Amerika Pakistan'daki nükleer silahları bizzat kendi kontrol etmek istiyor, (Pakistan'da yaşananları görüyorsunuz.)
Amerika ve İsrail İran'ın nükleer silah yapma niyetini ne pahasına olursa olsun bertaraf etmeye kararlı olduğunu söylüyor.
Rusya nükleer silahlarını gerekirse kullanabileceğini, Doğu Avrupa ülkelerine yerleştirilecek Amerikan füze savunma sistemlerini hedef alabileceğini söylüyor.
Kuzey Kore kıtalararası füzeleri ve nükleer başlıkları ile pusuda bekliyor.
Türkiye'de yayınlanan ve kime hizmet ettiğine dair şiddetli tartışmalara sebep olan Metal Fırtına romanının Türk kahramanı Amerikan işgaline misilleme olarak Amerikan şehirlerinde atom bombası patlatıyor.
Amerikan üniversitelerinde verilen brifinglerde Rusya'dan -ve hatta birkaç tanede de Amerika'dan- çalınan 400 atom bombasının teröristlerin eline geçmiş olabileceğinden, atomlu terör eylemi ihtimalinden bahsediliyor.
Sibel Edmonds isimli Türk asıllı olduğu iddia edilen medyatik FBI ajanı Türk ve İsrail ajanlarının Amerikan nükleer sırlarını çalarak Pakistan'a sattığını iddia ediyor.
İngiltere'de iktidara gelen bir başbakana ilk olarak, bir nükleer harp çıktığında nükleer çantayı nasıl kullanacağı öğretiliyor.
Geçtiğimiz Şubat ayında Norveç'te Kuzey Kutbuna 1000 km mesafede buzlarla kaplı bir adada, "Kıyamet ambarı" adı verilen bir ambar inşa edildi. Bu ambarın büyük bir doğal afet ya da nükleer harp çıkması durumunda yeryüzündeki tüm bitkilere ait tohumların gelecek nesillere taşınması amacıyla yapıldığı söyleniyor.
Amerika'nın yüzbinlerce insanı alacak kapasitede toplama kampları inşa ettiği iddia ediliyor.
11 Eylül'de görüldüğü üzere en ufak bir saldırı anında Amerikan başkan yardımcısı ile başkanı ayrı mekanlarda, birisi her türlü tehdide karşı dayanıklı olarak inşa edilmiş bir sığınakta kalıyor.
İngiltere, İsrail gibi ülkeler aylarca denizaltında kalabilen nükleer denizaltılar ediniyor.
Amerika, İran gibi ülkelerde kullanmak üzere küçük kapasiteli, sınırlı etkili "Taktik nükleer silah"lar üretiyor.
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt "Eğer Pakistan'da yönetim Taliban'ın eline geçerse dünyada ilk kez bir terörist grubun eline atom bombası geçmiş olacak." dedi. Bu açıklamadan birkaç gün sonra Pakistan Ulusal Günü için düzenlenen resepsiyona TSK'nın bütün üst düzey komutanları katıldı. Genelkurmay başkanı önüne gelen Pakistan bayrağı ile süslenmiş pastayı kenarından kesti. Bayrağı kesmeyi reddetti, "Pakistan bayrağını keseni yani..." diye yarım bıraktığı cümlesini ilginç bir hareketle tamamladı: Pastayı kesmesi için verilen kılıcı havada salladı.
Bütün bu saydığımız ve sayamadığımız listenin en sonunda en tehlikeli olanı var: Amerika'da siyonist neocon orijinli "Kaostan düzen çıkarma" felsefesi epeyce taraftarı ile pusuda bekliyor. (Takip edenler bilirler Amerika'da "Tanrıyı Kıyamete Zorlamak" adı altında kitaplar bile yazıldı.)
Şimdi dünyanın ahvali bu. Bu tehlikelerin merkezinde de bildiğiniz gibi Ortadoğu ve Türkiye var. İran harbi ve Kuzey Irak meselesi dananın kuyruğunun kopacağı yerler olarak tahmin edilebilir.
