Dikkat ederseniz Cenâb-ı Hakk'ın izniyle lüzumu kadar bu halkı uyandırmaya çalıştık. Resulullah Aleyhisselâm'ın
"İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış."
emr-i şerif'ine ittiba ettik. Emr-i bilma'ruf ve nehy-i anil-münker vazifesini bihakkın yerine getirmeye gayret ettik.
Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan, hiç kimseden çekinmeden hakikatleri neşrettik. Defaatle dergilerimizle, kitaplarımızla halkı uyandırmaya, her türlü hakikati duyurmaya çalıştık.
Fakat ruh ölmüş. Ruh ölü olduğu için dirilmiyor.
Nitekim Hadis-i şerif'te bir yer var, Resulullah Aleyhisselâm
"Ne zaman ki..."buyurduktan sonra "...herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse..."
diyerek bugünkü durumu tarif ediyor; "Herkes reyini beğenecek, kendi reyine göre hareket edecek." Ve işte o gün geldiğinde;
"O zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!"
Onun için Hakk'a bak, halk tabakasını bırak. Hakk'ın hükmüne ram ol, halkın zannından uzak ol. Kendi reyini beğeniyor, kendi görüşünü beğeniyor, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü, ilâhi emri kenara atıyor. Her akıl sahibi aklını ileriye sürecek ama senin zannın, söylediklerin boş olacak. Bugün o gün gelmiştir. Halk tabakasını bırakma zamanı.
Niçin? Çünkü bu zaman seyyiat zamanı, âhir zaman...
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde inananlara şöyle emir buyuruyor:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." (Tahrîm: 6)
Ateşin taşla tutuşturulması, şiddetine, hararetinin fazlalığına dair bir işarettir.
Allah-u Teâlâ bu emr-i ilâhisi ile, müminleri kendilerini korumakla mükellef tuttuğu gibi; evlâd-u ıyâlini de ateşten korumakla mükellef kılmıştır. Aksi halde mesuldür.
Bu devirde bu koruma nasıl olur?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz aşağıdaki mucize Hadis-i şerif'lerinde hem bu devri tarif ediyor, hem de "korunma ve kurtulmanın yolu"nu gösteriyor.
Ashâb-ı kiram'dan Sâlebetü'l-Haşenî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:
"Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz." (Mâide: 105)
Âyet-i kerime'sinin tefsirini sorduğunda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yâ Ebu Sâlebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman KENDİNİ KURTARMAYA BAK VE HALK TABAKASINI BIRAK!
Muhakkak ki sizin arkanızda karanlık gece parçaları gibi fitneler vardır. O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır."
Ashâb-ı kiram: "Yâ Resulellah! Onlardan elli kişinin sevabı kadar sevabı vardır değil mi? (Yani 'Sizden' kelimesi yanlışlıkla mı kullanıldı?)" diye sorduklarında buyurdu ki:
"Hayır! Sizden elli kişinin sevabı kadar sevap alır. Çünkü siz iyiliklerde yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar." (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
İşte o zaman bugün. Çok nazik davranmak lazım, çok dikkatli davranmak lâzım.
Cenâb-ı Hakk'tan kopmayacaksın, Hakk ile olacaksın, Hakk ile vazife göreceksin. Fazla sivrilmeyeceksin. "Düzelteyim!", "Yapayım!" zamanı değil, kurtulma zamanı.
Zira Resulullah Aleyhisselâm'ın "Kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!" buyurduğu zaman bu zaman. Halk tabakasını bırakıp kendini kurtarma zamanı. Rabb'im kurtardıklarından etsin.
Bu emre yukarıdaki Âyet-i kerime mucibince ehl-ü iyali de dahildir: "Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun!"
Dikkat ederseniz Cenâb-ı Hakk'ın izniyle lüzumu kadar bu halkı uyandırmaya çalıştık. Resulullah Aleyhisselâm'ın "İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış."emr-i şerif'ine ittiba ettik. Emr-i bilma'ruf ve nehy-i anil-münker vazifesini bihakkın yerine getirmeye gayret ettik.
Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan, hiç kimseden çekinmeden hakikatleri neşrettik. Defaatle dergilerimizle, kitaplarımızla halkı uyandırmaya, her türlü hakikati duyurmaya çalıştık. Fakat ruh ölmüş. Ruh ölü olduğu için dirilmiyor.
Nitekim Hadis-i şerif'te bir yer var, Resulullah Aleyhisselâm "Ne zaman ki..." buyurduktan sonra "...herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse..." diyerek bugünkü durumu tarif ediyor; "Herkes reyini beğenecek, kendi reyine göre hareket edecek." Ve işte o gün geldiğinde "O zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!"
Onun için Hakk'a bak, halk tabakasını bırak. Hakk'ın hükmüne ram ol, halkın zannından uzak ol. Kendi reyini beğeniyor, kendi görüşünü beğeniyor, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü, ilâhi emri kenara atıyor. Her akıl sahibi aklını ileriye sürecek ama senin söylediklerin boş olacak.
Bugün o gün gelmiştir. Halk tabakasını bırakma zamanı.
Niçin? Çünkü bu zaman seyyiat zamanı, âhir zaman...
Ahkâm-ı ilâhi zaten yaşanmıyor, her türlü illet almış başını yürümüş. Eskiden sıkıntı vardı, İslâm'ı yaşamak zordu; ancak herkes helâli-haramı bilirdi, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü yaşayamasa bile iman ederdi. Bugün ise rahatlık var, dünyevî imkânlar var. Ve fakat iman yok! Allah-u Teâlâ'nın hükmüne teslimiyet yok.
Öyle bir devirdeyiz ki, dünya kurulalıdan beri fitne ve fesadın ayyuka çıktığı böyle bir devir gelmiş değil.
Günahların açık olarak işlendiği ve isyana dönüştüğü, dünya kurulalıdan beri bir eşinin gelmediği, böyle bir bunalım geçirilmediği, her türlü fitnenin ortaya çıktığı, her türlü kötülüğün anasının mevcut olduğu yirmi birinci asrın seyyiat zamanında yaşıyoruz.
İlâhî emirler arkaya atılıyor ve hükümsüz sayılıyor.
Allah-u Teâlâ'nın bunca ihsanları karşısında bunca isyan! Helâk olan eski kavimler bollukta iken, sefahat içinde iken belâ ve âfâtlara uğramışlardır. Onların birer kabahatlerinden ötürü başlarına felâketler gelmişti. O kavimlerin yaptıkları kabahatlerin bugün hepsi yapılıyor. Her kötülüğün anası bu devirde mevcut. Onun için böyle bir devir gelmiş değil.
Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara mutlaka öyle bir zaman gelecek ki, malı helâl yolla mı, haram yolla mı aldıklarına aldırış etmez." (Buhârî)
İşte o gün bu gündür!
Öyle ki Hakk'tan kopulduğu, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin umursanmadığı, sadece dünyaya rağbet edildiği, Allah'ın dinine değil, ilâh edindiği imamına tabi olunduğu, Resulullah Aleyhisselâm'a dil uzatıldığı, küfrün hoş görüldüğü, imanla küfrün, hakikat ile dalâletin karıştırılmaya çalışıldığı, Allah düşmanlarına iltifat edildiği, Allah'a harp ilân edildiği, faiz, zina, fuhuş, içki, kumar, hırsızlık, rüşvet, çıplaklık, futbol gibi küfür âdetleri ve daha birçok Allah'ın yasakladığı şeylerin yapıldığı ve yaşandığı bu zamanda elbette bu isyan cezasız kalmaz.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Allah-u Teâlâ Davud Aleyhisselâm'a şöyle vahyetmiştir:
"Zâlimlere söyle beni zikretmesinler. Çünkü ben, beni zikredenleri zikrederim. Onları zikretmem ise onlara lânet etmem şeklindedir." (Deylemî)
Bu ilâhî beyandan anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ yoldan çıkan fâsıkların ibadetlerini de kabul etmiyor.
Nitekim Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Nefsim kudret elinde bulunan Zât-ı Ecell-ü A'lâ'ya yemin ederim ki; ya iyilikle emreder kötülükten men edersiniz, yahut çok sürmez Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir. Sonra O'na duâ edersiniz de duânız kabul olunmaz." (Tirmizî. Fiten 9)
Sahte kahramanlar, sahte müslümanlar, yalancı pehlivanlar sahayı işgal etmiş. Bunlara destek veriliyor.
"Küfrü hoş görmek, küffarla dostluk kurmak İslâm'da yoktur." diye defaatle Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hatırlattık. Allah-u Teâlâ'nın yasakladığını İslâm dinindenmiş gibi gösteren sahte kahramanların, sahte müslümanların içyüzünü her fırsatta ortaya koyduk. Ancak halk okudu; kokladı, kenara bıraktı, kendi görüşüne göre hareket etti, etmeye devam ediyor. "Doğru, ama", diyor kendi bildiğini okuyor. Çünkü harama bulaşmayan, bankaya-faize bulaşmayan kalmadı. İstese de dönemiyor.
Artık kimse hakikati dinlemez oldu. Görünüşte inanıyor, "Doğru söylüyorsunuz." diyor. Ancak o an menfaati neredeyse oraya dönüyor. Onun için:
"Halk tabakasını bırak!", mesuliyetten de kurtul.
Görünüşte inanmaktadır ancak akıl hocaları çoktur, pabucunu ters çevirir. Karışmıyoruz. Niçin? Akıl hocası çok. Yarın sualle o karşılaşacak. Biz mecmualarımızda lâzım geleni yazdık. Dinlemiyor. Biz de hiç onları dinlemiyoruz. Mesul değiliz. Daha doğrusu bir kere ikaz etmek zorundayım. Ama sonu kendisine ait.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında haber verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
"Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zattır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir, diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim, Fiten)
İşte bu zaman. Yani ruhu ölmüş, canlı cenaze.
Bugün gönülden samimi bağlılar selamette, huzurda. Yoksa halkta huzur kalmadı.
Halk yanıyor. Bunlar da gülüyor bu hadiselere. Umurunda da değil. Niçin? İslâm'a düşman. İntikam alıyor.
İbnu Ömer -radıyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Azîz ve Celil olan Allah, bir insanı helak etmek istedi mi, ondan önce hayayı çeker alır. Hayası bir kere gitti mi sen ona artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini kazanmış olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır. Kişiden emanet çekilip alınınca ona artık hep hain ve herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah'ın rahmetinden) kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır." (İbn-i Mâce, 4054)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Zina gibi fuhşiyatın zuhuru yerin sarsılmasına mucib olur." (Camiü's-sağir)
"Bir memlekette zinâ ve fâiz yaygınlaşırsa, o memleket halkı Allah'ın azabını mutlaka helâl kılmış, hak etmişlerdir." (Taberânî)
Hak etmiş olmuyor muyuz?
