânın bekâsı onlar için evlâddan daha mühimdir." demişti.(7)
Çünkü onlar, îmân olmadıkça vatanın, vatan olmadıkça îmânın muhâfaza edilemeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Vatanın yıkılması bir bakıma dînin de felâketi demek olacağından; böyle bir felâkete neden olmaktansa, kendi canlarını seve seve fedâ etmeyi yeğleyen Osmanlı pâdişâhları için, din ve devletin bekâsı uğrunda kardeşlerinin ve evlâtlarının canını fedâ etmek çok da büyük bir şey değildi!..
Yıldırım Bâyezîd ve Çelebi Sultan Mehmed dönemlerinde yaşamış olan Ahmedî, "İskender-nâme"sinde yer alan ve günümüze ulaşmış en eski Osmanlı târih metni olan "Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i 'Osmân" adlı manzûmesinde; Sultan I. Murâd (Hüdâvendigâr) tahta geçtiği zaman kardeşlerinin ona düşman olduklarını, ancak Gâzî Hüdâvendigâr'ın Hakk'ın yardımıyla hepsine gâlip gelerek fitneyi ortadan kaldırdığını haber vermiştir:
"Çün-ki ol Gâzî Murâd'a irdi baht
Buldı ârâyiş ânuñla tâc-u taht
Nezr itdi kim kıla dâyim gazâ
Ânı ide kâfire ki oldur sezâ
Vardı ânda kuvvet-ü tâb-u tûvân
Nev-cüvânıdı, hem nev-pehlevân
Ol bahâdurlıhda key ma'rûfıdı
Hem gazâya himmeti masrûfıdı
Oldılar âña yağı kardaşları
Kamunuñ yitdi elinde başları
Kılıcından oldılar cümle tebâh
Olmışıdı âña Hakk lütfu penâh."(8)
Bu dizeler Osmanlı târihinde; dînin bekâsı, vatanın muhâfazası uğrunda ilk "kardeş katli"nin Sultan Murâd Hüdâvendigâr Hân döneminde gerçekleştiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Ahmedî'nin, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında, Gâzî Hüdâvendigâr'ın hükümdarlığından kısa bir süre sonra kayda geçirdiği bu mısrâlar, daha sonraki târih kaynaklarında rastlanmayan mühim bir gerçekten bizleri haberdâr etmekle birlikte; Sultan Murâd'ın hangi kardeşleriyle, ne şekilde savaştığı ve onları nerede, ne zaman hezîmete uğrattığı husûsunda yeterli bir bilgi sunamamaktadır.
Orhan Gâzî'nin altı oğlundan üçü henüz kendisi hayatta iken vefât ettiğine göre; Ahmedî Sultan Murâd'ın "düşman kardaşları" ile, herhâlde Şehzâde İbrâhîm'i ve Şehzâde Halîl'i kastetmiş olmalıdır.
On yedinci asır Osmanlı müverrihlerinin ve devlet adamlarının önde gelenlerinden olan Bostân-zâde Yahyâ Efendi, Ahmedî'nin yukarıdaki mısrâlarını farketmemiş olmalı ki, "Tuhfetü'l-Ahbâb" adlı eserinde ilk kardeş katlinin Murâd Hüdâvendigâr Hân'ın oğlu Yıldırım Bâyezîd döneminde gerçekleştiğini ifâde ederek:
"'Osmâniyân'da bundan evvel karındaşını katl itmiş yokdur. ...Tahta cülûsları gazâda olmağla, vüzerâsı ilkâsıyle (vezirlerinin telkinleriyle) olmış ma'nâdur." demiştir.(9)
Bostân-zâde Yahyâ Efendi'nin işâret ettiği üzere; I. Kosova Meydan Muhârebesi'nden önce din ve vatan yolunda, İslâm askerinin selâmeti uğrunda canını alması için Allah-u Teâlâ'ya münâcaatta bulunan Gâzî Hüdâvendigâr, savaştan sonra yaralı bir Sırp'lı tarafından hançerlenerek şehîd edilmiş ve son nefesini vermeden önce yerine ulu oğlu Bâyezîd'in geçmesini vasiyet etmiş; pâdişâhın şehâdeti üzerine vezirler Şehzâde Bâyezîd'i ve kardeşi Yâkub Çelebi'yi savaş meydanından çağırtarak, ulu şehzâdeyi hemen tahta geçirmiş, kardeşini ise kısa bir nasihatten sonra katletmişlerdi.