Anlayacağınız dünyayı sarmış koca bir yılan var. Kuyruğu Amerika'da, başı burnumuzun hemen dibinde.
Vaziyet bu olunca meselelere küresel bir perspektifle bakmak ve çok büyük bir teyakkuz halinde bulunmak gerekiyor. Ancak buna imkân vermemek için küffar bütün imkânları ve fitnesi ile taarruza geçmiş vaziyette.
Öyle bir ortamda yaşıyoruz, öyle bir psikolojik harp bombardımanı altındayız ki, her şey ters yüz olmuş durumda. Olayların gerçek boyutunu, arka planını araştırmaya, görmeye çalışanlar bile bocalıyor. Düşünün ki; terör örgütü PKK koskoca Türk devleti'ne propaganda üstünlüğü kurabiliyor. Terörist "Demokrasi istiyorum!" diye arz-ı endam ediyor; ajan-provakatör "Memleket sevdalısıyım!" diye hava atıyor.
Kısacası su bulanık, halk şaşkın, vaziyet tehlikeli.
Şöyle düşünün: Pakistan'ı önünüze koyun. Biz buradan "Acaba Pakistan'a ne olacak? Bölünecek mi? Kargaşa artacak mı?" diye endişe ediyoruz. Bu kardeş ülkenin iyiliği için dua ediyoruz... Bir de Pakistan'ın içinde yaşayan halkı düşünün. Onlar başka alemde. Kimisi bir partinin taraftarı, kimisi başkasının. Kimisi Müşerref'i destekliyor. Bazı kendini müslüman zanneden kimseler ise Pakistan'ın müslümanlığını yeterli görmediği için silahlı isyana kalkışıyor... Halk girmiş kazanın içine, kapağını kapatmışlar. Amerika habire odun sürüyor ateşe.
Bildiğiniz gibi Amerika Afganistan'a saldırırken Pakistan'ı taş devrine döndürmekle tehdit etmişti. Pakistan Devlet Başkanı Müşerref, Amerika ile didişmeyi göze alamadı, işbirliği yolunu tuttu. Ancak bu durum Müşerref'e Amerikancı damgası vurdurttu. İçeride huzursuzluk üzerine huzursuzluk çıktı. Amerika BOP haritası doğrultusunda Pakistan'da kargaşa çıkartanlara destek verdi. Müşerref'i yeteri kadar Amerikancı görmediği için olsa gerek gözden çıkarttı. (Nitekim Müşerref Amerika'yı rahatsız eden bir çizgi takip etmeye başlamıştı.)
Bu durum Amerika'yı desteklemenin öldürücü zehrine ve Amerika'nın vefasızlığına çok bariz bir gösterge oldu.
Osmanlı'dan günümüze Ortadoğu ülkelerinin ve Türkiye'nin çektiği sıkıntıların ve bölgede yaşanan badirelerin sebeplerini az çok biliyoruz.
Bu bölgenin stratejik konumu; "Kara altın" adı verilen zengin petrol yataklarına sahip olması; yahudilerin "Vadedilmiş toprak" hayalleri olarak sıralayabileceğimiz üç temel üzerinde yükselen güç mücadeleleri bir musibet olarak tepemize çöreklenmiş durumda.
Sömürgecilerin yüz yıl evvel "Şark meselesi" adını verdikleri güç mücadelesi, ağırlıklı olarak petrol ve stratejik hakimiyet projesi olarak yürütüldü. Yahudi meselesi yine gündemde olmakla beraber biraz arka planda idi. Günümüzde "BOP", "GOP" gibi isimlerle karşımıza çıkan vahşi saldırılar da yine aynı temel maksatlar üzerinde icra ediliyor, yalnız bu sefer yahudi meselesi sıralamada en öne geçmiş durumda.