"İnsanlar günahları çoğalmadıkça helâk olmayacaklardır." (Ebu Davut: 4347)
Allah'ım sonumuzu hayır etsin. İşte bunlar hepsi yoldan çıkmanın cezası.
Allah-u Teâlâ'nın emirleri terk edildi, yasak ettiği şeyler benimsendi ve alabildiğine işlendi.
"Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar." (İbn-i Mâce: 4019)
Şimdiki zaman tarif ediliyor.
O gün yaklaştı.
Bu günde Allah ve Resul'üne yönelenlere ne mutlu! Allah-u Teâlâ dilediğini dilediği şekilde kurtarır. Bu gibi kimselerin dünyası saâdet olur. Çünkü o Hakk ile idi halk ile değil.
•
Umumi durum bu olduğu gibi gerek emanet sahiplerinin küffara yol vermesi, gerek halkın bu durumu büyük tehlikeler arzediyor.
Bu durum çok pahalıya mal oluyor. İş iyiye doğru gitmiyor.
İş, kendisini Hazret-i Allah yerine küffara beğendirmeye çalışanlara kalmış iken, Amerika ile dostluğa devam ederken bu işler iyi gitmez. İki kelime...
Halbuki Amerika demek yahudi demek.
Hal böyle iken bakıyorsun, Allah-u Teâlâ'nın gadab ettiği küffar ile dostluk peydah etmeye çalışılıyor.
Âyet-i kerime'de:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." buyuruluyor. (Mâide: 51)
Çok büyük zararlar var.
Amerika'nın düşman olduğunu herkes biliyor. PKK'yı hazırlayan o. Ee, komşun dostluk yapmaya çalışıyor; küffara teşekküre gidiliyor da dost darıltılıyor. Ne kadar acı bir iş!
İran müslüman, diğeri hıristiyan. Hırıstiyan tercih ediliyor. Müslümana yüz çeviriliyor, kâfirle dostluk kuruluyor. Birisi dost, diğeri düşman. Düşmanı tercih ediyorlar. Birisi komşu, diğeri bize uzak. Komşuyu darıltıyor, uzaktakini tercih ediyorlar, hoş tutuyorlar.
Çok pahalıya mal oluyor.
Durum çok nazik.
Bunların bu hareketleri müslümanların gönlüne diken oldu. Ama hıristiyana hoş oldu. Ama bunlara da kalmaz.
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir."(Nisâ: 139)
Bu durum hakikaten bir Gadab-ı İlâhi'ye vesile olur.
•
Millet dinlemez oldu. Çünkü biz zamanında uyardık. Uyanmıyor! Ee, uyanmazsa uyanmaz. Artık bizim yapacağımız bir şey yok. İyi olanlar da çekiyor, fakat onlar bunun hepsini çekecekler. Allah-u alem.
Huzeyfe -radıyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"İnsanların dünyaca en bahtiyarını adi oğlu adiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz." (Tirmizî, Fiten 37)
Bizim gayemiz neşir. Hakikati arzetmek. Takdir ne ise o olur.
Ve bu durum bizi nereye götürür? Cenab-ı Hakk bizi boşuna bırakır mı? Çünkü her felâket ondan sonra gelir. Hazret-i Allah'ı bırakmakla o da seni bırakıverir. Herkes günlük rahatında, menfaatinde. Böyle böyle Allah-u Teâlâ'nın hükmü zuhur edecek.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Siz oyalanadurun, uyuyun ama âkıbetimiz bu...
Hiçbir azap sebepsiz gelmez.
Dikkat ederseniz Resulullah Aleyhisselâm "Halkı bırak, kendini kurtarmaya bak!" diye emir buyuruyor.
Ne kadar ağır bir hüküm! Anlayan için.
Ne kadar tehlikeli bir devir! Kimse farkında değil, idrak sahipleri müstesna. Allah'ım bizi bu tehlikelerin idrakine varanlardan kılsın.
İşte görüyorsunuz, halk büyük bir illete düçar olmuş. Zaten kendisi olmuş bir illet... Dünyaya dalmış, basireti kapanmış. Hiçbir sözden, hiçbir yazıdan anlamıyor. Akıl hocası çok, kendi aklını, kendi reyini beğeniyor. Âyet-i kerime hatırlatıldığı zaman kılı kıpırdamıyor. Dinlemez oldu. Biz zamanında uyandırdık.
Ama sonra ayılır, bir gün uyanır, ancak iş işten geçmiş olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar." buyuruyor. (K. Hafâ)
Bir gün herkes uyanacak, ancak iş işten geçmiş olacak.
"Andolsun ki sen bundan gâfildin, işte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık, bugün artık gözün keskindir." (Kaf: 22)
İşte bunlar da ölünce uyanacaklar. Yoksa yazıyla uyanacak ruh yok. Artık bitti.
Bu duruma öncülük edenlerin ve onlara tâbi olan kalabalıkların ahiretteki durumunu Allah-u Teâlâ bize bildiriyor:
"O zaman küfür öncüleri azabı görünce kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşıp giderler ve aralarındaki bütün bağlar kopar.
Onlara uyup arkalarından gidenler: 'Ah ne olurdu, bir daha dünyaya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşmış olsaydık!' derler. Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve pişmanlıklar halinde gösterecektir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır." (Bakara: 166-167)
Ne kadar kötü bir akıbet.
"(Hakikati) yalanlayanların vay haline o gün!
Onlar ki o daldıkları bâtıl içinde oynayıp-oyalanmaktadırlar.
O gün cehenneme itildikçe itilirler.
İşte yalanlayıp durduğunuz cehennem budur!" (Tûr: 11-14)
Çok üzüntü verici durumlar oluyor. Küffar yol buluyor. İslâm'a çok büyük zararlar veriliyor. Artık iş Allah'a kaldı.
Ama Cenâb-ı Hakk'ın azabı çetin ve dehşetlidir:
"Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin!
Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün!
Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin.
Bu, işte o şüphe edip durduğun şeydir." (Duhan: 47-50)
•
O kadar yazdık, hükm-ü ilâhi'yi beyan ettik. Okumamış, yahut koklamış. Sıfat-ı hayvaniyede kalmış, koklamış, koklamış, bırakmış. Daha önce beyan etmiştik, "Saadete Erenler, Felâkete Kayanlar"ın durumunu. Kaymayın be kardeş! Hükm-ü ilâhi'ye tutunun. Bırakın bu yoldan sapanları! Bırakın bu küffarın dostluğundan medet umanları.
Allah-u Teâlâ'nın azabı o kadar şiddetli ki, "Yakıtı insanlar ve taşlar" buyuruluyor. Hiç mi kılın kıpırdamıyor. Parmağını ateşe uzatamıyorsun. Hiç mi düşünmüyorsun! Hiç mi ibret almıyorsun!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Allah'ın azabından Allah'a sığının. Kabir azabından Allah'a sığının!.." buyuruyorlar. (Müslim: 588)
Allah'ım muhafaza buyursun. İman etmeyi nasip etsin.
Öyle bir devir ki "Karanlık gece parçaları gibi fitneler"in bulunduğu bir devir. Öyle bir devir ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz ashâbına, "O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır." müjdesini verdiği bir devir. Bu müjdeyi havsala almaz. Ancak bu müjde "Sımsıkı yapışan bir kimse"ye şamildir. Herkese şamil değildir.
Bediüzzaman Hazretleri "İhlas, sadakat, tesanüt sıfatlarına tam sahip olan" buyuruyorlar.
Nitekim daha önce neşrettik. "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd: 112) Âyet-i kerime'sini arzettik. İzahını yaptık.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Bir insan 'lâilâhe illâllah" deyince cennete girer." buyurdu. Ama hemen arkasından "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." Âyet-i kerime'si gelir. Ne oldu şimdi? Plânları çürüttü. Ya olacaksın ya öleceksin. Anladınız mı? Yâ İslâm olarak yaşayacaksın, ya küfür içinde olduğunu bileceksin. Sen her şeyi yapacaksın, yine "Müslümanım!" diyeceksin. Yok, yok, böyle şey olmaz.
İman nasıl kökleşir?
Biz şimdi iman kurtarmaya çalışıyoruz. Zâhirdekileri iman kurtarmak, dâhildekileri içeriye nüfuz ettirmek için. İçeriye nüfuz etmedikçe iman kökleşemez.
"Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver." (Rûm: 30)
Mühim olan nokta bu. İç âlemine yöneldiğin zaman, içte O'nu bulduğun zaman, O'nunla olduğun zaman; orada kal. Dışarıda bir şey yok. Dışarıda hiçbir şey yok. Yönel ama neye yönel? İç alemine yönel. Herkes dışarıya yöneliyor. Yönel deyince insan dışarıyı anlıyor. Hayır iç âlemine yönel. Namazını kıl, hacca git, sakal bırak bu dış. Anlattığımız iç.
Mühim olan gönüldür, dış alem değil. Hazret-i Allah gönülde olacak, Kelâmullah gönülde olacak, nurullah gönülde olacak. Dışarıda bir şey arama. Ne ararsan gönlünde ara. Olmuyor. Oldurmak için çalış. Esas gönül oluyor. Biz buna çok ehemmiyet veriyoruz.
Yol çok naziktir. Nazik olduğu için rıza-i ilâhi'ye uygun iş ve hareket yapmamız şart. Efkâr acâyip. Bunlarla bağdaşmak kolay değil. Ancak insan lokmasına dikkat edecek, şüpheli olan şeylerden kaçınacak, ihlâslı bir veya iki arkadaşı olacak, râbıtası kuvvetli olacak, böylece Cenâb-ı Hakk'a sığınmış olarak yürüyecek.
"Bu devirde nasıl yaşayacaksın" gibi mazeretlere sığınıp ahkâm-ı ilâhi'ye riayet etmeyen, gözetmeyen, helâle harama bakmayan veyahut "Ne yapsınlar, bu devirde bu kadar oluyor!" diyerek sırat-ı müstakim'den ayrılanlara arka çıkan kimse Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna hangi yüzle çıkacak? Bu kadar ikaz ettik; müslüman topluluğunun ferdi olduğunu hangi yüzle iddia edecek?
