Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ' ve Şemsü'l-Mağrib" adlı eserindeki ifşaatında yer alan:
"Benim ahdimi taşıyacak bir kimse de yoktur." sözünün mânâsı; yâni velî olmadığı gibi, "Emânât-ı İlâhî'yi ona yüklemiş, ondan başkası bu yükü taşıyamaz." demektir. Onun ahdini taşıyacak, onun yerine gelecek bir fert yoktur. Allah-u Teâlâ ona ihsan ve ikrâm edileni başkasına yüklememiştir, ona verilen başkasına verilmemiştir. Başkasına verilmediği için, bu soy ve bu ahlâktan gelecek kimse olmadığı için ve böyle zaman da bulunmadığı için onun yerine geçecek kimse yoktur.
"Benim yok olup gitmemle süregelen zaman da yoktur."
Bunun mânâsı; onu bu zamanın içinde gönderdi.
O öyle bir zamanda gönderildi ki; nice türemelerin ürediği, Allah'lık dâvâsında bulunan firavunların yine türediği bir anda gönderildi ve bu fitne ateşini söndürdü.
Bu "Nûr" yayıldıkça, hem müminlerin bir taraftan imânları, diğer taraftan maddeleri kurtuluyordu ve insanlar felâha eriyordu. İşte böyle firavunların türediği bir zamanda bunların üzerine hiç çekinmeden gidildi ve bu firavunlar yere serildi. Bunun için bu ahdi taşıyacak kimse yoktur, böyle bir zaman bir daha husûle gelmeyecek. Onun gitmesi ile herhangi bir kimsenin gelmesi de düşünülemez. Şu gelecek, bu gelecek diye bir şey yoktur. Niçin? "Hâtem" bir tane olduğu için!..
Bundan sonra Hazret-i Mehdi'nin de yapacağı işler var, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'ın da yapacağı işler var; amma yapacakları işler bu velâyetin içindedir. Neden? "Hâtem" olduğu için… Binâenaleyh, ihvan için bu büyük bir tenbih, büyük bir îkazdır. Aklınızı başınıza alın, yola sımsıkı sarılın! Onlara ulaşırsanız, siz zaten bu yolun hizmetçisisiniz, ulaşamazsanız bile hakikati bilmiş olursunuz; çünkü onların velâyeti de bu "Velâyet"in içindedir.
Hazret burada: "Onu tanıyıp itibar gösteren kimseye, ondakinin benzeri gibi bir elbise giydiriliyordu." buyuruyor.
Bu elbise İlâhî bir "Nûr"dur, bu lütuf da yalnız "sâdık ihvân"a aittir. Allah-u Teâlâ ona giydirdiğini yakınlarına da giydirecek, üzerlerinde o elbise olduğu halde mahşere çıkaracak, mahşer halkı arasında en büyük şerefi taşıyacaktır.
Dikkat ederseniz ona giydirilen elbise, ihlâslı ve sâdık olan "Hakîki ihvân"a da giydiriliyor. Bu ise; sadâkat ile, bütün gönlü ile bağlı olan kimseye âittir, başkasına âit değildir. O elbise öyle bir elbisedir ki, mahşere de o elbise ile çıkılacak… Bu çok büyük bir lütuftur, çok büyük bir müjdedir. Bu lütuf size yeter!.. Yeter ki Allah-u Teâlâ kabul buyursun ve hakikati bize duyursun. Ona giydirilen elbiseden sıddîk olan ihvan da giyer. Allah-u Teâlâ'nın ona ihsân ettiği elbise Nûr elbisesidir, mânevî elbisedir; dünya elbisesi değil, âhiret elbisesidir. Hakikaten yolda sadâkatinizi gösterirseniz, onu tanıdığınızdan ötürü Allah-u Teâlâ size bu lütfu bahşeder.
O elbise eskimez, çürümez. Herkes çıplak çıkarken kişi o elbise ile çıkar, çıplak çıkmamaya vesîledir. Ne büyük lütuf, ne büyük şeref!.. İhvânın özenmesi gereken en mühim şey! Çünkü kimseye giydirilmemiş olan o mânevî elbise ona giydirilmiş, o kadar!..
