Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Dış Görünüşe ve Uyduruk Felsefelere Aldanmayalım! - Ömer Öngüt
Dış Görünüşe ve Uyduruk Felsefelere Aldanmayalım!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Mart 2008

 

Dış Görünüşe ve Uyduruk Felsefelere Aldanmayalım!

Millet olarak bu gibi fikirlere ve sahiplerine hoş bakar olduk. Bu iyi bir işaret değil! "Bocalama" derinleşebilir.

 

İnsan, inançları ve iç dünyası ile bir bütündür. Nitekim insan, davranışlarında (amellerinde); iç dünyasında yaşadığı inancının yönlendirmesi ve etkisi altındadır. İnsanlardan teşekkül eden her topluluk da böyledir. İnsanların kurduğu teşkilatlar da böyledir. İç bünyesinde bir tür inanç, başka bir deyişle bir felsefe taşır. Devlet dediğimiz şey de bunun gibidir. Bir felsefesi vardır.

Biz uzunca bir süredir -birkaç asırdır- hayatımızdaki her olayı, hatta düşünce dünyamızı Batı’nın değerleri ve ürettiği kavramlar çerçevesinde tanımlamaya çalışıyoruz. Bu yüzden “Bocalama” adını verebileceğimiz bir süreç yaşıyoruz.

Batı; sahte, sapkın, dünyaperest din baronlarının elinden kurtulmanın yolunu dünyevîleşme ile buldu. Sonuçta kendi yaşadığı tecrübeyi bütün dünyaya ihraç etmeye çalıştı.

“Yedi düvel” karşısında tutunamayan Türk entellektüeli harp sahasında yaşadığı yenilgiyi düşünce dünyasına da taşıdı. Dünyevîleşme ile eski haşmetli günlerine kavuşabileceğini zannetti. Ancak asırlar ve bin yıllar boyunca hakikatin, gerçek din adamlarının etki ve korumasında şahlanmış, yetişmiş, serpilmiş bir millet dünyevîleşmeyi Avrupa’daki gibi yaşayamadı. Yaşaması da mümkün değildi. Sonuçta ortaya bugün gördüğümüz bir ucube çıktı. Asırlar, bin yıllar boyu kurduğumuz devletlerin ana motoru olan temel felsefeyi kaybettiğimiz günden beri bu haldeyiz.

Bu temel felsefe nedir?

Millet olarak gönlümüzün derinliklerine yer etmiş “Cihan devleti ülküsü” ile Batı ülkelerindeki “Sömürge devleti zihniyeti” arasındaki fark nedir?

Her şeyimizi, hatta tarih düşüncemizi de Batı zihniyeti ile yoğurmaya çalışıyoruz. Halbuki dünya tarihi aynı zamanda bir hak-batıl, iman-küfür mücadelesi tarihidir. Eski Türk tarih kaynaklarında Oğuz Han’ın İbrahim Aleyhisselâm’a iman etmiş bir müslüman olarak putperest babası ile yaşadığı mücadele ve nihayetinde bütün Türk yurdunun hakanı olduğu yazar. Tarih boyunca Türklerdeki “Cihan devleti” mefkuresinin kaynağı sadece kuru bir cihangirlik davasından gelmiyor. Bunu açıkça vasiyet etmiş olan Osman Gazi’ye bu mefkureyi veren babası Ertuğrul Gazi değil, bilakis onun hamurunu yoğuran, şeyhi Edebali idi.

Meselâ Batılılar “Yunan felsefesi” diye tutturmuş gidiyorlar. Sokrat-Eflatun-Aristo üçlemesi dillerde dolanıp duruyor. Ancak dikkat ederseniz bu üçlünün son halkası olan Aristo felsefesinde dünyevîleşmenin her türlü izini bulduğunuz halde Sokrat sapkın Yunan devletinde “Tek tanrı inancı”nı müdafaa ettiği için zehir içmeye mahkûm edilmiş bir düşünür idi. Hakiki takipçileri haliyle içinde bulundukları toplum tarafından kabul görmedi.

Oysa Türk tarihinde Korkut Ata (Dede Korkut) gibi Allah dostu “er”ler Türk hükümdarlarının birçoklarının yanında itibarlı bir yere sahipti. Bahsettiğimiz ve bugüne kadar kırıntıları hâlâ yüreklerde yaşayan Türk devlet felsefesi bu erlerin ellerinde yoğrulmuştu.

Bu felsefenin temelinde; İslâm inancı, durmak bilmez bir azimle küfrü boğma gayreti, dünyada iman ve hakikatin hakimiyetini yaymak fikri vardır. Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş devrindeki bitmek bilmez azim ve cihad ruhu bunun en bariz bir tecellîsidir.

Eski Türk tarihinin sayfalarında; devrin dünyevîleşme felsefesinin temsilcisi Çin hayat tarzının cazibesine kapılmış, iktidar için Çin devleti ile anlaşmış Türk beyleri de vardı. Bugün de tarihten tekerrürler yaşıyoruz. Belki dünya tarihinin en dünyevî devlet felsefesine sahip, tarihin yağmacı istilacılarının hortlamış temsilcileri gibi hareket eden Amerika gibi ülkelerden medet uman insanlarımız var. Amerika dediğimiz devlet, kiminin “İllimunati”, kiminin “Gizli dünya devleti”, kiminin “Küresel Kraliyetçiler” dediği kitaplara konu olmuş gizli bir komite tarafından yönetilen bir devlettir. Bu komitenin üyeleri “Talmud”lardan ilham alan her türlü sihir, kara büyü ve benzeri şeytani işlerle iştigal eden, şeytanın pabucunu ters giydirecek kadar işi ilerletmiş bir çetedir.

İşte bu çetecilerin dümen suyuna giren insanların şahsî ve idarî kararlarını alırken bazı medyumlara danıştığını duymuş olsaydınız şaşırır mıydınız? Şaşırmayın!

Şaşıracak bir şey yok! Şöyle düşünün: Bundan 700 yıl önce Şeyh Edebali’ye düşmanlık ve kin besleyen bir kimse olsaydı ona hangi nazarla bakardınız?

Allah-u Teâlâ’nın vekil tayin ettiği kullarına düşmanlık besleyen bir kimse “Allah düşmanı”dır. Bunu Allah-u Teâlâ buyuruyor. Bir Hadis-i kudsî’de “Velilerimden birine düşmanlık besleyen kimseye ben harp ilan ederim.” buyuruyor. Görüntü insanları aldatıyor. Hazret-i Allah “dış görünüşe” değil, içe bakıyor.

Siyaseten verilen taviz başka şeydir, iç dünyasında “Diyalog”, “Hoşgörü” gibi felsefelerle kâfirle yakınlaşmayı meşru gören bir inanışa evrilmek başka şeydir. Bu gibilerden kaynağını “iman”dan alan bu tarihî devlet mefkuresine göre hareket beklemek boş bir hayaldir.

Millet olarak bu gibi fikirlere ve sahiplerine hoş bakar olduk. Bu iyi bir işaret değil! “Bocalama” derinleşebilir.


  Önceki Sonraki