Sırat köprüsü dünyadadır. Kim ki ahkâm-ı ilâhi'yi inceden inceye süzüp hareket ederse, ahiret için kolaylık vardır. Sırat köprüsü ona geniş ve rahattır. Dünyada ahkâma bakmayan, incelemeyen, orada her halde çok ince hesaptan ve çok ince köprüden geçecek.
Ben size dünyayı terkedin demiyorum. Yalnız dünya için çalışırken ebedî hayatın saadetini de ihmal etmeyin. Çünkü dünya malı dünyada kalacak. Önümüzde öyle fırtınalar var ki hiçbir şey kalmayacak. Biz hazır olalım, imanla göçmek için çareler arayalım. Onun için biz O'nun yolunda olalım, O'nun yolunda ölelim! Kalsak da O'nunla olalım, ölsek de O'nunla olalım. Çünkü hayat ile vefat iman sahibi için hiç değişmez, bir terhistir.
Gaye O'nunla olmak, O'nunla ölmek, ebedî saadete ermek. Burası bir imtihan sahnesinden başka hiçbir şey değil. Kapılanlara yazıklar olsun.
Bir kimseye dinden çıkmak için çok para teklif edilse çıkmaz da bilmediğinden ötürü Allah-u Teâlâ'nın hükmüne rıza göstermemekle küfre girdiğinin farkına varmaz veya şeytan onu aldattığından dolayı küçük bir menfaat için dinden çıkar da haberi olmaz.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre; emanetin yani din duygularının, adalet ve emniyet umdelerinin Allah-u Teâlâ tarafından insan gönüllerine nasıl ilham olunduğunu izah eden Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, sonra bu duyguların birer birer nasıl silinip gittiğini şöyle haber vermişlerdir:
"Bir kişi azıcık uyur. O uyurken kalbinden emanet hissi çekilip alınır da; emanetin eseri (izi ve yeri), rengi uçuk bir nokta halinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o yine uyur, bu defa emanetin izi (geri kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri ve yeri de balta sallayan bir işçinin avucundaki bere kabarcığı gibi kalır.
Şu halde (o mübarek) emanet, senin ayağına düşürdüğün bir kıvılcımın düştüğü yeri şişirtip, senin onu bir kabarcık halinde görmen gibidir. Halbuki bu kabarcıkta (vücudun hayatî açısından) bir önemi yoktur. Bu eser, siyahlıktan daha kötüdür.
Kalplerden emanet böyle silindikten sonra insanlar alış-verişe devam ederler, fakat içlerinde emaneti doğruca yerine getirecek kişi zor bulunur. 'Filân oğullarından emin bir kişi varmış, ne akıllı, ne tedbirli, ne zarif, ne kahraman adamdır, Allah'tan çekinir.' derler. HALBUKİ ONUN KALBİNDE ZERRE KADAR İMAN YOKTUR." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2039 - İbn-i Mâce: 4053)
Bu Hadis-i şerif'e çok dikkat etmek, işaret edilen ince mânâlardan ibret almak lâzımdır.
Talebe yetiştirir gibi yetiştirici olalım. Zira Resulullah Aleyhisselâm "Artık bırak halkı, halk tabakasını bırak kendini kurtarmaya bak." buyurdu. Halk sarhoş, gidiyor. Ama çok ağıra, çok pahalıya mal oluyor.
Bunun için bu millet tutulmuş büyük bir illete! Niçin tutuldu? Kimisi maçta, kimisi taçta kimisi menfaatte. Ama içeriye bak Hazret-i Allah'a dair hiçbir şey yok.
Onun için bu boşlukta düşman da oynuyor, şeytan da oynuyor. Sonra bihikmet-i ilâhi senelerdir bir önder gelmedi.
Binaenaleyh o zaman gelmiş ki "Halk tabakasını bırak" buyuruluyor, çünkü halk dediğim gibi ya siyasette, ya sporda, ya malda... Kendi aleminde yani. Ya taçta, ya maçta...
Halkın gafleti işlerin daha kötüye gitmesine sebep oluyor. Herkes günlük menfaatinin derdinde, kendisine hoş geleni beğenmiş, Hazret-i Allah'ın hoş görmediğini hoş görmüş, O'nun hükmü yerine dünyaya meyletmiş.
İşlerin gidişatını gördükçe din ve vatan namına çok üzülüyorum. Ancak Hazret-i Allah kimseye bırakmayacak. Biz yapacağımızı yaptık. Halk uyarıldı.
"Ya'lemu mâ-beyne eydîhim. Ey her şeyi bilen, hakikati bilen Allah'ım! Sana havale ediyorum." dedik ve Allah'a havale ettik.
Çünkü "O kulların işlediklerini ve işleyeceklerini de bilir." (Bakara: 255)
Bu sebeple biz şimdi kendi yakınlarımızı uyandırmaya çalışıyoruz. Çünkü insanın imandan kayması, sapması an meselesi.
Cenâb-ı Hakk'ın hükmünü bıraktı, kendi reyini beğendi; gitti. Allah korusun!
Öldükten sonra herkes uyanacak, mühim olan ölmeden uyanmak. Kurtulmak için.
O kadar ikaz ettik, "Kendi zannınızı yürütmeyin, hükm-ü ilâhiye bakın, kendi reyinizi beğenmeyin, desteklemeyin!" dedik. Dinleyen dinledi, dinlemeyen "Uydum kalabalığa..." Ee... Kalabalığa uydun, gittin!
Kalabalığa uyanların durumu şudur:
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna uyarlar ve yalandan başka söz de söylemezler." (En'am: 116)
İçinde bulunduğumuz bu ahir zamanda durum çok daha vahimdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, öldürme ve zorbalıktan başka yolla devlet idaresine sahip olunamayacaktır. Gasp ve cimrilikten başka yolla zenginliğe, dinden çıkma ve nefsânî duygulara tâbi olmaktan başka yolla da (diğer insanların) sevgisine ulaşılmayacaktır. Kim bu zamana ulaşır ve zengin olması mümkünken fakirliğe sabreder, sevgilerini kazanma mümkünken nefretlerine sabrederse, aziz (onurlu haysiyetli) olmaya gücü yeterken zillete sabrederse, Allah o kuluna beni tasdik eden elli sıddık sevabı verecektir." (Tahavî)
Dikkat ederseniz bu Hadis-i şerif mevzunun başındaki "Yâ Salebe! ...kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!" Hadis-i şerif'i ile birleşmiş oldu.
Öyle bir zaman ki, kurtulmak neredeyse mümkün değil, ancak kurtardıklarının da faziletini kavramak mümkün değil. Yani bu kadar zor, bu zorluğa göre de bu derece kıymetli. Sayıları da o kadar az, hatta azın da azı!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Garipler SAYILARI PEK AZ olan sâlih kişilerdir. Bu kişiler sâlih olmayan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde kendilerini seven az, buğz eden ise çoktur." (Ahmed bin Hanbel)
İşte öyle bir zaman ki, sâlih bir kimse içinde bulunduğu toplumda sevilmiyor. Dünya bütün cazibesi ile önlerinde durduğu halde, fakirliğe sabrediyorlar; halkın sevgisini kazanmak çok kolay olduğu halde, nefretlerine sabrediyorlar; itibarlı olmak imkânı varken, zillete sabrediyorlar. Zira zenginlik gasp ile, cimrilik ile, faize bulaşmak ile mümkün; insanların sevgisi dinden çıkma ve nefsanî duygulara tâbi olmakla mümkün; itibar sahte kahramanları desteklemekle mümkün.
Herkes tercihine göre ecrini alacak. Dünyalık için dinden çıkmaya rıza göstermek ne kadar kötü bir alış-veriştir.
Ey kardeş! Bu zillete, bu nefrete, bu fakirliğe sabretmek nefse çok ağır geliyor. Ancak dünya hayatı aldatıcı bir zevkten başka nedir ki?
"İyi bilin ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süstür. Aranızda öğünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olmak isteğinden ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği şeyler ekicilerin hoşuna gider. Sonra o bitki kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çer çöp olur. İşte hayatı bu şekilde olan kimse için ahirette şiddetli azap, müminler için ise, Allah'ın mağfireti ve rızâsı vardır. Dünya hayatı insanı oyalayan aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir." (Hadîd: 20)
İşte dünya hayatı budur.
"Dünya hayatı aldatıcı zevkten başka bir şey değildir." (Âl-i imran: 183)
Dünyayı ahirete değişen, tercih eden nice kavimler helâk olmuş gitmişlerdir.
"Zâlim olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra da başka bir topluluk var ettik.
Onlar bizim azabımızı hissettiklerinde oradan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.
Kaçmayın! İçinde şımarıp azdığınız nimetlere ve meskenlerinize dönün! Çünkü sorguya çekileceksiniz.
Dediler ki: 'Vay başımıza gelenlere! Biz gerçekten zâlimlermişiz.'
Biz onları kuruyup biçilmiş ekin haline, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu haykırmaları sürüp gitti." (Enbiyâ: 11-15)
Dünya hayatının bir oyun, bir eğlence olması, nefsinin heva ve hevesine uyanlar içindir. Yoksa Allah-u Teâlâ bu dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır:
"Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyun olsun diye yaratmadık.
Eğer biz oyun-eğlence edinmek isteseydik, herhalde onu kendi katımızdan edinirdik. Bunu yapsaydık böyle yapardık.
Hayır! Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir. Allah'a yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!" (Enbiyâ: 16-18)
Dünyanın geçici oyun ve eğlencesini tercih edenlerin âkıbeti işte budur. Ahiretteki mekânları ise "Yakıtı insanlar ve taşlar olan" cehennem ateşidir. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ hakkı, hakikat erlerinin elinden "Batılın tepesine şiddetli indirip attı." ve "Batılın beynini parçaladı." Bu batılların hepsi yok olmaya mahkûm.
Zira Allah-u Teâlâ'nın vaadi süphanisi var:
"Kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır." (Tevbe: 32)
Nur tamamlanacak ancak bu haşerat da temizlenecek. Çok az insan kalacak. Hazret-i Mehdi'nin gölgesi üzerimize düştü. Önümüzde çok büyük harpler var, çok büyük sıkıntılar yaşanma ihtimali var.
