Medineliler Resulullah Aleyhisselâm'ın Kuba'dan gelmesini ve mübarek yüzünü görmeyi sabırsızlıkla bekliyorlardı. Nihayet bekledikleri gün gelmişti. Giriş yolunun iki tarafına dizildiler, Resulullah Aleyhisselâm'ı büyük bir coşku ile karşıladılar. Kafile şehre girerken sanki yer yerinden oynuyordu. İçten gelen sevgiyle öyle muhteşem bir şekilde karşılandı ki, bunun bir benzeri ne önce ne de sonra görülmemiştir. O gün sanki bir bayramdı. Resulullah Aleyhisselâm'ı görmek için âdeta birbirlerini eziyorlar, birbirlerinin omuzlarına çıkıyorlardı. Bütün şehir: "Resulullah geldi!... Resulullah geldi!... Yâ Muhammed!... Yâ Resulellah!... Allahu Ekber!..." sesleriyle çalkalanıyordu, büyük bir izdiham oldu.
Memleketlerinden ayrı düşüp de gönülleri dilhûn olan Muhâcirler âdeta canlandılar, analarını babalarını görmüşten çok sevindiler. Habeşliler sevinçlerinden kılıç oyunları gösteriyorlardı.
Resulullah Aleyhisselâm'ın akrabası olan Neccar oğulları'nın kızları defler çalarak hep bir ağızdan:
"Biz Neccar oğulları'nın kızlarıyız. Muhammed'e yakınlık ve hısımlık ne mutlu!" diyorlardı.
Onlara; "Beni seviyor musunuz?" diye sordu.
"Evet yâ Resulellah!" dediler.
"Allah biliyor ki, benim kalbim de sizin sevginizle dolu." buyurdu.
Neccar oğulları'nın ileri gelenleri Kasvâ'nın etrafını sararak: "Dayınızın evine buyurunuz yâ Resulellah!" diye dâvet ediyorlardı.
Çocuklar ve kadınlar evlerinin damına çıkmışlar, önlerinden Resulullah Aleyhisselâm geçerken birbirinden güzel neşideler söylüyorlardı:
"Ayın ondördü, vedâ dağının tepelerinden çıkıp bize doğdu.
Allah'a duâ ve niyaz eden bulundukça bize de şükretmek vâcip oldu.
Ey bize gönderilen Peygamber! Sen bize itaat etmemiz gereken bir emirle geldin!"
Berâ bin Âzib -radiyallahu anh- der ki:
"Ben Medine halkının Resulullah Aleyhisselâm'ın teşrifine sevindiği kadar hiçbir şeye sevindiğini görmedim."(Buhârî)
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh- de:
"Ben Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim." demiştir.
Resulullah Aleyhisselâm'ın nereye gideceği ve kimin evinde misafir olacağı belli olmadığından, sevinç tezahürleri arasında ilerlerken, önünden geçtiği her evin sahibi Kasvâ'nın yularına sarılıp çekiyor: "Yâ Resulellah! Bize buyurunuz!" diyor, misafir etmek istiyordu.
Hatta Sâlim oğulları'ndan bazı kimseler: "Yâ Resulallah! Bizim yanımızda ikamet et. Biz sayıca çoğunluğuz, güçlüyüz ve savaşa karşı hazırlıklıyız." diyerek devenin yularını tutmuşlardı.
O ise her seferinde onları selâmlıyor ve:
"Deveyi kendi hâline bırakınız! Ona gideceği yer buyurulmuştur, emrolunduğu yere gider, ona yol veriniz!" diyerek gönülleri hoş ediyordu.
Gerçekten de Ensâr'dan her biri bir övünme sermayesi olmak üzere bu güzel misafiri kendi evinde ağırlamak gibi dünyalar değerinde bir şerefe nâil olma arzusunda bulunduğu için, hangisi tercih edilse diğerlerinin mahzun olacağı belli idi. Fakat konaklama yerini deve tayin ettiği takdirde kimsenin bir şey diyeceği kalmayacaktı.
Şimdi bütün gözler Kasvâ'yı takibe koyulmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm Kasvâ'ya sağa sola gitmesi için en ufak bir işaret bile yapmıyor, her işinde olduğu gibi burada da ilâhî irâdeye tâbi olduğunu göstermek istiyordu. Nihayet deve, daha sonra inşâ edilecek mescidin kapısına tesadüf edecek olan yere çöktü. Az sonra kalktı, birkaç adım gittikten sonra birdenbire arkasını dönüp ilk çöktüğü yere gelerek tekrar çöktü, boynunu yere uzatarak tatlı tatlı böğürmeye ve deprenmeye başladı. Resulullah Aleyhisselâm: "İnşaallah menzilim burasıdır." buyurdu. Devesinden indikten sonra etrafını saranlara: "Akrabamızdan kimin evi buraya yakın?" diye sordu. Neccar oğulları'ndan Ebu Eyyûb Ensârî -radiyallahu anh- hemen öne çıktı ve: "Yâ Resulellah! Benim evim daha yakındır. İşte evim, işte kapısı!" diyerek kapıyı gösterdi. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm onların hanesine teşrif buyurdular. Ebu Eyyûb -radiyallahu anh- hemen devenin yükünü indirip evine taşıdı.
