Dünyada yaşanan gelişmeleri farketmekte, tanımlamakta özürlü bir ülkeyiz. Dünyadaki güç odaklarını, dünya sahnesinde rol almaya çalışan ülkeleri, niyetlerini, planlarını teşhis ve tahlil etmekte çok büyük zaaflarımız var.
Dünyamızda, büyük değişimler, güç kaymaları; küresel ittifaklarda büyük çatlaklar meydana geliyor. Ancak pek farkında değiliz. (Ya da uyutuluyoruz.) Bu yüzden küresel güç olma iddiamız da havada kalıyor. Düşünemez, akıl edemez bir millet haline geldik. Değişimlerin, güç kaymalarının farkına çok geç varıyoruz. Ülkeleri, milletleri yönlendiren temel düşünce yapısını ve kültürünü irdelemiyoruz.
Dünyanın ekonomik merkezi hızlı bir şekilde doğuya doğru kayıyor. Üstelik Çin, Hindistan gibi ülkeler üreterek sağlam adımlarla yükselirken, Amerika'nın başını çektiği Batılı kapitalist sistem "Paradan para kazanmaya odaklı" bir balon ekonomisine teslim olmuş durumda. Patlarsa kötü patlayacak. Ortada trilyonlarca dolar dolaşıyor, sanal ortamda alinin külahı veliye, velinin külahı aliye.
Meselâ petrol daha üretilmeden kağıt üzerinde satılmaya başlıyor. Kağıtlar hisse senedi gibi onlarca el değiştiriyor. Büyük bir sanal ekonomi oluşmuş durumda.
Bu elektronik paralar gerçek anlamda piyasaya düşmüş olsa, büyük bir kaos olur. Çok büyük enflasyonlar yaşanır, dolar pul olur.
Dünyanın genel ekonomik tablosu bu. Biz ise bu tabloda üretimle, sağlam basarak yükselen bir ülke olmayı tercih etmiş değiliz. Batılı sömürgecilerin paradan para kazanma çarkının bir parçası olmaya çalışıyoruz, üstelik sömürülenler safında...
Bu para balonu bize çok tatlı geldi. Milyar dolarlar akıyor, sıcak para cennetiyiz. Dünyanın en yüksek reel faizini veren ülkeyiz. Babacan(!) küresel sermaye durmadan para akıtıyor. Bizi çok seviyorlar(!) Devletin cebi para dolu. Gâvurun parasını kendi paramız gibi har vurup harman savuruyoruz, üretmeden tüketiyoruz. Kazanmadan harcıyoruz. Halk da bu duruma adapte oldu. Cepler kredi kartları ile dolu. Borç üstüne borç. Günümüzü gün ediyoruz.
Küresel ekonomide kaymalar yaşanırken, küresel ittifaklarda yaşanan büyük çatlakların aynı zaman dilimine rastlaması büyük kırılmaların arefesinde olduğumuzu gösteriyor.
Bu noktada Batı denilen blok içerisinde yaşanan ayrışmalara ve iç çekişmelere işaret etmek gerekiyor.
Batı medeniyeti olsun, Batı kapitalizmi olsun büyük oranda siyonist-mason-hıristiyan işbirliğinin ürünüdür.
Son yıllarda siyonist zihniyet akıl almaz projelerini uygulamaya koymaya başladıkça ve kör bir bağnazlıkla ortalığı "kaos"a sürüklemeye çalıştıkça bu ittifak çatırdamaya başladı.
Bu "Kaos" kelimesi kitaplara ve filimlere bile konu olmaya başladı. Adına ister neocon (yeni muhafazakâr) deyin, ister siyonist deyin, bu zümrenin kapağını açtığı kutunun içerisinde "Küresel Yahudi Krallığı Projesi" bulunuyor. Dinsel bir motivasyonla hareket ediyorlar ve zamanın geldiğine inanıyorlar.
Tabii bu teolojik ideolojiyi pratikte içinde yaşadıkları seküler dünyaya uyarlamak için yahudi asıllı teorisyenler tarafından "Kaos teorisi" gibi çeşitli teoriler; "Kaostan düzen oluşturmak" gibi fikirler ortaya atılıyor.
"Pandoranın kutusu açıldı!" diye bir tabir vardır. Kutu açıldı. Batı blokunda sarsılmaz denilen ittifaklarda çatlaklar oluşmaya, mason-hıristiyan sermaye, siyonistlerden rahatsız olmaya başladı.
Şimdi bu kutunun içinden çıkarmaya çalıştıkları plan o kadar büyük ki, evvelâ İslâm dünyasında büyük devlet namına bir şey bırakmamak gerekiyor. Sonra hıristiyan da olsa çomak sokmaya çalışacak devletleri hizaya getirmek gerekiyor.
İşte bu yüzden bu büyük plana "Kaos teorisi" gibi kılıflar uyduruluyor. Sadece İslâm dünyasını değil, bütün dünyayı bir kaosa sürüklemek istiyorlar. Gerekirse küresel ve hatta nükleer savaşların kıvılcımını ateşleyecekler.
İki büyük dünya savaşı sonunda Amerika (ve tabii yahudiler) dünya sahnesinde ön aldı, 1948'de israil devleti kuruldu.
Şimdi benzer bir şekilde Ortadoğu merkezli büyük İsrail Devleti'ni, -dini kaynaklarında haber verilen Dünya Krallığını- kurabileceklerini düşünüyorlar.
Bu noktada anglo-sakson Amerikalılar, Amerika'nın menfaatini İsrail'in menfaatinden önde tutan Amerikalılar bu yangına ayak diriyorlar. Ancak bir yere kadar.
Bunun gibi ittifak halinde hareket eden küresel sermaye odaklarının da bu ittifakı çatlıyor. Kaos ve harp istemeyen Avrupa'lı sermaye ile siyonist sermaye didişmeye başlıyor.
Bu çekişmelerin dünyaya ve tabii ülkemize de yansımaları oluyor. Herkes kolunun uzanabildiği kadar sahnede kartlarını oynamaya çalışıyor.
Bilinen bir gerçek şudur ki; Amerika, Almanya ve Fransa'nın başını çektiği Avrupa Birliği fikrinin daha ileriye gitmesini, siyasi ve askeri bir birlik halini alarak kendi kontrolü dışına çıkmasını hiçbir zaman istememiştir. İngiltere Anglo-sakson dayanışması gereği, Almanya ve Fransa'yı öteden beri bu noktada dengelemeye çalışmıştır. Tek para projesine dahil olmayarak da tavrını ortaya koymuştur.
Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'nin üyeliğinin İngiltere gibi birliği sulandıracağı söylenmiştir. Türkiye'ye Amerika'nın adamı gözüyle bakılmıştır. Almanya gibi ülkelerin Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmalarının bir sebebi de budur.
Bu anlattıklarımız yakın zamana kadar olan durumu resmediyor. Şimdi resimde yeni çatlaklar var. Almanya ile De Gaulle Fransa'sının utangaç Amerikan muhalifliğine dayanan ittifakları da yıkılmak üzeredir. Birleşik Avrupa ülküsü çöktü, çökecek. De Gaulle'nin yaptığını Sarkozy yok ediyor. Sarkozy'nin Akdeniz Birliği projesi Almanya'yı fazlasıyla rahatsız etmiş durumda. Almanya'nın Cezayir'de yaklaşık 1 milyar Euro'luk bir cami projesine destek sunması Sarkozy'e açık bir cevap niteliği taşıyor.
De Gaulle Fransa'yı yeniden ayağa kaldırırken, Sovyet ve Amerikan gücüne karşı Avrupa'nın birlik olması gerektiği fikrine çok sıkı sarıldı. Almanya'ya yaklaştı, yanına çekti. Nükleer Fransa'yı inşa etti. Öldüğünde geride pek bir serveti yoktu. İngiltere ancak De Gaulle öldükten sonra Avrupa Birliği'ne girebildi.
Sarkozy ise başkan seçilir seçilmez zengin bir Fransız'ın yatında Akdeniz'de tatile çıktı. De Gaulle'nin sulandırılmış fikirlerini tamamen çöpe attı. Amerika'ya yaklaştı, Almanya'ya kelek yapmaya başladı. NATO'nun askerî kanadına girmek için tekrar girişim başlattı.