Allah-u Teâlâ İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde kıyametten evvel dünyayı harap edeceğini beyan buyuruyor. Vakit de çok yakın. Nihayet yirmi beş-otuz seneye kadar bu işler olup bitti mi, daha sonra Hazret-i Mehdi'nin gönderilişi, Deccal'in zuhuru, İsa Aleyhisselâm'ın inişi, Ye'cüc Me'cüc'ün çıkışı, Çinliler'in dünyayı istilâya kalkması, bu da sürer Allahu âlem yedi-sekiz sene, iş bitti... Bu insanlar gitti. Tek tük insan kalacak, İslâm'dan iki-üç kumandan daha gelecek, daha sonra insanlar yine bozulacaklar, ondan sonra veleddâllin âmin, sonrası da kıyamet...
Hâl böyle iken bu beyni parçalananların safında yer almak ne kadar kötü bir âkıbettir.
"Allah'ın nimetini nankörlükle karşılayanları ve (peşlerine taktıkları) toplulukları helâk olacakları yere, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmedin mi?" (İbrahim: 28)
Halbuki;
"Göklerde ve yerde kim varsa hep O'nundur." (Enbiyâ: 19)
Göklerin ve yerin hükümranı Allah-u Teâlâ'nın azameti karşısında bir insana düşen ona kulluk etmek, acziyetini ve hiçliğini ortaya koymaktır.
"O'nun huzurunda bulunanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler ve usanmazlar." (Enbiyâ: 19)
Allah-u Teâlâ bu salihler zümresini "Kulluk etmekten usanmazlar." beyanı ilâhi'si ile tarif ediyor.
"Hiç ara vermeksizin, bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih ederler." (Enbiyâ: 20)
"Sayıları azdır" buyurulan zümrenin tarifi budur. Herkes buna göre kendi durumunu kıyas etsin.
"Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel birer arkadaştırlar!" (Nisâ: 69)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez." (Tirmizî)
Görüyorsunuz ki o zamanla bu zaman bitişmiş oluyor. Evvelkilerden murad "Asr-ı saâdet"tir. Sonrakiler ise ikinci bin seneden sonra gelen ve "Hâtem-i velî" ile başlayan iman kurtarma ve cihad devresidir. Bu son devir Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm'ın zuhuru ile hitama erecektir.
Hâtem-i veli, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm. Bunlar ikinci bin senenin devrinin merdivenleridir.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Hangisi daha hayırlıdır bilinmez." buyuruyor.
Ashâb-ı kiram'ın yüksekliğini tarif etmek mümkün değildir. Amma elli ashab derecesi de sizin bileceğiniz bir şey değildir.
Yazının başında arzettiğimiz "Yâ Salebe! Kendini kurtarmaya bak, halkı bırak!" Hadis-i şerif'inde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Ne zaman ki" diye başlayan beyan-ı peygamberlerinde bugünkü ahir zamanı tarif ettikten ve nasihatlerde bulunduktan sonra şöyle buyuruyorlar:
"O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır." (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
Yine yukarıda zikredilen diğer bir Hadis-i şeriflerinde de "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki" buyurarak yine bu zamandaki durumu ve bu zamanda Allah'a iltica edenlerin içinde bulundukları zor koşulları haber verdikten sonra aynı şekilde şu tebşiratta bulunmuşlardır:
"Allah o kuluna beni tasdik eden elli sıddık sevabı verecektir." (Tahavî)
Ona sıdk ile bağlı olan işte bu dereceye nâil oluyor. Gerçek ihvanın bu zamanda kıymeti bu kadar artmış oluyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir. Ne mutlu gariplere!" (Müslim)
"Garipler SAYILARI PEK AZ olan sâlih kişilerdir." (Ahmed bin Hanbel)
Dikkat ederseniz bütün bu Hadis-i şerif'lerde bu devirde Resulullah Aleyhisselâm ve ashabının inancının benzerini yaşamanın zorluğu, bu inancın aynısını yaşamaya çalışan salih kimselerin toplumdan dışlanıp kabul görmeyecekleri, hatta toplum tarafından sevilmeyecekleri; dünya bütün cazibesi ile insanları davet ettiği halde harama düşmemek için bu salihler topluluğunun dünyaya iltifat etmeyecekleri ve buna mümasil bir bir haber verilmektedir.
Nitekim aynı zorluklar bugün aynen zuhur etmektedir. Bu müslümanlar bu zor zamanda Hakk'ın kabul etmesini halkın kabul etmesine tercih etmişlerdir.
Hal böyle iken kendisini halka beğendirmeye çalışan; sahte kâhramanlara, ahir zaman türemelerine hoş nazarla bakıp destekleyen; helale-harama bakmayıp yemesine-içmesine dikkat etmeyen; menfaati için ilâhi hükümleri görmezden gelen bir kimse bu zümreye dahil olduğunu nasıl iddia edebilir?
Bu zümreye dahil olmak herkese ait değildir.
Halk zaten gitmiş.
Bu zorlukları görmemek için her şeyden taviz vereceksin, halkın arasına karışıp hemhal olacaksın, sonra da "Ben de onlardanım!" diyeceksin. Yok! Böyle kolay olsaydı, sayıları hakkında "Azın da azı" buyurulmazdı.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri 261. Mektub'unda bu "azın da azı" zümreye şöyle işaret buyuruyorlar:
"Diğer bir Hadis-i şerif'inde:
'Ümmetimin en faziletlileri önünde ve sonunda gelenlerdir, ikisinin arası bulanıktır.' buyurdu. (Câmiü's-sağîr: 4056)
Evet... Bu ümmetin son gelenleri arasında baştakilere çok benzeyenler olacaktır. Fakat SAYILARI AZDIR, HATTA AZDAN DAHİ AZDIR. Ortada gelenlerde o kadar benzeyiş yok ise de miktarları çoktu, hem pek çoktu. Fakat sondakilerin az oluşu kıymetlerini daha da arttırmış, öncekilere daha da yaklaştırmıştır." (261. Mektup)
Şüphesiz ki bu fazilet, Hâtem-i veli'ye tâbi olan topluluğa âittir, umuma şâmil değildir. Çünkü onlar çok az, hatta azın da azı olacaklar. Mücadeleyi yalnız bunlar yapacaklar, nuru da yalnız bunlar yayacaklar.
Mevlâna -kuddise sırruh- Hazretleri başka bir beyanlarında da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini haber verdiği bu zâtın velayette Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetine sahip olduğuna işaretle bütün ehl-i İslâm'ı tâbi olup iman etmeye davet etmektedir.
"Açtılar kenz-i füyûzu olunuz hil'at-pûş,
Mustafa geldi yine cümleniz iman ediniz."
(A. Avni Konuk, Fusûsu'l-Hikem Şerhi, c. 1, s. 215'den naklen)
Nitekim İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurur:
"Hatmü'l-Evliyâ'ya muhabbet eyle, tâ ki bununla dahi şefâate muhtaç olmayasın." ("Kitâbu'n-Netîce"; Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi, Genel, no: 1136, 248a yaprağı)
Cenâb-ı Hakk öyle takdir etmiş, dilediğine dilediğini verir.
Bu husus çok mühimdir.
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Allah için sulehâyı sevmek, Allah için fasıklara buğz eylemek farzdır." (Buhârî)
Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm'a "Benim için bir amel işledin mi?" diye sorduğu zaman "Evet Yâ Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim." diye cevap vermişti. Allah-u Teâlâ "Yâ Musa! Bunlar senin içindir. Sen benim için bir dostumu dost, bir düşmanımı da düşman edindin mi?" buyurdu.
"Allah için sevgi", kişiyi kendi şahsi menfaati için değil de, Allah-u Teâlâ'nın rızasını kazanmak, âhiret saâdet ve selâmetine ermek için sevmektir. Sevdiğini Allah için seven kimsenin, sevmediğini de Allah için sevmemesi lâzımdır. Hatta ne kadar ibâdet ederse etsin, bunu ayırt edemezse dalâlettedir, ibâdetlerinden fayda göremez. Çok ince bir noktadır.
Çok ince bir nokta daha var. Ahirette kurtulmak için "Ben seni seviyordum." denir. Ama senin gönlün başka yerdeydi!.. Kabul etmezler, "Sevdiğinle ol." denir.
"Yahşuru'l-mer'u mea men ehabbe = Kişi sevdiği ile haşrolunur."(K. Hafa)
Emir budur, orada bırakırlar. Ancak şefaat iznini verirlerse, dilerse şefaat eder. Yoksa herkes sevgilisi ile beraber gider. Kim niçin seviyorsa! Yarın kimse iddia edemez ki "Ben sana bağlıydım, seni seviyordum." Hayır! Niyetini Hazret-i Allah bildiği için "Kimi seviyor idiysen onun peşine git." denir. Kişi sevdiğiyle beraberdir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine düşman olan kimselerle dostluk ettiğini görmezsin." (Mücâdele: 22)
Hazret-i Allah'ı ve Resul-i Ekrem'ini seven, dostlarını da sever, düşmanlarına düşman kesilir.
Bugün ise sahte kahramanlar, yalancı pehlivanlar türedi, düşman ile küffar ile dostluk peydah ediyorlar. Bir de maharet gibi, İslâm dininin bir rüknü gibi göstermeye çalışıyorlar.
Bunlara sevgi besleyen, Allah-u Teâlâ'nın buğzettiklerini, nefsi, şeytanı hoş gösterdiği için destekleyenlerin durumu nasıl olur?
Herkes sevdiği ile beraberdir. Münafıkları, sahte kahramanları destekleyeceksin, sonra "Ben salihler zümresini seviyordum" diyeceksin. Kabul etmezler.
Müminlerin vasfı şudur:
"İnkârcılara karşı çok çetin, birbirlerine karşı çok merhametlidirler." (Fetih: 29)
Bu aynada herkes kendisine baksın, desteklediklerine baksın, kararını versin.
Bu hakikatlere herkes uyanacak, herkesin gözü açılacak. Ne zaman? Öldükten sonra? Nerede? Kabirde!
Allah-u Teâlâ'nın ihsanı ve ikramı ile hakikatler neşrediliyor. Bu tehlikeli devirleri atlatmanız için.
Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Gayb âleminden sesler" mânâsına gelen "Fütûhü'l-Gayb" adlı eserinin 33. Makale'sindeki beyanları şöyledir:
"Sana bu insan lâzım, bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma."
Selmân-ı Fârisî -radiyallahu anh- Hazretleri aramakla buldu ve ebedî saâdete erdi.
Kimi vardır bulmak için arar, kimi vardır bulmuştur ama nefsinin itirazlarını dinler de onun sözlerini dinlemez.
"Yemen'deyim yanındayım, yanındayım Yemen'deyim."
"Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir.