Zâten "Siyah Bayraklılar"ın fazîleti de buradan geliyor.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hureyre -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerîf'lerinde buyururlar ki:
"Onlar benim ümmetimden âhir zamanda gelecek bir topluluktur ki, kıyâmet gününde tıpkı peygamberlerin haşrolunduğu gibi haşrolunacaklardır. İnsanlar durumları gösterilip de onları gördükleri zaman, onların peygamberler olduklarını sanacaklar. Ta ki ben: 'Ümmetimdir, ümmetimdir!..' deyip de kendilerini tanıtıncaya kadar… Nihâyet halk onların peygamber olmadıklarını anlayacak. Şimşek ve rüzgâr misâli geçip gidecekler, nûrlarından mahşer ehlinin gözleri kamaşacak!" ("el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî", Süleymâniye Ktp. Hâlet Efendi, nr.: 198/2, vr. 486)
Niçin gözleri kamaşacak? Onlardan başka giyinen yok ki… Bu ihsan ve ikrâm karşısında bir mahlûk âciz düşer, şükretse edemez, bir şey yapsa yapamaz!..
İşte onlara Allah-u Teâlâ'nın lütfu bu olacak, o lütfa mazhar olanlar dünyada da örtülü, âhirette de örtülü olacak. Çalışanlar bunun için çalışsın!..
Resulullah Aleyhisselâm'ın: "Hayır! Bunlar benim ümmetimdir!.." buyurması, bu şerefin hiç şüphesiz ki ona âit olduğunu gösterir. "Siyah Bayraklılar"ın fazîleti bu yöndedir. Evet, peygamber değil amma, onun peygamberlik vazîfesi ile muvazzıf olan "Bayraklılar"ıdır. Çünkü onlar bu "Nûr"u yaydılar, zulmânâtı dağıttılar.
Nitekim İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Bu zât, geçmiş ümmetlerdeki ulü'l-azm peygamberlerin işini görür." ("Mektûbât", 234. Mektup)
Bütün bu fazîlet oradan geliyor, Allah-u Teâlâ'nın ezelden koymasından, ezelden yerleştirmesinden doğuyor. Kulda hiçbir şey yok, kul bir maskeden ibârettir.
"Baştakilerle sondakilerin birbirine kavuşması." mevzûsuna gelince;
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri aynı eserin 18. sayfasında Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'ın devirden de sözederek; Sünnet-i seniyye ameli ve en ulu tecellî sâyesinde, onun ihvânının da onlarla aynı yoldan yürüyüp onların üstünlüğüne kavuşacağını haber vermiş, "Hakîki ihvân"ın fazîletini burada da ortaya koymuştur.
Buyurur ki:
"Seniyye ameline ve 'En ulu tecellî'ye göre, Peygamber'in sahâbesinden herhangi bir kişiyi öne geçirmiş olan şey, sana has kılınan zamanda, senin ihvânın arasında da meydana gelince, senin zamânın onların zamânıyla birleşir ve artık onların yoldaşı cümlesinden olursun!" ("Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ'", s. 18)
Dikkat ederseniz bu beyanlarında "Ashâb"la "İhvan" mevzu ediliyor, halk mevzu edilmiyor!..
Enes bin Mâlik -radiyallâhu anh-den rivâyet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir.
Ne mutlu gariplere!" (Müslim, İmân: 232)
"Garipler kimlerdir?" diye sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır:
"Garipler o kimselerdir ki, halk tarafından bozulmuş olan sünnetimi ıslâh ederler, öldürülmüş olan sünnetimi de ihyâ ederler." (Tirmizî, İmân: 13)
Bu Hadîs-i şerif'e bunlar da mazhar olduğu için aynı yolda birleşiyorlar. İşte bunlar o "Garipler"dir. O devir de garipti, bu devir de gariptir; "Ashâb" ile "İhvan" birleştiği gibi, mücâdele hususunda da aynı noktada birleşiyorlar. Bu gariplik ânında "Nûr"u yaydıklarından ötürü onlara bu fazîlet veriliyor. Bu Hadis-i şerif bilhâssa onlara işaret ediyor, ikinci bin seneden sonra bu mücâhidlere bu ad veriliyor, yeniden doğar gibi doğuyorlar.
Bunun da sebebi; Allah-u Teâlâ'nın bunlara Asr-ı saâdet hayatının benzerini yaşatması, din-i İslâm'ı bütün hükümleri ile ayakta tutmak için her türlü mücâdele ve mücâhadeyi yapmalarıdır.