Öyle ya da böyle, İngiltere ya da Amerika... Almanya ya da Fransa... Ya da İsrail... Bu bazen paylaşan, anlaşan; bazen de tepişen, kavga eden ülkelerin ortak duygusu, Türkiye'nin her zaman kontrol altında ve kendi istedikleri sıklette kalmasıdır.
Türkiye şu anda onların istediği sıkletten daha ağır çekiyor. Biz tarihi hafızamızı kaybettiğimiz için bu ülkeleri anlayamıyoruz. "Avrupa", "Batı" diye peşlerinde yalvar yakar oluyoruz. Halbuki adamlar bizim gibi tarihi hafızasını yitirmiş değiller ki. Ta yüreklerinin en dibine yerleşmiş bir "Türk korkusu"na düçar olmuşlar. Atamadılar! Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar Balkanları Haçlı sürülerine mezar ettiğinden beri bu korkuyu taşıyorlar.
Kıbrıs'ı elimizden almak için bitmez tükenmez yalan, dolan, dalaverelerle tepemize binmek istemelerinin en büyük sebebi budur. Türk askeri -Kurtuluş Savaşı'ndaki varlık ve yokluk mücadelesi ayrı tutulduğu takdirde- belki yüzyıllardır ilk defa hıristiyanların kontrolündeki bir toprağa el atmıştır. Bunu hazmetmelerini beklemek ahmaklıktır. "Uluslararası hukuk" falan hikâye.
Binaenaleyh 90'lı yıllarda bıçak boğazımıza dayanmış iken Kuzey Irak'a yapılan haklı operasyonlarımız esnasında ortalığı ayağa kaldırmalarının sebebi de budur.
Siz sanıyor musunuz ki; Türk ordusu parmak ısırtacak yetenek ve becerilerle terör yuvalarını dağıtırken, adamlar gıpta ile yerlerinde oturuyorlar. Hayır!
Şuna emin olabilirsiniz ki hasetlerinden çatır çatır çatlıyorlar, yüreklerinin derinlerindeki korku ateşinin üzerindeki küller uçuşuyor.
Bu yüzdendir ki; hususiyetle son 10 yıldır hedeflerindeki en büyük düşman "Türk'ün askeri"dir.
Ermeni meselesinde olduğu gibi bu meselede de küffar, elinde ajandası ile hareket ediyor. Bir planı var; "Hangi tarihte ne yapılacak, kim ne konuşacak, terör yandaşları ne zaman nasıl fitlenecek!"
Biz de oturduğumuz yerden şaşırıp kalıyoruz, "Ortada fol yok yumurta yok; bu isyan provaları nereden çıkıyor, bu pervasızlıklar nereden türüyor?" diye.
Bu "Kuzey Irak Meselesi" nihayete ermiş değil! "Bak Amerika bize destek vermeye başladı!" diye sevindirik olanlar kördür, ahmaktır.
Adamlar PKK'yı dağdan indirip siyasî taviz kopartmayı ümit ediyordu. Belki de bunun için söz de almışlardı. Nitekim dikkat ederseniz "Gelsin siyaset yapsınlar." yollu sözler ortalıkta dolaşmaya başlamıştı.
Ancak Türk ordusunun -bizzat NATO ve Amerikan Komutanlarının ifadesi ile- "Mükemmelden öte kusursuz!" hava ve kara operasyonları planları bozdu. "Masaya oturun!" baskısı kuramadılar.
Ancak görüyorsunuz; Avrupa'nın Amerika'nın akıl hocalığı eşliğinde "açılımlar" yaptığını zanneden gafiller sayesinde fitne aldı başını yürüdü. Hem terör zihniyetinin yeşermesi için her türlü gaflet ve dalalet sergilendi hem de bu iş askeri operasyonlarla halledilemiyor propagandası beraberinde yürütüldü. Evet bu işi askeri operasyonlar olduğu için halledemiyorlar. Yoksa çoktan bu mesele Avrupa ve Amerikanın istediği şekilde hal edilmiş olurdu.