Şunu bil ki: O ne söylerse selâmet ondadır. Helâk, bataklık başkadadır."
Başkasına vermemiş. O kapıyı bulan kurtuldu, o kapıyı bulamayan gitti. Ve Cenâb-ı Hakk bu sevgililerine neler göstermiş, neler göstermiş...
Allah'ım, onlarla beraber haşr-u cem eylesin...
"Allah'tan onu iste; yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur."
En mühimi burası. Allah-u Teâlâ ona vermiş, başkasına vermemiş. Başka tarafta aramak boşuna harekettir.
"Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz, amma Allah başka türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah'ın doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz." ("Fütûhü'l-Gayb"; 33. Makale)
Hazret; "Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz." buyuruyor. "Bilmiyordum!" diyememesi için. Bir kimse "Ben duymadım, bilmiyorum!" diyemez. Çünkü bir insan "Ben bilmiyordum!" demekle kurtulamaz.
Muhyiddîn-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem-i veli'nin elini kabul etmekle emrolunmasının mânâ ve hikmetini ise şöyle açıklıyor:
"Hakk Teâlâ en büyük imamı vârettiği vakit, evvelkilerin de tâbi olduğu kimse olur.
Nitekim şöyle buyurmuştur:
'Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların eli üzerindedir.' (Fetih: 10)
Bu makâma büyük seçkin Peygamber'den sonra, Hatmü'l-evliyâ'dan başkası erişemez." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ", Şehid Ali Paşa: 1287, 46byaprağı)
O ki Allah-u Teâlâ'nın sevdiği ve seçtiği bir velisidir. Buna rağmen "Ben onun elini kabul etmekle emrolundum." buyuruyor.
Bu el alma emri yalnız Ekberiye'ye şâmil değildir, umuma şâmildir.
Görüldüğü üzere Hazret, biat Âyet-i kerime'sini ileri sürüyor. Bu Âyet-i kerime ilâhî bir emir ve hükümdür. Bu hükme riâyet edenler Allah-u Teâlâ'nın emrine riâyet etmiş olur. Fakat bu emr-i ilâhîye uymayanlar, İblis'in karşı geldiği gibi, Allah-u Teâlâ'nın emrine karşı gelmiş olur ve bu gibi kimselerin kurtulmaları da o nispette zordur.
Seyyid Abdulkadir Geylani -kuddise sırruh- Hazretleri de Futuhatül Gayb isimli eserinde ise;
"Bu zât, Allah yolunda bir şâhtır.
Kulları Hak yola çağırır, kötülükleri onlara o gösterir.." buyuruyor. (33. Mektup)
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resul" adlı eserinin "Yüz yirmi sekizinci aslı"nda Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra ashâbının önde gelenlerinin dini bid'at ve fitnelerden temizleyip aslını koruduklarını misallerle anlattıktan sonra, Hâtem-i veli'nin de dini ve onun ehlini buna benzer fitnelerden koruyacağını haber vererek şöyle buyurmuştur:
"O öyle bir kimsedir ki, bunun benzeri şeyleri (dinden) uzaklaştırıp defeder. Ondan temizleyip, kovup uzaklaştırması sâyesinde de artık onu giderir. O'nunla düşündüğü, O'nunla konuştuğu için O'nunla defeder. İşte o Allah'ın halk üzerindeki hücceti, O'nun sürüsünün çobanı ve kullarının mânevî tabibidir. O'nu engellemeye kalkışan kimse farkına bile varmadan helâk olur." (c. 2, s. 225)
Niçin helâk olur? Onu Allah-u Teâlâ ileriye sürdüğü için, ona karşı gelen Allah-u Teâlâ'ya karşı gelmiş ve helâk olmuş olur.
Muhyiddin-i İbn'ü-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri Fusûs'ul-Hikem adlı eserinde:
"O, zâhirde tâbi olduğu hükmü, bâtında Allah'tan alır." buyuruyor. (sh: 45)
Bu yüzdendir ki ona itiraz etmek öldürücü bir zehirdir.
Bu zevât-ı kiram Allah-u Teâlâ'nın sevdiği, seçtiği öyle kullarıdır ki, "Hâtem-i veli"ye neler bahşedeceğini Allah-u Teâlâ göstermiş, görerek ve bilerek konuşmuşlar; ehemmiyetini, ciddiyetini ve faziletini ibraz etmişlerdir.
O, nice türemelerin ürediği, allahlık dâvâsında bulunan firavunların yine türediği, putların dikildiği, ilâhlık dâvâsında bulunulduğu, herkesin kendi bayrağını açtığı bir anda gönderildi.
Bu noktada Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:
"Yeryüzü, ilâhî hükümleri ayakta tutan kimseden de hâlî kalmaz. ... Allah-u Teâlâ hüküm ve hüccetlerini onlarla korur. ... İşte bunlar Allah-u Teâlâ'nın kulları içinden seçtiği dostları, yeryüzünde dinine dâvet ve irşad için vazifelendirdiği kullarıdır." (Ebu Tâlib el-Mekkî, "Kûtu'l-Kulûb", c. 1, s. 134'den naklen)
Cenâb-ı Hakk'a sonsuz şükürler olsun ki bu doğrudan doğruya bir lütf-u ihsandır ve bu lütf-u ihsânı tarif etmek de mümkün değildir.
Bir tarafta "Karanlık gece kıtaları gibi fitneler" var, bir tarafta ashabın elli katı sevabı kadar sevaba talib olan zümre var. Dileyen dilediğini seçsin.
Öyle bir fitne, öyle bir zaman ki...
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar." (Tirmizî: 2196)
Bu karanlıkları yaracak, tâbi olanları aydınlığa çıkartacak nur bu zâtın nurudur. Allah-u Teâlâ ona vermiş. Öyle dilemiş.
Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "260. Mektub"unda:
"Kararmış olan âlem onun zuhur nuruyla aydınlanır. Onun hidayet ve irşad nurları bütün âleme yayılır." buyurmuşlardır.
Âlemlerin gözü ondadır.
Bir beyanları da şöyledir:
"Onun hidayetinin nurları bahr-ı muhid gibi bütün âlemi sarmıştır."
Bu öyle bir irşad ki Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri de şöyle buyururlar:
"Âlemin altı ciheti de onun keremiyle dolu. Nereye baksan onun bayrakları orada dikildi." ("Mesnevî" c. 3 s. 253 trc:V. İzbudak)
Böyle bir zülmânât içinde Allah-u Teâlâ böyle bu nuru indirdi.
Bize de ihlâsla ubûdiyet, sadâkatle çalışma düşer. Bize düşen budur, ötesi O'na âittir.
Bu öyle bir lütuftur ki, tarifi mümkün değil. İnsan bu lütfun değerini bilse sürünerek çalışır. Ama öyleleri var ki, bu hakikatleri göre göre duya duya imandan kaymış, hükm-ü ilâhi'yi bırakmış, halkın peşine takılmış. Kendi reyini beğenmiş.
İşte bunun için biz yakınlarımızı kurtarmaya bakıyoruz. Yakınlarımızın Allah ve Resul'ünün yoluna "sımsıkı yapışan bir kimse" olması için gayret ediyoruz, talebe yetiştirir gibi yetiştirmeye çalışıyoruz.
•
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
"Her asırda mevcud olan insan-ı kâmil, Peygamber makamına oturmuştur ve Hâtem-i velâyet'in üflediği nefesidir. Halk onu ister kabul etsin, ister etmesin. Zira Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e tam teslimiyet olmayınca, veliye nasıl olur?" (Kenz-i Mahfî, 10. Bahis)
O koyacak, O lütfedecek, O idare edecek, bu işler olacak. Mahlûkatın hiçbir hükmü yok. Allah de geç, gayrisini bırak!..
Halk ister kabul etsin, ister kabul etmesin, bu böyledir. Bunlar hep ezelî lütuftur, başka hiçbir şey değil; mahlûka âit de değildir.
Ona tâbi olup yolunda bulunanlar, Allah-u Teâlâ'nın Zât-ı tecellîsine kavuşurlar. Allah-u Teâlâ merhameti, ihsanı, ikramı olarak bu "Lütfullah"ı gönderdi.
"Bu benim lütfumdur, sizi ebedî saadete davet ediyor. Hükümlerime, emirlerime râm olmanız ve saadet-i ebediyeye ulaşmanız için bu Lütfullah'ı vesile kılıyorum." diyor.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar kurtuluşa ve saadete erenlerdir." (A'râf: 157)
"Benim lütfumla gönderildi!" Niçin? Bu Lütfullah sizi Hakk'a, hakikate irşad ediyor. Yani onun vazifesi bu. O Allah tarafından gönderilmiş bir lütuftur. Evet kendisini bu lütfa mazhar etmiş, ona mazhar ettiği lütfu size de ulaştırmaya çalışıyor.
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
"Hatmü'l-evliyâ üzerine inkârın çok ve fazla oluşu, tam mazhar oluşundandır." (Kitabu'n-Netice)
Fakat kapalı bir örtü ile geldiği için hiç kimse bunu görmüyor.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında Ebu Hüreyre -radiyallâhu anh- Hazretleri'ne öğüt ve nasihatte bulunurken, kurtuluşa erişebilmesi için ona âhir zamanda gelecek olan bu topluluğa uymasını tavsiye etmiş ve onların kimler olduklarını açıkça ifşâ ederek şöyle buyurmuştu:
"Ey Ebu Hüreyre! Sen, insanlar çekindikleri zaman çekinmeyen, insanlar ateşten emin olmak istediklerinde korku duymayan topluluğun yolu üzerinde bulun!"
Ebu Hüreyre -radiyallâhu anh- dedi ki:
"Yâ Resulellah! Onların vasfını bana anlat ki onları tanıyayım!"
Buyurdu ki:
"Onlar benim ümmetimden, âhir zamanda gelecek bir topluluktur ki; kıyamet gününde, tıpkı peygamberlerin haşrolunduğu gibi haşrolunacaklardır. İnsanlar, durumları gösterilip de onları gördükleri zaman, onların peygamberler olduklarını sanacaklar. Tâ ki ben; 'Ümmetimdir, ümmetimdir!..' deyip de kendilerini tanıtıncaya kadar... Nihayet halk onların peygamber olmadıklarını anlayacak. Şimşek ve rüzgâr misâli geçip gidecekler, nurlarından mahşer ehlinin gözleri kamaşacak!"
Dedim ki; "Yâ Resulellah! O hâlde bana onların yaptıklarına dâir bir misal ver de, ben de onlara katılayım!"
