Muhyiddîn-i Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fusûsu'l-Hikem"e döktüğü esrârı te'vil etmek için yüzü aşkın şerh yazan "Fusûs" şârihleri arasında, kâmil üslûbu ve muhteşem izahlarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Şeyh Muhammed Ca'fer ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, "Hâtemü'r-Risâle" ve "Hâtemü'l-velâye"nin üzerindeki sır perdesini aralayan eşsiz ifşaatlarına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Muhammed Ca'fer ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu'l-Hikem" adlı eserinde, Hâtemü'l-evliyâ'nın, umum velîlerin velâyet kandilinden istimdat ettikleri Hâtemü'r-rusül Aleyhisselâm'da bâkî olduğunu ve Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyeti yönünden bu zâta karşı durumunun, kendisinden istimdatta bulunan diğer velîlerin durumundan farksız olduğunu belirtmiş; bu iki "Hatm"den birinin "Hatmiyyet" meziyetinin sâhibi, diğerinin ise geçmiştekileri hatmeden bir "Hatm" olduğuna dikkati çekerek, "Hâtemü'l-velâye" mevzusu ile ilgili en gizli sırlardan birini ifşâ etmiştir:
"Velâyet şartlarının tefsîri ve açıklaması odur ki; bunun tahsîli O'nunla vasıflanmakla, yâni daha doğrusu O'nun ahlâkıyla muttasıf olma sebebiyle gerçekleşir; çünkü İlâhî sıfatların ıslâhı tüm şeylerden daha öndedir.
Velâyeti kazanma ve ona ehil olma ile ilgili olarak O -sallallahu aleyhi ve sellem-:
'Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanınız!' buyurmuştur.
O'nunla ahlâklanmak; şartların kabulünden başka, O'nun sıfatlarıyla ahlâklanmak, yâni O'nun vasıflarıyla muttasıf olmak demektir. Hiç şüphe yok ki velâyet şartları, Allah'a âit olan bu ahlâkla, Allah'ın her sıfatın kemâlini biraraya topladığı bu isim cihetinden tahsîl edilebilir.
Allah-u Teâlâ "Velî"ve "Hamîd"İlâhî sıfatlarıyla tesmiyye olunma husûsunda şöyle buyurmuştur:
'O Velî'dir, Hamîd'dir.' (Şûrâ: 28)
Allah Sübhânehû, 'Allah' ile, yâni bu toplayıcı isimle onun 'Velî'si olduğunu, vasıflandığında bu İsm-i kerîm'le vasıflanmayanın bu isimle tesmiyye de olunamayacağını; dolayısıyla bir velînin 'velî' dahî olamayacağını haber vermiştir.
Buradaki sır, bu velînin bâzı vasıflarını çok daha muhteşem kılar. O 'Allah' ile olan, yâni O'nunla beraber olan bir 'Kibrîtü'l-ahmer'dir. İlâhî vasıfların tahsîline ulaşmak için kendisine nazar edilen isim de işte budur. Ancak, her nebî aynı zamanda velî de olduğu için, o velâyeti yönünden Hâtemü'r-rusül'e tâbî olur. Hatm'in ona olan nisbeti, resul ve nebîlerin ona nisbeti gibidir. Bu Hatm, onların velâyetleri itibâriyle mişkâtından almaları bakımından Resûlullah'ta bâkî olmuştur. Hâl böyle olunca, onun mişkâtından alması itibâriyle, bu seyr-i sefer üzre olan meziyeti Hâtemü'l-velâye'ninkine nakledilemez. Bu, onun bu husûsî üstünlüğüne nisbetle, O'nun da -sallallahu aleyhi ve sellem- yüksek oluşu ve umûmun Resulullah'a tâbî oluşu beyânına girer.
Bu Hatm'in -aleyhisselâm- velâyeti yönünden hükmü, Cenâb'ına -sallallahu aleyhi ve sellem- vâris olan velîler hakkında geçerli olan hükümden ayrı değildir. Zîrâ 'Hatmiyyet' meziyyeti onun olmuştur; o ise, "Hatmiyyet"i ile ancak geçmiştekileri hatmedebilmiştir. Mustafâ'nın -sallallahu aleyhi ve sellem- hatmiyyetinin onunkiyle farkı; onun, yâni Hâtemü'r-rusül'ün hem velî, hem resul, hem de nebî olmasıdır. Hâtemü'l-evliyâ'ya gelince; ona olan tâbîliklerinin kemâliyle Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in, Cenâb'ına vâris olan Muhammedî Allah velîlerinde bekâ bulması gibi, aynı şekilde bu Hatm de vâris velîlerde ve umum velîlerde bâkîlik hükmüyle, O'na tâbî olmak sûretiyle yüklenici ve taşıyıcı verâsete vâris olan velîdir.
Onların tâbîlikleri ancak, tâbî oldukları Resûl'ün de kendisinden aldığı 'Asıl kaynak'tan kemâllerini almaları şeklindedir. Zîrâ onların kemâl bulmaları ancak ona tâbî olmanın kemâliyle, hidâyete ermeleri de ancak onun hidâyetiyle gerçekleşir." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", İ.Ü. Ktp. AY, nr.: 4907, vr. 117-119)
Muhammed ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu'l-Hikem" inin bir başka noktasında, "Hatemiyyet"iyle diğer velîlerden öne geçen Hâtemü'l-evliyâ'ya duyduğu gıpta ve hayranlığı dile getirerek şöyle buyurmuştur:
"O (Hâtemü'l-evliyâ) İlâhî mertebelerin müşâhadecisidir. Bu hâl, geride kalan velîler gibi velâyeti bakımından bu Hatm için geçerli olduğu gibi, her velî için de geçerlidir.
Onun 'Hatmiyyet'iyle onlardan üstün oluşu ne güzeldir!.." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", İ.Ü. Ktp. AY, nr.: 4907, vr. 119)
Şeyh Ca'fer ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ'nın yarattığı "İlk asıl" olan Hâtemü'r-Resul Aleyhisselâm'a tahsis edilen "Zâtî Nûr"un, Hâtemü'l-evliyâ olan zâta da aynen intikâl ettiğine işâret ederek şöyle buyurmuştur:
"Hâtemü'l-evliyâ, Hatmiyyet'inin husûsiyeti ve diğer umûmî hâlleri itibâriyle, Enbiyâ'i'l-kirâm ve Rusülü'l-izâm cemâatinin öncüsü olan Hâtemü'r-rusül Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in güzelliklerinden bir güzelliktir. Çünkü onun Cenâb-ı şerîf'i bütün varlıkların üzerinde, tüm mertebelerde mukaddem ve evveldir; ona öncülüğü hamleden tecellî diğer tecellîlerin üzerindedir.
Zîrâ o, bu hususta Allah-u Teâlâ'nın:
'Daha da yakın…' (Fetih: 9)
Buyruğuyla kendisine işâret ettiği "İlk asıl"dır. O, Rabb'i üzerine ilk delil olarak, gaybın gaybından husûle getirilen 'Gizli varlık'tır. Aynı zamanda O, Allah'ın bütün isimlerinin ve sıfatlarının kendisiyle seyrettiği 'Zâtî Nûr'dur.
İşte bu Hatm de bu öncülük ve 'Zâtî evvel'lik nedeniyle, "İlâhî hakîkat" ve 'kevnî hakîkat"ten ibâret olan her iki hakîkatin tüm kemâliyle, bu Seyyidü'l-mu'azzam'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- güzelliklerinden bir güzellik olur." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", İ.Ü. Ktp. AY, nr.: 4907, vr. 119)
Şeyh Muhammed ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu'l-Hikem" in başka bir noktasında ise, Hâtemü'l-evliyâ'nın velîlere nasıl yöneldiğini ve aradaki feyiz akışının ne sûrette gerçekleştiğini beyan etmek üzre şöyle buyurmuşlardır:
"Hâl böyle olunca nerede olursa olsun, mişkâtından alınmak sûretiyle her velînin hükmü, has bir yönden 'Hâtemü'l-evliyâ' mertebesine intikâl eder. Zîrâ 'Hatm' kendisinden uzak olmayıp kemâlâtın bâzısını hatmeden bu Hâtem, burada (ona) velâyetiyle yönelir ve verir." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", İ.Ü. Ktp. AY, nr.: 4907, vr. 121)
Muhammed Ca'fer ed-Dımeşkî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Şerh-i Fusûsu'l-Hikem"inde "Hâtemü'l-velâye" hakkında verdiği sır ve ifşaatlar bu beyanları ile sona ermektedir.