Adamlar herhalde bize bir tarafları ile gülüyorlardır. Terör örgütünün liderini Avrupa istedi diye, Amerika'ya söz verdik diye beslemeye devam ediyoruz. Yetmiyor adam adasından örgütünü yönlendirmeye devam ediyor. Yetmiyor, hapishaneden adam çıkartıp meclise gönderiyoruz. Yetmiyor, eleman kürsüye çıkıyor "İki yıl sonra Apo'yu aramızda göreceğiz." diyor. Bir "Terör örgütü ile bağlantım var!" diye alenen bas bas bağırmadığı kalan insanlar siyaset yapıyor, belediye başkanı oluyor. Dağdaki teröristin akrabaları belediyeye torpilli işçi olarak giriyor, terörist cenazeleri belediye imkanları ile merasime tabi tutuluyor. … Liste böyle devam ediyor.
"Diyarbakır'da 5'i çocuk 7 kişinin hayatını kaybetmesine ve 76 kişinin de yaralanmasına yol açan bombalı saldırıyı gerçekleştiren Erdal Polat'ın itirafları dinleyenleri şaşırttı.
HADEP'e gide gele terörist olmuş
2000 yılında İstanbul'a gittiğini ve Küçükçekmece HADEP ilçe binasına gidip gelmeye başladığını belirten Polat, kendisine terör örgütü propagandasının yapıldığını, örgüt sempatisi kazandıktan sonra Diyarbakır'a döndüğünü söyledi." (13 Mart 2008)
Bu terörist devşirme ve yetiştirme faaliyetini legal çatı altında yapılmasına bile göz yumulmasına hâlâ devam ediliyor. Hatta adamlar işi iyice azıttılar.
"Terörist C.K. 7 PKK'lının öldüğü, kendisiyle birlikte 4 kişinin yakalandığı çatışmadan Roj TV muhabiri Halil Uysal'ın kaçarak kurtulduğunu söyledi." (DHA, 6 Mart 2008)
Şu Roj TV ve benzeri fitne kanallarının zararlarının her şeyden daha büyük olduğunu, çok değil 20 yıl içinde medyatik harp yöntemleri ile Kürtlerin Ermeniler gibi kin deryasına gömülmeye çalışıldığını daha önce de yazmıştık.
"Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinden duyurduğu Bingöl'de 10 PKK'lının öldürüldüğü olayla ilgili Bingöl Valisi İrfan Balkanlıoğlu ilginç bir açıklama yaptı. ... "Ele geçirilen bu teröristlerin büyük çoğunluğunun yabancı ve sünnetsiz olduğu yapılan ilk inceleme ve tıbbi araştırmada ortaya çıkmıştır...." (AA, 6 Şubat 2008)
Küffar başımıza çorap örmek için fırsat kolluyor. Bir çorap uymazsa başka çorap uydurmaya çalışıyor.
"PKK El Kaide ile ittifak mı kurdu?
İki ay önce ... PKK ile El Kaide arasında farazi ortaklıklar inşa etmeye çalışıldığını, Türkiye'nin Güneydoğusu için benzer senaryoların gündeme taşındığını belirttim. Bu çevreleri bugüne kadarki icraatlarından tanıyoruz.
Şimdi 13 Mart tarihli şu haberi birlikte okuyalım:
'Irak'taki el Kaide ile PKK liderleri arasında koordinasyon müzakereleri başladığı öne sürüldü. Katar'da yayınlanan El Arab gazetesi, Irak'taki El Kaide oluşumu Irak İslam Devleti ile PKK arasında 'askeri koordinasyon ve işbirliği' görüşmelerinin başladığını yazdı. El Kaide liderlerinden Şeyh Ebu Halil Bahadili, gazetenin Bağdat muhabirine yaptığı açıklamada, muhtemel anlaşmanın ayrıntılarını anlattı. El Arab'ın dünkü sayısında yer alan iddiaya göre PKK, El Kaide savaşçılarının Diyala, Musul ve Kerkük'te sığınmalarına yardımcı olacak, örgüte silah yardımında bulunacak. PKK ayrıca, örgütün Kuzey Irak'tan geçişini kolaylaştıracak. El Kaide ise bunun karşılığında PKK'ya istihbarat desteği verecek. Bahadili, PKK ile müzakerelere başlamalarının bu örgütle aynı ideolojiye sahip oldukları anlamına gelmediğinin altını çizdi.'" (İbrahim Karagül, 14 Mart 2008)
Şimdi bir de asker dağda eli silahlı teröristle harp etmemiş olsa olacakları düşünebiliyor musunuz? Bu iş silahla olmuyor propagandasının gerçek maksadı işte budur.