Buyurdu ki:
"Ey Ebu Hüreyre! Bu topluluk, zor ve güç bir yola girerek peygamberlerin derecesine kavuşurlar. Allah kendilerini doyurduktan sonra açlığı, giydirdikten sonra çıplaklığı, içirdikten sonra susuzluğu tercih ederler; Allah'ın katındakine ümitlerini bağlayıp bunları terkederler. Hesabından korku duyarak helâli dahi bırakırlar. Dünyaya sadece bedenleri ile ilgi gösterirler, onun herhangi bir şeyiyle iştigâl de etmezler.
Onların Rabb'lerine olan itaatleri karşısında, melekler ve peygamberler dahi hayrete düşer. Ne mutlu onlara, ne mutlu onlara! Allah'ın, onlarla benim aramı birleştirmesini ne kadar çok isterdim!"
Sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara duyduğu iştiyaktan dolayı ağladı ve daha sonra şöyle buyurdu:
"Allah yer ehline azap etmeyi murad ettiğinde onlara nazar eder de, azâbı derhâl onlardan geri çevirir. Onun için ey Ebu Hüreyre, sen onların yolu üzerinde bulun! Onların yoluna karşı gelen, vereceği hesâbın şiddetinden tir tir titreyecektir!" ("el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî"; Hâlet Ef. no.: 198/2 486a yaprağı)
Binaenaleyh kurtuluş bu yoldadır. Başka bir kurtuluş yolu aramayın!
•
Şeyh Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri "İ'câzü'l-Beyân fî Te'vîli'l-Ümmi'l-Kur'an" isimli eserinde, hilâfet-i Muhammediyye'nin zâhirinin Mehdi Aleyhisselâm'la, bâtınının İsa Aleyhisselâm'la sona ermesi gibi; velâyet-i Muhammediyye'nin de Hâtemü'l-evliyâ olan zâtla sona ereceğini haber vermektedir:
"Allah Peygamber Aleyhisselâm'ın bu ümmetin içindeki zâhirî hilâfetini Mehdî ile; umûmî hilâfetini ise İsa bin Meryem Aleyhisselâm'la hatmedecektir.
Hatmü'n-nübüvve, kulluk mertebesinde efendiliği elinde bulunduran ulûhiyyet mertebesi'ne has kılındığı için; Hatmü'l-velâyeti'l-Muhammediyye'yi ise Allah, Zât ve ulûhiyyet arasında sâbit olan 'Berzah'lık mertebesi'ne hak kazanan kimseye tahsis etmiştir.
Şu hale göre Allah, tahsise mazhar olmuş vâris kullarından kâmilleri de, cem'ü'l-cem mertebesinin mazharı olan kuluyla hatmedecektir. O kul gibi cem edici kimse yoktur ve kendisinden sonra hiç kimse onun vâris olduğu şeyi elde edemeyecektir. Bütün hükümleri ihtivâ eden 'Hir'lik'; yani 'Son'luk kemâli ona âittir. Bu sebepledir ki Mevlâ'sından başkası onu bilemez.
Allah bu kulunun dışındaki diğer kimseler için hâsıl olan tecellîlerini Zâtî tecellîsi ile hatmetmiştir. Bu tecellînin zuhûr etmesiyle, Allah'a sülûk edenlerin seyri de hitâma ermiştir.
Dolayısıyla Allah, küllî makamların hepsine bir bitiş; o makâmın kendisiyle kemâle ulaştığı ve izhâr edilip ortaya çıkarıldığı bir sır tahsis etmiştir. Şâyet meseleyi uzatmış olmasaydım, ana makamları ve bunların kiminle hatme ereceğini de açıklardım. Fakat hatırlatmak ve ikâz etmek için bu noktada tek bir temsil sundum. Bu temsilde dahî, bu ilâhî zevke ortak olan en büyük akıl sâhipleri için yeterli bir bilgi vardır.
Allah'ın gizlemek istediği bir şeyi izhâr etmek mümkün değildir.
Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
'Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.' (İsrâ: 85)
Allah hakkı söyleyen ve doğru yola iletendir." (İ'câzü'l-Beyân fî Te'vîli'l-Ümmi'l-Kur'an; s. 483-484)
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ'nın yeryüzünde onun irşadını yayacağını ifşâ ettiği gibi; Şeyh Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri de yukarıdaki beyanlarında; "O kul gibi cem edici kimse yoktur ve kendisinden sonra hiç kimse onun vâris olduğu şeyi elde edemeyecektir." buyurarak, ona verdiği ilmi bir daha da kimseye vermeyeceğini ifşâ etmektedir. Ona vereceğini başkasına verecek değil. Halkı Hakk'a dâvet edecek onun gibisi olmayacak. Onunla bitiyor. Bu sondur, kıyamete kadar bu kitaplar kalacak.
Yani Allah-u Teâlâ ona öyle bir tecellî etmiştir ki; artık bundan sonra o tecelliyâtı kimseye vermeyecek, Tecelliyât-ı ilâhî onda sona erecek.
Ona ne verdiğini onu nasıl kullandığını ancak O bilir. Muhaddes'in sırrı bu işte.
Ondan sonra o gibi irşad memuru gelmeyecek. Çünkü bu yol devam edecek biiznillâh-i Teâlâ, fakat o gibi gelmeyecek.
Dikkat ederseniz hep Allah deniliyor, kulluk deniliyor. Burada gizli bir mânâ var: O kulluk makamındadır. En üstün şerefe onu mazhar etmiştir.
Şeyh Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri her ne kadar:
"Şâyet meseleyi uzatmış olmasaydım, ana makamları ve bunların kiminle hatme ereceğini de açıklardım." buyuruyorsa da gerçeği açıklamış oluyor. Yani hem açıklıyor, hem de bu sözü ile kapatıyor. "Sanmayın ki bilmiyorum, Allah-u Teâlâ'nın bildirdiğini size açtım fakat kapatıyorum." diyor.
Hülâsa olarak arzetmek gerekirse;
Bu son devir Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm'ın zuhuru ile hitama erecektir. Hâtem-i veli, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm. Bunlar ikinci bin senenin devrinin merdivenleridir.
"Selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına." (Neml: 59)
"Selâm olsun hidayete tâbi olanlara." (Tâhâ: 47)
Allah-u Teâlâ Tahrîm suresi altıncı Âyet-i kerime'sinde müminlere kendilerini ve âilesini yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korumalarını emir buyurmuştur.
Bu koruma, ehl-ü iyâline İslâm'ı, imanı öğretmekle başlar.
Ancak öyle bir zamandayız ki imanı muhafaza etmek çok zor.
Öyle bir devirdeyiz ki, İslâm'ın ismi kalmış, ahkâm-ı ilahi unutulmuş, dalalet hakikat gibi gösterilmeye çalışılıyor, fitneler ayyuka çıkmış.
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm'ın yalnız ismi, Kuran'ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir." (Beyhakî)
Binaenaleyh bir mümin hem kendini hem de ıyâlini bu fitnelerden koruyabildiği nispette Âyet-i kerime mucibince hareket etmiş olur. Aksi halde görüldüğü üzere dinden çıkmak an meselesi.
Bu ise önce ilâhî emirleri bizzat yapmakla, yasaklardan öncelikle kendisi sakınmakla ve böylece âilesine güzel numune olmakla başlar.
Arkasından aile efrâdının cehennem ateşine sürüklenmelerine sebep olacak fitne ve isyandan koruyarak Allah-u Teâlâ'nın emirlerine itaat yoluna sevketmekle vazifelidir. Çünkü âile reisi kendisinden sorumlu olduğu gibi âilesinden ve çocuklarından da sorumludur.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Erkek âile fertlerinin muhafızı durumundadır ve onların hukukundan sorumludur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 487 - Müslim: 1829)
İşte bu muhafaza ve korumanın şartlarından en önemlisi yazının başında zikredilen Hadis-i şerif'te buyurulduğu üzere "Halk tabakasını bırak!" emrine ittiba etmekle mümkündür. Zira bugün "Halkın arasına karışayım." dediğin an gittin.
Halk Hakk'tan kopmuş.
Kimi particilerin, kimi türeme imamların, kimi de şeyh zannettiği şeytanların peşinde ve izinde. Kimisi küffara hayran, İslâm'ın yalnız ismini taşıyor. Zenginler sarhoş, kadınlar çılgın, orta tabaka şaşkın ve şuursuz.
Gönüller hep perişan.
Eskiden nehir düz akıyordu, şimdi ise ters akıyor. İslâmiyet yaşanıyordu, her yerde yaygındı, İslâm âdeti üzerinde ilâhî hükümlere bağlı olarak hareket ediliyordu. İslâm yolunda yürümek kolaydı. Herkes gidiyor, sen de kendiliğinden gidiyordun. Kendini o kaynağa kaptırdığın zaman seni götürüyordu.
Şimdi ise tamamen ters akıyor. Senin Hakk'a doğru gidişin, o suya doğru vurmana benziyor. Hatta o su da üstelik âfât suyu oldu. Eğer mâzallah insan bırakıldığında, ayağı kayar ve o âfâta kapılarak, imanını da ebedî hayatını da kaybeder.
İşte zaten;
"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda sünnet-i seniye'me sarılanlara yüz şehit sevabı vardır." (Beyhakî)
Hadis-i şerif'inin sırrı burada toplanıyor. Bugün Sünnet-i seniye'ye riâyet edenler yüz şehit sevabı ile müjdelenmektedirler. Böyle bir mükâfatın verilmesi, yürüyenin çok az ve yürüyebilmenin çok güç olması sebebiyledir.
•
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi'de buyurur ki:
"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibâdet ediliyor. Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor." (Taberânî)
Sahte kahramanlar, yalancı pehlivanlar destekleniyor. Bu kadar hainlikleri oldu, yine onları destekliyorlar.
Artık "Küllühüm finnâr" burada tecelli etti. Hâlâ bunların desteklenmeleri, apaşikar cehennemlik olduklarını gösteriyor.
Bu ne zaman belli olacak?
"O gün bir fırka cennette, bir fırka da çılgın ateşli cehennemdedir." (Şûrâ: 7)
Şimdi ise herkes âkıbetine doğru gidiyor.
Bütün ulviyet İslâm'dadır. Ulviyet sende olduğu müddetçe Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın desteğine mazhar olursun. Dünya saâdetine, ahiret selâmetine erersin.