Osmanlı hânedânının Dîn-i mübîn'in bekâsı ve vatanın muhâfazası uğruna, tereddüt etmeden canlarını hiçe saydıklarını gösteren en büyük ibret manzaralarından birini teşkil eden Yâkub Çelebi'nin katli hâdisesi, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi'nde kayıtlı anonim bir "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân" nüshasında şöyle anlatılır:
"Çün kim Sultân Murâd Hân Gâzî şehîd olub rahmet-i Hakk'a vâsıl olıcak, ol kâfir-i bî-dîni (dinsiz kâfiri) yiñi-çeri tâyifesi ol arâda hemân-dem pâre pâre eylediler. Hayrü'd-dîn Paşa gördi-kim hâl böyle oldı, 'asâkir-i İslâm'a (İslâm askerlerine) bildürmedin ol demde sağ koldan Sultân Bâyezîd Hân'ı getürdüb, babası Sultân Murâd Hân Gâzî yirine sancak dibinde turğurub ve Gâzî Murâd Hân'uñ meyyitini bir nice ehl-i tedbîr kimesneler mahfîce (gizlice) bâr-gâha gönderüb, tahtında yaturub üzerin örtdiler ve paşa-yı mezkûr pâdişâhuñ fevti (ölümü) haberin 'asâkir-i İslâm tamâmet duyub ve Ya'kûb Çelebî dahî ma'lûm idinemeyüb, 'âlem fesâda varmasun diyû hemân-sâ'at Ya'kûb Çelebî'ye kapucı-bâşın pâdişâh tarafından gönderüb da'vet eyledüklerinde, mezkûr Ya'kûb Çelebî küffârı sıyub kovmak üzre iken kapucu-bâşı irişüb eyitdi kim: 'Sultân'um! Babañ Sultân Murâd Hân Gâzî Hazretleri sizleri taleb ider: 'Kâfirüñ işi tamâm oldı! Bizüm âbâ-vü ecdâdımuzda kaçanı kovub zebûnı öldürmege 'âdet-i me'lûfeleri olı-gelmiş degüldür! Tîz dönüb gelsün!' diyû buyurdılar.' deyücek, Şeh-zâde'-i mezkûr Ya'kûb Çelebî dahî dönüb geldi kim, babasınuñ elüñ öpüb ve hem 'Gazâ mübârek olsun!' diyû, gördi-kim sancak dibinde babası Murâd Hân yirinde yok, lâkin babası yirinde karındâşı Bâyezîd Hân durur, hemân-dem Hayrü'd-dîn Paşa işâret eyledi, Ya'kûb Çelebî'i tutdılar. Ya'kûb Çelebî ahvâle vâkıf olmamışdı, eyitdi kim: 'Ben n'eyledin kim beni tutarsız?' didükde, Hayrü'd-dîn Paşa ilerü gelüb eyitdi kim: "Sultân'um! Babañ Sultân Murâd Hân'uñ ahvâli şöyle olmışdur. İmdi el-hamdü li'llâh, sen 'âkil ve dîn-dârsun, bu 'asâkir-i İslâm ne mahallde idügün bilürsün! Ümmîddür kim Hakk rızâsına mutî' olub, dîn-i İslâm mesâlihiyçün (işleri için) dünyâ bedeli âhiret kabûl idüb, bunca vilâyetleri ki ehl-i İslâm küffâr-ı hâkisâr (yere batasıca kâfirler) elinden alup ve dîn-i İslâm'ı âşikâre itmiş-iken ve nice kilîseleri yıkub ve nicelerin dahî câmi'ler ve medârisler (medreseler) ve 'imâretler idüb, tamâmet memâlik-i Rûm-ili'n (Rumeli memleketlerini) edyân-ı bâtıladan (bâtıl dinlerden) halâs idüb, zulümât-ı küfrü giderüb ve küffâr-ı hâkisâruñ bağrı yağıyle dîn-i İslâm çerâğın (kandilin) mücellâ-vü musaffâ eylemişlerken, hâliyâ üş-bu 'asâkir-i İslâm küffâr-ı hâkisâruñ atları ayağı altında pây-mâl olmağa sen sebeb olmayasun!' didükde Ya'kûb Çelebî dönüb eydür kim: 'Çün kim babam Murâd Hân Gâzî şehîd oldı, Hazret-i Hakk'a ol yalıñuz varmak münâsib degüldür! Eyyâm-ı sa'âdetinde hïş görüb zevk-u safâlar sürdügümüz yeter! Şimden girü üş-bu fânî dünyâyı terk idüb, dîn-i Muhammed Mustafâ'nuñ -salla'llâhu 'aleyhi ve sellem- yolına cânum ve bâşum biñ dahî olursa gerekmez, rızâ-yı Hakk (Hakk'ın rızâsı) içün ve mesâlih-i müslimîn (müslümanların işleri) içün fedâ eyledüm, murâduñuz her nice ise idüñ, beni Hazret-i Hakk'a babamla bile (berâberce) gönderüñ! Sizler dîn-i İslâm uğruna rızâ-yı Hakk-içün sa'y (gayret) idüb, leyl-ü nehâr (gece-gündüz) gazâyı elden komañ!' diyû rızâ-yı Hakk'a teslîm eyledükde, çün kim 'ömri âhire irmişdi, emrin (işin) tamâm eyleyüb, dîn-i İslâm içün cân-ı şîrîni virüb, şehîd olub rahmet-i Rahmân'a vâsıl oldı."(10)
Vezir Hayreddîn Paşa'nın Yâkub Çelebi'ye söylediği sözler, kardeş katlinin sebebini ve gerekçesini bir bakıma özetlemektedir.
Yalnız Osmanlı târihinin değil, İslâm târihinin şâhikasını temsil eden bu hâdise, Osmanlı hânedânına mensup olan fertlerin ne kadar güçlü bir îmâna sâhip olduklarını gözler önüne serdiği gibi; dîn ve vatan uğrunda canlarını hiç çekinmeden fedâ edecek kadar hamiyet-perver ve vatansever olduklarını da şüpheye imkân bırakmayacak bir biçimde tasdik etmektedir.
Onların dîn-i İslâm'a olan bağlılıkları ve vatan uğrundaki fedâkârlıkları; küffârın ekmeğiyle beslenip büyüyen, onlara yaltaklık ve yalakalıkla geçinen, "târih"le hiçbir ilgisi olmadığı hâlde cehâletiyle "tahrif"e yeltenen seviyesiz "tahrifçi"lerin, kıt aklının ve dar kafasının basacağı işlerden değildir!..
(1) Fâtih Sultan Mehmed, "Kânun-nâme'-i Âl-i 'Osmân", ("Bedâyi'u'l-Vekâyi'" içinde) bas.: Moskova: 1961, vr. 281b. Fâtih "Kânûn-nâme"sinin orijinal nüshası, Vienna Staatsbibliothek, AF, nr.: 554'te kayıtlıdır.
(2) Kur'ân-ı Kerîm, Bakara (2): 191
(3) Müslim, "Kitâbu'l-İmâre", Had. nr.: 3444
(4) Kur'ân-ı Kerîm, Enbiyâ (21): 22
(5) Behiştî Ahmed Sinân Çelebi, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", c. IV, British Museum, Add. Gr. Mr.: 7869, vr. 4b
(6) İbn-i Kemâl (Kemâl Paşa-zâde), "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", IX. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 29, vr. 20a-20b
(7) Busbecq, "Türkiye'yi Böyle Gördüm", s. 42, trc.: Aysel Kurutluoğlu, bas.. İstanbul, 1974
(8) Ahmedî, "İskender-nâme": "Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i 'Osmân", Paris Bibliothéque Nationale, Supp. Turc. nr.: 309, vr. 294b-295a
(9) Bostân-zâde Yahyâ Efendi, "Tuhfetü'l-Ahbâb", Beyazıt Devlet Ktp., nr.: 5005, vr. 15a
(10) Anonim "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", TSMK, Revan, nr.: 1099, vr. 26b-27a