Operasyon o kadar yerinde ve o kadar başarılı oldu ki, şöyle nakledelim: "Bush'a ihtar oldu, ağır tokat oldu. PKK büyük darbe aldı. Hainler bundan ders aldılar."
Genelkurmay açıklamasında "Örgütün kalpgâhı Zap kampı hedef alınmıştı." bilgisi veriliyordu. Zap kampı hakkında bir teröristin şu itirafları elde edilen başarının önemini ortaya koyuyor:
"Kara harekatını PKK istiyordu
... Herekol Dağı'nda 7 teröristin öldürüldüğü çatışmada ... Yakalanan PKK'lılardan C.K., ... şunları anlattı: '... Ben Zap kampındayken PKK'lılar, güvenlik güçlerinin kara harekatı yapmasını çok istiyordu. Çünkü askerlerin çok kayıp vereceğini hesaplıyor ve buna göre tedbir alıyorlardı. Amerika, İsrail ve Irak menşeili çok sayıda silah ile Stinger marka füzeler Zap'ta mevcut. Ayrıca Kuzey Irak'taki kamplarda yerin 7 metre altında savunma sığınakları var. Bu sığınaklar Kobra helikopterler ile uçakların bombalanmasına karşı yapıldı.'" (DHA, 6 Mart 2008)
"Terörle Mücadele Mükemmelliyet Merkezi'nin gerçekleştirdiği Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu öncesinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile ayaküstü sohbet etme olanağı buluyoruz... bana söylediği bir söz işin askeri yönü açısından önemli: 'NATO Kuvvetler Komutanı Orgeneral Mattis az önce söyledi, sen çılgın mısın, o coğrafyada o iklim koşullarında harekat yapılır mı diye... O fotoğraflardaki çocuklar böyle büyük bir iş başardılar...'" (Ardan Zentürk, 11 Mart 2008, Star)
"TSK'nin sınır ötesi operasyonunda üç kurşunla yaralanan Denizlili Komando Er Ali Karagöz, tedavisinin ardından geldiği baba evinde alkış ve gözyaşlarıyla karşılandı. ... Operasyonun çok başarılı geçtiğini belirten Ali Karagöz, 'Boşuna uğraşıyorlar. Onların başarılı olması mümkün değil. Onları çok kötü vurduk' dedi." (11 Mart 2008)
"NATO Komutanı Mattis 'harekatı' star'a değerlendirdi. NATO ve Avrupa'daki Amerikan Kuvvetleri Komutanı Gen. James Mattis'i ... Mehmetçik fotoğraflarını incelerken buluyoruz... NATO'nun en üst komutanından harekatı değerlendirmesini istiyoruz. İşte söyledikleri:
'Türk meslektaşlarımın aldığı karar, askeri açıdan çok cesur bir karardır. Bu tür bir coğrafyada ve bu iklim koşullarında harekata karar vermek, büyük bir hazırlığı ve kararlılığı işaret etmektedir. Türk ordusunun bu harekatını bütün yönleriyle çok yakından izledik ve planlamasının mükemmel ötesinde kusursuz ve sonuçlarının da tahmin edilenin ötesinde olduğunu gördük. Bu harekatla ortak düşmanımız PKK kolay tamir edilemez bir yara almıştır.