Medineli müslümanların ileri gelenlerinden Es'ad bin Zürâre -radiyallahu anh- de Kasvâ'nın yularına yapıştı, çekerek evine götürdü.
Vakit hayli geçtiği halde müslümanlar Resulullah Aleyhisselâm'ın yanından ayrılamıyorlardı.
Ebu Eyyûb -radiyallahu anh- der ki:
"Resulullah Aleyhisselâm evimizi şereflendirdiği zaman alt katta kaldı. Ben zevcemle yukarıda bulunuyorduk. Gece olunca ona dedim ki 'Resulullah Aleyhisselâm'ın üst katta kalması daha münasip olacaktır. Zira kendisine melekler geliyor ve vahiy iniyor.' Bunu düşünürken gece ikimiz de uyuyamadık. Sabah olunca meseleyi açtım. 'Anam babam sana fedâ olsun yâ Resulellah! Bizim yukarıda olmamız, senin de aşağıda olman bize çok ağır geliyor. Sen yukarıya çık biz aşağıda oturalım!' dedim.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Ey Ebu Eyyûb! Evin alt katında bulunmamız bizim için daha elverişlidir." buyurdu ve alt katta oturmaya devam etti. Sebeb olarak da alt katın ziyaretçiler için daha elverişli oluşunu gösterdi. Biz de istemeye istemeye üst katta bulunuyorduk.
Fakat bir gün, içinde su bulunan testimiz kırıldı. Suyun aşağıya damlayıp, onu rahatsız edebileceği endişesine kapılarak, tek örtüneceğimiz yorganımızı hemen suyun döküldüğü yere serip damlamasını önledik."
Ebu Eyyûb -radiyallahu anh- son derece sıkılıyordu. "Seni hak dinle gönderen Zât'a yemin ederim ki, altında sizin bulunduğunuz bir evin üst katında ben rahat edemem!" diye ısrar edince üst katta kalmayı kabul buyurdu.
Resulullah Aleyhisselâm, şu anda İstanbul'da metfun bulunan bu mübarek Sahabi'nin evinde, Mescid-i nebevi'nin yanındaki hücre-i saâdet yapılıncaya kadar yedi ay misafir kalmıştır. Bundan dolayı "Mihmandâr-ı nebî" ünvanıyla anılır.
Evs ve Hazreç kabilesi'ne mensup müslümanlar akın akın gelerek bağlılıklarını tazelediler.
Bu zaman zarfında her gün üç-dört evden müslümanlar gelip evlerine yemeğe dâvet ediyorlar, Resulullah Aleyhisselâm'ın ihtiyaçlarını yerine getirmede âdeta yarışıyorlardı.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-in annesi pek fakir olduğundan, bir şey veremediğine üzülüp dururdu. Nihayet bir gün on yaşındaki oğlunu elinden tutup getirdi ve: "Yâ Resulellah! Bu da size hizmet etsin." diyerek bırakıp gitti.
Es'ad bin Zürâre -radiyallahu anh- direkleri saç ağacından yapılmış, üzeri keten lifle dokunmuş, hasırla kaplı bir sedir gönderdi. Resulullah Aleyhisselâm hâne-i saâdetlerine taşınıncaya kadar onun üzerinde uyumuştu, vefatına kadar da onun üzerinde uyudu.
Zeyd bin Sâbit -radiyallahu anh- der ki:
"Ebu Eyyûb'un evine indiği zaman Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına ilk önce girip ekmek, tereyağı, sütle yapılmış tirid ikram eden ben idim. 'Allah seni mübarek kılsın!' diyerek duâ etti. Ashâb'ını çağırdı, onu yediler."
Gelen yiyeceklerin pek azıyla yetinen Resulullah Aleyhisselâm, geri kalanını yoksul Muhâcirler'e dağıtır veya onları evine çağırarak kendi sofrasında ağırlardı. Ev sahiplerine her vesile ile duâ eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve afiyet içinde olmalarını dilerdi. Hücre-i saâdet'lerine taşındıktan sonra bile zaman zaman Ebu Eyyûb -radiyallahu anh-in evine misafir olurdu.
Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb -radiyallahu anhâ- ile birlikte müslüman olan Ebu Eyyûb Halid bin Zeyd -radiyallahu anh-, İkinci Akabe biatında da bulunmuştu. Resulullah Aleyhisselâm'la birlikte bütün savaşlara katılmış, ona bir zarar gelmesin diye hiç yanından ayrılmamıştı. Hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı.
Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Kur'an-ı kerim âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. İlmiyle de temayüz ettiği için kendisine sorulan dini konularda fetvâlar verdi.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- devrindeki savaşlarla Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- devrinde yapılan Suriye, Filistin, Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu. Sağlığı yerinde olan herkesin Allah yolunda cihada katılması gerektiğine inanırdı. İhtiyarlık döneminde bile her sene bir savaşta bulunmaya gayret etti.
Katıldığı seferlerin sonuncusu müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Kuşatma devam ederken hastalanarak vefat etti. Vasiyeti üzerine bir askeri birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi.