Manevî eğitimde büyük eksiklikler ve aksaklıklar olduğu için çok zor koşullarda çocuk yetiştiriyoruz.
Yaşadığımız hızlı toplumsal değişime paralel olarak maalesef değer yargılarımıza, örf ve adetlerimize bakış açımız bozuluyor. Yanlış inanışlar, -zararlı alışkanlıklara sahip kişilerin sayısının artmasıyla beraber- toplumumuzdaki suç işleme oranının artmasına ve suç işleme yaşının çok küçük yaşlara kadar inmesine sebep oluyor. Bu nedenle genç kuşaklarımız için beslediğimiz umutlar ve hayallerin yanında haklı olarak daha çok "kaygılarımız" var.
Fakat bizler, kaygılarımızın "yanlışlara" dönüşmemesine dikkat etmeliyiz. Örneğin; özellikle büyük şehirlerde çocuk yetiştiren ebeveynler yolda giderken, kötü trafik şartlarından dolayı küçük çocuklarının ellerinden tutmalarını isterler. Normal olarak onlar için "kaygılanırlar". Fakat "Elimden tutmaz isen, kafanı kırarım şimdi!" cümlesi ile ebeveynin endişesi, kaygısı bir "yanlışa" dönüşmüş olur. Bunun yerine çocuğumuza trafik kazalarını anlatıp, çocuğunuzun sizden korktuğu için değil, trafik kazalarından korktuğu için elinizden tutmasını sağlayabilirsiniz. Sonuçta iki davranış aynı gibi gözükse de, ikisi de çok ayrı duygularla; biri inanarak, isteyerek, içten gelen, diğeri de anlamadan, dayatma ile, isteksizce yapılan davranışlardır.
Çocuklarımızın eğitiminde bu gibi yanlış hareketler yapmaktan kaçınmalıyız. Özellikle manevî eğitimde yapılacak hataların vebali ve sorumluluğunun da bize ait olduğunu unutmamalıyız. Bu konuda yapılabilecek hataları şöyle sıralayabiliriz:
• Küçük yaşlardaki çocuklara, (mükellef olduklarında yapmazlar korkusu ile) mükellef olmadıkları dini görevleri yüklememeliyiz. Örneğin: 6–7 yaşlarındaki bir kız çocuğuna örtüyü "sevdirmek" yerine, "Baban başını açık görürse karışmam." diyerek, "baba korkusu" ile zorla ve tehditle başörtüsü taktırmak ne derece doğru olabilir? Çocuklarımıza dinî vazifeleri sevdirmeye itina göstermeliyiz. Çünkü ancak "Allah sevgisi" ile yapılan amel daimi olacaktır.
• İlkokula yeni başlayan bir çocuğumuzun -hususiyetle kızlarımızın- ahlâk ve örfümüze göre hareket etmesini beklerken "En güzel oyun, kız arkadaşlarınla oynayacağın oyunlardır." veya "Erkekler erkeklerle oynarsa, kızlar kızlarla oynarsa güzel olur." diye nasihat etmek suretiyle doğru davranışa gönüllü yönelmesine gayret etmeliyiz. Sebebini anlayamayacağı küçük yaşlarda yasaklarla çocuğumuzu yönlendirmeye çalışırsak, yasağa karşı ilgi duymasına yol açabilir, aynı zamanda istemeyerek de olsa kendini sınıf arkadaşları ile oynarken bulan çocuğumuzun tedirginlik ve suçluluk duygusu yaşamasına sebep olabiliriz. Teşvik ve yasakların dengesini ve zamanını ayarlamaya dikkat etmeliyiz.
• Okula yeni başlamış bir çocuğa "Okuyup da ne yapacaksın?" gibi sözlerle farkına varmadan "sorumsuzluk" aşılamak yerine vazifesini yapması gerektiğini söylemeliyiz. Çocuğumuzun geleceği hakkındaki planlarımızı vazife bilincini köreltmeden uygulamaya çalışmalıyız. Zira aksi halde bütün işlerinde ve manevî vazifelerinde de sorumsuzca hareket edebilirler. Çocuklarımıza hem maddî hem de manevî sorumluluklarını hatırlatmalı ve "sorumluluk" aşılamak adına onlara elimizden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışmalıyız. Zira bugünün sorumsuz öğrencisi, yarının sorumsuz annesi veya babası olabilir. Ayrıca çocuklarımızı "Bozuk toplumun tehlikelerinden koruyacağım!" derken başı boş bırakmak, televizyonun başında saatlerce oturmasına göz yummak gibi bir yanlışa da düşmemek lâzımdır. Onları meşgul edecek faydalı faaliyetlere teşvik etmeli, elimizden geldiği kadar eğitimlerine bir okul disiplini içinde evde de devam etmeye çalışmalıyız.
Hiçbir zaman unutmayalım; "Ağaç yaşken eğilir."
Bu nedenle ebeveynler olarak görevimiz küçük yaşlarda "büyük sevgilerle" manevî eğitim verebilmek için "çalıştıkça çalışmalıyız". Küçük yaşlardaki "vicdanların eğitimi"ne en büyük engel "Küçüktür boş ver!" anlayışıdır. Bu yönde gösterilmeyen çabaların ileride "büyük endişelere" dönüşmesi çok normaldir. Daha sonra kaygılarını ve endişelerini sıkı kurallar, sert koşullar ve fiziksel yaptırımlarla kontrol altına almaya çalışan ebeveynler, kaçan treni yakalamaya çalışan insan durumuna düşerler. Ya da "Ekilmemiş tarladan ekin bekler gibi" bekler dururlar.
Çocuklarımız bize Allah-u Teâlâ'nın emanetleridir, hediye-i ilâhi'dir. Onlara olan sevgimiz ve korumacılığımız onların maddî ve manevî kişilik gelişimine zarar vermemelidir.
Hazret-i Allah'ın yardımı, izni ve lütfu ile çocuklarını İlâhi ahkâm mucibince terbiye edenlerden olmak ümidi ile…