Bu koşullarda bir harekata kalkışıp başarılı olmanız için öncelikle askerinizin çok iyi eğitim almış olması gerekir. Her askerle bu işi yapamazsınız. Eğer askeriniz iyi eğitimli değilse düşmandan önce hava koşulları onların tamamını yok eder. ... Askerin bu harekatta sergilediği eğitim düzeyi çok etkileyici..." (11 Mart 2008, Star)
"Bükreş'te yapılacak Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi öncesinde Brüksel'de Türk gazetecilere bilgi veren NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, ... 'Türkiye, teröristler asimetrik yolları kullansalar da PKK ile çok iyi başa çıkabildiği izlenimini veriyor.' dedi." (AA, 18 Mart 2008))
Biliyorsunuz operasyon hakkında "Amerika istedi girdik, Amerika istedi çıktık." şeklinde büyük tartışmalar yaşandı. Silahlı kuvvetler bu yorumlara çok içerledi ve tepki gösterdi. İşin aslını Zaman gazetesinin Washington muhabirinden okuyalım:
"Türk ordusu Bushu nasıl uykudan etti?
Güneş Operasyonu'nun bombardıman safhasının başladığı saatler ABD'de 21 Şubat Perşembe sabaha karşı vakitlerine tekabül ediyordu. Amerikalı yetkililer ancak olağanüstü durumlarda başvurulan bir şeye karar verdi.
Ve başkomutan George W. Bush, uykudan uyandırılarak Türk ordusunun Kuzey Irak'a büyük bir operasyon düzenlediği kendisine iletildi.
Washington'ta çok güvenilir bir kaynaktan edindiğimiz bu bilgi, ABD'nin olayı ne derece önemsediğini ve sürprizle karşıladığını gösteriyor. Aslında taraflar dar alanlı, kısa süreli, 'gir-çık' türü kara operasyonları yapılmasına önceden prensipte anlaşmışlardı. Amerikalılar için operasyonun tam vakti, kapsamı ve süresinden yeterince erken haberdar edilmemeleri sürpriz oldu.
Bu sürprize en çok kızan, şüphesiz dünyadaki tüm askerler gibi sürprizlerden hoşlanmayan Amerikan ordusu idi. Hele kontrolsüz sinek bile uçurmamaya çalıştıkları Irak'ta Türkler bunu kendilerine nasıl yapabilirdi? 1 Mart 2003 tezkere krizinden beri Pentagon'da çoklarının Türklerden ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nden zaten sıdkı sıyrılmıştı. O gün bugündür Kuzey Irak'ta açık ve örtülü Türk askeri varlığı istemiyorlardı.
Pentagon'un NATO işlerinden sorumlu Avrupa Komutanlığı'nın (EUCOM) Türkiye'ye nispeten müzahir tutumuna rağmen, Irak işlerini deruhte eden Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Washington'da Ankara'nın PKK taleplerine takoz koyanların başını çekiyordu.
... Amerikalıların gönülsüzce uyguladığı 5 Kasım mutabakatı, iki NATO müttefiki ordunun güvensizlik yarasına sadece pansuman olabildi. Taraflar son Kuzey Irak operasyonundan karşılıklı şüpheleri derinleşerek çıktılar. Hava operasyonları devam etse de, muhtemel yeni kara operasyonları konusunda ABD'nin tutumunu şimdiden kestirmek zor. Türkiye, özellikle TSK için bir gurur meselesi haline gelen yeni kara operasyonları için bastıracaktır. Amerikalılar ise Başkan Bush'u tekrar uykusundan etmeyecek şekilde bir operasyonel iletişim ve şeffafiyet güvencesi ile 'siyasi çözüm' yönünde işaretler almadan kolay kolay evet demeyecektir." (Ali H. Aslan, Washington-Zaman, 10 Mart 2008)
Bildiğimiz gibi Türk ordusu Kuzey Irak operasyonlarına devam etme konusunda çok kararlı. Büyük bir değişiklik olmazsa bu yaz aylarının çok sıcak geçeceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
Hararet artıyor.