Avrupa ekonomisi zaten kör-topal gidiyor. Euro'nun değer kazanması Avrupa ekonomisinin iyi olduğundan değil, Amerikan ekonomisinin Avrupa ekonomisinden çok daha kötü olmasından kaynaklanıyor.
Birçok analist Avrupa Birliği'nin ve Euro'nun geleceğini karanlık görüyor. Birliğin yakın zamanda, belki bir on-onbeş yıl içinde dağılacağını öngörenler var.
Durum bu. Türkiye'deki durum ise şu:
Küresel perspektife sahip bir dış politika izlemek isteyen Türkiye dünyadaki bütün büyükelçilerini istişare toplantısı yapmak üzere Türkiye'ye çağırdı.
Basına yansıyan haberler doğru ise büyükelçilerimiz büyük ekseriyetle Avrupa Birliği reformlarına devam edilmesini hatta hız verilmesini istediler.
Küresel iddiası olan ülkelerin hemen hepsinin bir "Roma" hayali var. Avrupa'nın barbar kavimleri ırkî olarak bir bağları olmasa da "Roma hayali"ne sahip çıkıyorlar. Kimisi Avrupa Birliği adı altında, kimisi Akdeniz Birliği adı altında kendi "Roma"sını inşa etmeye çalışıyor.
Irkçılıktan ve dünyayı sömürme yamyamlığından beslenen bu hayaller çatlakların büyümesine sebep oluyor.
Bu yeni yetme milletlerin dış kaplamalarını kaldırdığınız zaman koyu bir ırkçılıkla karşı karşıya kalırsınız. Faşizm sadece Almanya'da yoktu. İtalya'da, Fransa'da, Hollanda'da bütün Avrupa ülkelerinde vardı. Almanya'nın Hitler gibi bir fazlası vardı sadece.
Bunların ırkçılıkları o derecedir ki, meselâ Hint-Avrupa ekseninin bir parçası kabul edilen Persleri (İranlıları) bir nebze kendilerinden görürler. İran hususunda Avrupa'nın Amerika'ya yan çizmesinin en büyük sebebi budur. İran'ı ezmek istemezler. İran biraz açık kapı bıraksa hemen elinden tutmak istiyorlar. Ancak yahudiye de hayır diyemiyorlar.
İran'ın yerinde bir başka İslâm ülkesi olsaydı, çoktan saldırmışlardı.
Irkçılıklarının dayandığı temeldeki ana düşman ise Türk milletidir. Fırsat geçmiş olsa Türkleri Türkiye'yi yok etmek isterler.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi siyonistler pandoranın kutusunu açtılar. Kutudan çıkan planın en büyük ayağı İslâm dünyası ile ilgili.
Bu hususa daha önce de temas edilmişti. Ancak burada hususiyetle İslâm dünyası üzerine çöreklenen zulümatın kaynağını ve gerçek niyetleri tekrar ortaya sermekte fayda var.
Irak'ta yapılan neyse bütün İslâm dünyası üzerinde aynı şey yapılmak isteniyor. Buna tabii ki Türkiye de dahildir.
Bugün Irak'ta yaşanan kaos ve iç savaş, Amerika'nın işine gelmeyen bir durum olsa da, aslında siyonist planın bir parçası idi.
Pakistan'da, Sudan'da yaşananlar malumunuz.
Maksat şu; geride paramparça, kabileler düzeyine indirgenmiş bir İslâm dünyası bırakmak. Güçlü İslâm devletlerini yok etmek.
İç savaşlar, iç karışıklıklar içinde, küçülmüş, yönetici eliti yok edilmiş kabilelere dönüştürülmüş bir İslâm dünyası tasarlıyorlar. Afganistan'da, Irak'ta olduğu gibi. Irak'ta en çok suikaste uğrayanlar bilim adamları oldu. Kaçabilen çoktan ülkeyi terketti.
Irak'ta 1.5 milyon insan öldü. Güney bölgelerde erkek nüfus gözle görülür şekilde azaldı.
İslâm dünyasının mazlum milletleri soruyorlar: "Osmanlı'nın torunları değil misiniz?" diye.
Niye böyle bir bekleyiş, böyle bir teveccüh var?
Bu teveccühün sebebi aynı zamanda küffarın onmaz Türk düşmanlığı'nın sebebi.
Osmanlı, Osmanlı'dan önce Selçuklu Türkleri küfür ordularına, Haçlı ordularına dünyayı dar ettiler. Dünyadaki zulmü kaldırmak için çalıştılar. Sömürmek maksadıyla değil, Allah-u Teâlâ'nın dinini yaymak ve adalet götürmek maksadıyla ülkeler fethettiler. Zâlimleri kılıçları ile boğdular.
Endonezya'dan, Amerika'ya kadar ellerinin uzanabildiği her yere insanlık ve yardım gönderdiler. İspanyol soykırımından müslümanları ve yahudileri kurtarmak için gösterdikleri gayretler, İngiliz ambargosu altında açlıktan ölmek üzere olan İrlandalılara gönderdikleri yardımlar bilinen ve bilinmeyen daha nice adalet ve yardım seferleri bütün karalama ve kötüleme kampanyalarına rağmen dünya insanlarının belleğinde bir yerlerde duruyor. Zâlim zulmünü pervasızca sergiledikçe, insanlar "Osmanlı nerede?", "Osmanlı torunları nerede?" diye soruyor.
Küffar bunu bildiği için Türk'ün elinden kılıcını almak için, bu milleti birbirine düşürmek için sinsi sinsi yaklaşık 10 yıldır büyük bir gayret gösteriyor. Bizi birbirimize düşürmeye çalışıyor. Bu milletin genlerindeki "Cihad" şevkini söküp atmaya çalışıyor.
Bu küffar gayretlerine destek olanlar, yangına körükle gidenler aynı gaye doğrultusunda küffarla işbirliği yapanlar çok büyük bir zulme ortak olduklarını bilmelidirler.
Hiçbir alakası olmadığı halde "Roma" hayali kuran bir sürü devlet var. Binlerce yıllık tarihi olan, dünyaya nizam vermiş onlarca devleti kuran bu milletin gönlünde yaşattığı özlem bu kıytırık ülkelerin "hayâl"lerinin çok ötesindedir.
Bu zamandan sonra kimse Osmanlı hanedanını Türkiye'ye getirip hadi padişahlığı yeniden kuralım diyecek değil. Ancak bu milleti millet yapan temel değerleri kaybetmemiş her bir müslümanın gönlünde "İlây-ı kelimetullah", "Dünyaya nizam verme", "Hak ve adaleti tesis etme" arzusu yatmasından daha tabii bir şey olamaz. "Osmanlı" kelimesi bu arzunun adeta terimleşmiş bir ifadesidir.
Bir müslüman olarak bizim dünyaya ilgimiz de bundan ibarettir. Gâvurun doymak bilmez sömürge iştahı ile müslümanın Allah-u Teâlâ yolunda canını ve malını harcama gayreti arasındaki fark, hakikat ile dalâletin, gerçek ile sahte'nin, dünya ile ahiretin arasındaki fark gibidir.
Gerçek ile sahtenin, hakikat ile dalaletin, adalet ile zulmün iyice birbirine karıştığı, karıştırıldığı bir devirdeyiz.
Zâlim işgal ve vahşetini "adalet" maskesi altında icra ediyor. Şeytanın kuklası dalalet zümreleri "Hakikat"i temsil ettiğini iddia ediyor. Sahteler ve sahtekârlar ortalığı istila etmiş "Gerçek budur!" diye yutturmaya çalışıyor.
Öyle karışık bir devir ki, akıl tutulmasına uğramamak neredeyse imkânsız.
Tek bir yolu var: Allah-u Teâlâ'nın ipine sımsıkı sarılmak, aklını ve fikrini Allah-u Teâlâ'nın düsturları çerçevesinde yola koymaya çalışmaktır. Bu da bu karışık devirde Allah-u Teâlâ'nın yönettiği ve kendisine yönelttiği hakiki Allah ehlinin rehberliğinde mümkündür.
Bugün yaşanan sıkıntıların büyük olması insanların dünya arzusu ile hareket eden, ahiretten nasibi olmayanların peşinden körü körüne gitmeleri yüzündendir.