Süfliyat ise küffardadır, kâfirlerdedir. Sen ulviyatı süfliyat ile tahvil edersen, kâfirin süfliyatını almış olursun. Kâfir de İslâm'ın ulviyatını almış olur. Sen onun yerini almış, o senin yerini almış olur.
Ne acı şey! Kâfire yakışan müslümanda var, müslümana yakışan kâfirde var. Kâfir küfrünü yaymak için her gayreti gösteriyor. Müslüman olarak ortaya çıkanlar kâfirle dostluk kurmaya çalışıyor. Bunu da İslâm maskesi altında yapıyor. Halk da peşlerinde. Nereye kadar? Cehenneme kadar!
"Müslüman" deyince, müslüman ismini taşıyanları kastediyoruz. Hakiki müslüman bunu yapmaz, böyle şeylere tenezzül etmez. Onun içindir ki "Müslümanım diyenler" diye kayıt veriyoruz.
Bunların ruhları ölmüş, kalpleri mühürlenmiş, gözlerine bir perde çekilmiş, kulakları tıkanmış.
Halkın durumu bu.
Dünyada kimin peşinde isen ahirette de onun peşindesin.
"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla (önderleriyle) beraber çağıracağız." (İsrâ: 71)
Bugün şuursuzca peşlerinden gittikleri kimselerle beraber toplandıklarında iş işten geçmiş olacak:
"Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için: 'Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver!' derler. Allah: 'Hepsinin kat kattır, amma bilmezsiniz.' der." (A'râf: 38)
İnsanları saptıran önderlerin âkıbetleri daha korkunçtur:
"Böylece onlar kıyamet gününde hem kendi günahlarını tam olarak yüklenirler, hem de bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarının bir kısmını yüklenirler. Dikkat edin! Yüklendikleri yük ne kötüdür!" (Nahl: 25)
İşte "Yakıtı insanlar ve taşlar" buyurulan cehennem kütüklerinin durumu.
"Direk olmuş keresteler." (Münâfikûn: 4)
"Yakıtı insanlar ve taşlar." (Tahrîm: 6)
Bu cehennem odunlarının ateşinde yanmak için peşlerinden gidenlerin vay haline!
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisinden asırlarca sonra olacak birçok hadiseleri, kıyamet alametlerini, kıyamete yakın senelerdeki Ümmet-i Muhammed'in durumunu Ashâb-ı kiram'ına bir bir haber vermiştir.
Amr bin Ahtab -radiyallahu anh- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün bize sabah namazını kıldırdı ve minbere çıkarak tâ öğle vakti girinceye kadar bize hitap etti. Sonra minberden inip namaz kıldırdı. Tekrar minbere çıkıp ikindi vakti girinceye kadar bize hitap etti. Sonra inerek namaz kıldırdı. Sonra tekrar minbere çıktı ve bize güneş batıncaya kadar konuştu. Olmuş ve olacak her şeyi bize haber verdi. Bunları en iyi bilenimiz, en belleyişli olanımızdır." (Müslim: 2892)
Çünkü o Allah-u Teâlâ'nın izniyle ve bildirmesiyle, hem geçmişi, hem geleceği bilen ve bildirendir. Meselâ: "Filân zamanda şöyle bir hadise olacak... Şöyle bir harp olacak..." buyuruyor. Halbuki o onun filmini Levh-i mahfuz'da olduğu gibi, canlı ve kanlı görmüş ve söylemiştir.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün:
"Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?" buyurdu.
(Yanındakiler hayretle):
"Yâ Resulellah! Yani böyle bir hâl mi gelecek?" dediler.
"Evet, hatta daha beteri!" buyurdu ve devam etti:
"Emr-i bil-ma'ruf'ta bulunmadığınız, nehy-i anil-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?" diye sordu.
(Yanındakiler hayretle):
"Yani bu olacak mı?" dediler.
"Evet, hatta daha da beteri!" buyurdular ve sormaya devam ettiler:
"Münkeri emredip, ma'rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?"
(Yanında bulunanlar iyice hayrete düşerek):
"Yâ Resulellah! Bu mutlaka olacak mı?" dediler.
"Evet, hatta daha da beteri!" buyurdular ve devam ettiler:
"Ma'rufu münker, münkeri de ma'ruf saydığınız zaman haliniz ne olur?"
(Yanındakiler):
"Yâ Resulellah! Bu mutlaka olacak mı?" diye sordular.
"Evet olacak!" buyurdular. (Mecma'uz-zevâid)
İslâm'ın en parlak devirlerinde, asırlarca sonra gelecek bozuklukları olduğu gibi görüp tasvir etmek, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in apaçık bir mucizesidir.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyurmuşlardır:
"Nefsim kudret elinde bulunan Zât-ı Ecell-ü A'lâ'ya yemin ederim ki; ya iyilikle emreder kötülükten men edersiniz, yahut çok sürmez Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir. Sonra O'na duâ edersiniz de duânız kabul olunmaz." (Tirmizî. Fiten 9)
•
Sevban -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Size çullanmak üzere yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirini çağıracakları zaman yakındır." buyurdu.
Orada bulunanlardan biri:
"O gün sayıca azlığımızdan mı." diye sordu.
"Hayır! Bilâkis siz o gün çoksunuz. Fakat sizler bir selin getirdiği çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöp durumunda olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!" cevabını verdi.
"Zaaf nedir yâ Resulellah." denildiğinde:
"Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!" buyurdu. (Ebu Dâvud: 4297)
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Şu beş şey sizin aranızda vukuu bulsa nasıl olursunuz? Onların aranızda vukuu bulmasından veya onlara ulaşmanızdan Allah'a sığınırım.
Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.
Bir topluluk zekat vermeye mâni olduğunda, gökyüzünden gelen yağmur onlardan kesilir. Hayvanlar olmasaydı hiç yağmur yüzü görmezlerdi.
Bir topluluk ölçü ve tartıyı eksik tuttuklarında, kıtlık, geçim sıkıntısı ve zâlim idareci ile cezalandırılırlar.
Âmirleri Allah'ın indirdiğinden başka şeylerle hükmettiklerinde Allah, onların üzerlerine düşmanları musallat kılar ve ellerinde bulunan şeylerin bir kısmını tüketir.
Allah'ın kitabını ve Resulullah'ın sünnetlerini bir kenara bıraktıklarında, Allah onları birbirine düşürür." (İbn-i Mâce)
•
Bunlar küçük alâmetlerdir. Bunlardan sonra büyük alâmetler zuhur etmeye başlar.
"Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz." (Mecmauz-Zevaid)
Binaenaleyh başınıza münafıklar geçtiği zaman hayret etmeyin. Bu da sizin ameliniz ve cezanızdır.
İşte Hadis-i şerif:
"Siz ne halde iseniz, başınıza o halde idareciler gelir." (Deylemî)
Ve onlardan her kötülüğü bekleyin. Çünkü bu kötülüğü başta siz yaptınız. Ki Allah-u Teâlâ böylelerini başınıza verdi.
"Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir, diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim)
Yani ruhu ölmüş, canlı cenaze.
"Sen o münafıkları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider ve ne söylerlerse kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidir." (Münafikûn: 4)
•
Ebu Bekre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki birçok fitneler olacaktır. Dikkat edin! Sonra bir fitne olacaktır ki; o fitne zamanında oturan kimse fitneye yürüyenden daha hayırlı, yürüyen fitneye koşandan daha hayırlı olacaktır.
Dikkat edin! O fitne indiği veya olduğu vakit; kimin develeri varsa fitneden kaçıp hemen develerinin bulunduğu yere gitsin, kimin koyunları varsa onların yanına varıp meşgul olsun, kimin toprağı varsa toprağına gitsin ve toprağı ile meşgul olsun!"
Bunun üzerine bir kimse:
"Yâ Resulellah! Develeri, koyunları ve toprağı olmayan için ne buyurursun?" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Kılıcını alır, onun keskin tarafını bir taşla kırar. Sonra kaçabilirse süratle kaçsın!" dedi ve devamla şöyle buyurdu:
"Allah'ım! Tebliğ ettim mi? Allah'ım! Tebliğ ettim mi? Allah'ım! Tebliğ ettim mi?"
Bunun üzerine bir kimse:
"Yâ Resulellah! Çarpışan iki safa, yahut çarpışan iki gruba zorla götürülürsem ve onlardan biri kılıcı ile bana vurursa veya bir ok isabet edip beni öldürürse ne olur?" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Hem senin günahını hem de kendi günahını yüklenir ve cehennemliklerden olur." buyurdu. (Müslim: 2887 - Ebu Dâvud)
•
İmran bin Husayn -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmette yere batma, kılık değiştirme ve taşlaşma olacaktır."
Bunun üzerine müslümanlardan bir kimse:
"Yâ Resulellah! Bu ne zaman olacak?" diye sordu.
Buyurdu ki:
"Şarkıcı kızlar ve çalgı âletleri türediği ve şaraplar içildiği vakit!" (Tirmizî: 2309)
•
Bugünkü perişanlık şuradan geliyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Şüphesiz ki dininizin evveli peygamberlik ve rahmettir. Bu, Allah'ın dilediği kadar sizde bulunacak, sonra Allah -celle celâlühu- onu kaldıracak ve arkasından peygamberlik yolunda (ve doğrultusunda) halifelik olacak. Bu da Allah'ın dilediği kadar aranızda bulunacak.
Sonra Allah -celle celâlühu- hilafeti kaldıracak ve ısırıcı azgın hükümdarlık olacak. Bu da Allah'ın dilediği kadar aranızda bulunacak.
Sonra Allah -celle celâlühu- onu da kaldıracak ve akabinde zorbalığa dayalı hükümdarlık olacak; Allah'ın dilediği kadar aranızda bulunacak.
Sonra Allah -celle celâlühu- bunu da kaldıracak ve yine peygamberlik yolunda hilafet olacak. İnsanlar arasında Peygamber'in sünnetiyle amel edecek. İslâm, yeryüzündeki komşularına dal ve kol salacak. Gökte ve yerde eyleşenler İslâm ümmetinden râzı olacaklar. Gök tek bir iklim bırakmayıp hepsine yağmur indirecek, yer hiçbir bitki ve bereketini bırakmayıp hepsini ortaya çıkaracak." (Ahmed bin Hanbel)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu durumu haber vermiş: "Bunlar gelecek!" buyurmuştur. Bundan sonra saâdet devrini bekleyeceğiz.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
'Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.'" (Tirmizî, Zühd)
•
Abdullah İbn-i Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"İleride genç bir grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur'an'ı okuyacaklar, ancak okudukları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek.
Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır. Nihayet onların bu sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında Deccal çıkacaktır."
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in:"Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır.' ibaresini yirmi kereden fazla işittim." (İbn-i Mâce: 6034)
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:
"Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu hakikat olarak kabul ediniz. Onun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesna. Çünkü harp hiledir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- den kulağımla duydum şöyle buyurdular:
"Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar iyiler gibi peygamberin tebligatından (âyet ve hadisten) bahsedecekler. Fakat onlar tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi, İslâm'dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1472)
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimden birtakım zümreler türeyecektir. Onlar Kur'an'ı öyle okurlar ki; sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçlarının yanında bir hiç kalır. Kur'an'ı okurlar, onu lehlerine zannederler, halbuki o aleyhlerine olacaktır. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez.
Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan hemen çıkacaklar. Onlarla harp eden ordunun askerleri Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-inin dilinden kendilerine ne (kadar ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) çalışmaktan mutlaka vazgeçerlerdi."
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'i ve devamını rivayet ettiği zaman Ubeyden es-Selmânî -radiyallahu anh-: "Ey müminlerin emiri! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah aşkına söyle! Sen bu Hadis'i Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bizzat işittin mi?" diye sordu.
O da: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki evet!" dedi. Ubeyde -radiyallahu anh- ona üç sefer yemin verdi, o da üç sefer yemin etti. (Müslim: 1066)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Saîd ve Enes -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinin bir noktasında da şöyle buyuruyorlar:
"Onlar insanları Kitabullah'a çağırırlar, fakat Kitap'tan zerre kadar nasipleri yoktur." (Ebu Dâvud: 4765)
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Onlar Allah'ın kelâmını değiştirmek isterler." (Fetih: 15)
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Dikkat edin! Birtakım adamlar benim havuzumun başından kayıp, develerin kovulduğu gibi kovulacaklardır. Ben onlara: 'Hey, beri gelin!' diye nidâ edeceğim. Bunun üzerine bana: 'Onlar senden sonra hakikaten (dinde) tebdilât yaptılar.' denilecek. Ben de: ''Öyleyse uzak olsunlar, uzak olsunlar!' diyeceğim." (Müslim: 249)
Şu gördüğünüz bölücüler var ya, onlardan her türlü kötülük beklenebilir. Âkıbetleri de budur!
•
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Fitneler kalplere (tıpkı) hasır çubukları gibi dal dal arzolunur. Artık onlar hangi kalbe işlerse o kalpte siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp onları kabul etmezse o kalpte de beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbe yerleşirler.
Bu kalplerden biri cilâlı taş gibi bembeyazdır ve göklerle yer durdukça ona hiçbir fitne zarar vermez. Ötekine gelince o alaca siyahtır, tepesi aşağı duran testi gibidir. Ne bir iyilik (maruf) tanır, ne de bir kötülüğü (münkeri) inkâr eder. Yalnız içine işleyen hevâ ve hevesini bilir." (Müslim: 144)
Gerçekten de bu durum en bâriz olarak görülüyor. Hiçbir bölücü hiçbir hakikati duymuyor ve duymak istemiyor.
•
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İnsanlar elekten geçirilerek iyilerin gittiği, kötülerin kaldığı, ahitlere sadakat ve emanetlere riâyet (Resulullah Aleyhisselâm parmaklarını birbirine geçirerek) ve şöyle oldukları bir yakın gelecekte hâliniz nasıl olur?" buyurdu.
Ashâb-ı kiram:
"Yâ Resulellah! Anlattığın durum olunca biz nasıl edelim?" diye sordular.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
"(Hak olduğunu) bildiğinizi tutarsınız. (Hak olduğunu) kabul etmediğinizi bırakırsınız. Kendinize âit şeylere yönelirsiniz ve başkalarının işini terkedersiniz." buyurdu. (İbn-i Mâce: 3957)
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur." (Deylemî)
•
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İlmin kalkması, bilgisizliğin yerleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinanın aleni yapılması elbet kıyamet alâmetlerindendir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 71)
Zaten ilmin kalkmasından sonra bütün bu haller türedi ve zuhur etti. Bütün bunlar küçük alâmetlerdir.
Yetişen âlimler sırf dünyalık elde etmek için yetişti, hakiki âlim yetişmedi.
Zamanımızda Allah için tahsil yapan yok, memuriyet alayım ve geçineyim tahsili var.
İlmin olmayışı ve kötü âlimlerin sebebiyle insanları irşad ve ikaz eden olmayacak. Dolayısı ile fuhuş da alenen olacak.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara câhil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar." (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 2174)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Bid'at sahibi, mânen küçük kişilerin yanında ilim aramak, kıyamet alâmetlerindendir." (Câmiu's-sağîr: 2475)
Halk mânen boş olduğu için boş lâfları satın almaktadırlar.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Dünyaya karşı zühd dilde kalmadıkça, takvâ da yapmacık hâline gelmedikçe kıyamet kopmaz." (Câmiu's-sağîr: 9856)
Nice müttaki görünen kimseler vardır ki, uzaktan baktığın zaman onu müslümanların en ön safında görürsünüz, fakat takvâ içine nüfuz etmemiştir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet yaklaştı. Halbuki insanların dünyaya karşı ancak hırsları artıyor, Allah'tan uzaklaşıyorlar." (Hâkim)
Bu Hadis-i şerif'lere bakan bir ayna gibi kendisini görür, ona göre kendisini ayarlar.
•
Allah-u Teâlâ'nın bunca ihsanları karşısında bunca isyan! Helâk olan eski kavimler bollukta iken, sefahat içinde iken belâ ve âfâtlara uğramışlardır. Onların birer kabahatlerinden ötürü başlarına felâketler gelmişti. O kavimlerin yaptıkları kabahatlerin bugün hepsi yapılıyor. Her kötülüğün anası bu devirde mevcut. Onun için böyle bir devir gelmiş değil.
Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara mutlaka öyle bir zaman gelecek ki, malı helâl yolla mı, haram yolla mı aldıklarına aldırış etmez." (Buhârî)
İşte o gün bugündür!
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı'na hitaben şöyle buyurdular:
"Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, kim memur olduğu vazifenin onda birini terk ederse helâk olur. Fakat öyle bir zaman gelecek ki, onlardan her kim kendisine emredilenlerin onda birini işlerse kurtulacaktır." (Tirmizî)
Çok tehlikeli, çok müzayakalı, çok da kıymetli bir zaman.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, aralarında dini üzerine sabreden, ateşi elinde tutan gibidir." (Tirmizî)
Bu güçlükler içerisinde azmeden, Allah'ına yönelen, yürümeye çalışan kimseler için hem dünyada hem de ahirette büyük saâdetler vardır.
Ma'kıl bin Yesar -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Fitne-fesadın çoğaldığı bir zamanda ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir." (Müslim: 2948)
Fitne zamanında yapılan ibadetin faziletli olması, insanların ekserisi fitneye karışarak ibadetten gafil kaldıkları içindir. Allah-u Teâlâ bir kulunu muhafaza edip hıfz-u himâye ve tasarruf-u ilâhîsine aldığı zaman böyle oluyor.
•
Allah-u Teâlâ Hûd sûre-i şerif'inde geçmiş ümmetlerin helâk olma durumlarını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e haber verirken Lut Aleyhisselâm'ın kavminin bütün yurtlarının yıkılıp alt üst olduğunu ve üzerlerine ateşli taşlar yağdırdığını beyan buyurmaktadır:
"Vaktaki azap emrimiz gelince, o memleketin altını üstüne getirdik ve tepelerine pişirilmiş balçıktan taşları arka arkaya yağdırdık." (Hûd: 82-83)
Bu taşlar yeryüzü taşlarına benzemeyen hususi taşlardı. Her taşın üzerine o taş kime atılacaksa onun ismi yazılmıştı. Bu taşlar Rabb'in katından atılıyordu. O taşlar o şehir halkının üzerine indiği gibi, diğer şehirlere dağılmış olanların üzerlerine de inmiş, sonunculara varıncaya kadar helâk etmiş, Lut kavminden hiç kimse kalmamıştır. Memleketin altı üstüne geldikten sonra yağmur gibi taşlar yağdırılması, cezalandırmanın tam olması içindir. Sâlih Aleyhisselâm'ın kavmine gelen şiddetli çığlıktan sonra bir de zelzele olması gibi.
Âyet-i kerime'nin nihayetinde ise şöyle buyurmaktadır:
"Bu felâket taşları zâlimlerden uzak değildir." (Hûd: 83)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Cebrâil Aleyhisselâm'a:
"Zâlimlerden murad kimdir?" diye sorduğu zaman:
"Senin ümmetinin zâlimleri de dahildir." buyurdu.
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'in bu husustaki bir hutbeleri ne kadar arza şayandır.
Şöyle buyurmuşlardır:
"Ey insanlar! Sizden önce helâk olanlar, günahlara dalmaları, yol göstericilerinin ve dinde derinleşen âlimlerinin de onları men etmemeleri yüzünden helâk olmuşlardır.
Onlar günah işlemeyi aralıksız sürdürüp, diğerleri de onları men etmeyince, kötü bir sonuç onları yakalayıvermiş, başlarına cezalar gelmiştir.
Öyleyse onlara gelen azabın bir benzeri sizin başınıza gelmeden önce iyilikle emredin, kötülükten de men edin.
Bilmiş olun ki iyilikle emretmek ve kötülükten men etmek; ne rızkı keser, ne de eceli yaklaştırır." (İbn-i kesir)
•
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim içinde açıktan kötülükler işlenirse, o zaman Allah-u Teâlâ katından hepsine birden azap eder.
– Yâ Resulellah! Onların içinde sâlih insanlar yok mudur?
– Evet vardır.
– O halde onlara bunu nasıl yapar?
– İnsanların başına gelen onların da başına gelir. Sonra Allah'tan bir bağışlanma ve hoşnutluğa ulaşırlar." (Ahmed bin Hanbel)
Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:
"Allah bir topluluğa azap indirdiği zaman, o topluluğun içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes niyetlerine göre diriltilirler." (Buhârî)
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah'ım!" (A'râf: 155)
Bu bir nevi Hazret-i Allah'a sığınmak ve yalvarmaktır.
Yâ Rabb'i! Biz onlardan değiliz. Biz senin hasımlarına düşman kesildik. Yardım ve desteğinle hiç kimseden çekinmeyerek mücadelemize ve mücahedemize devam ediyoruz. Zât'ına iman ettik ve sığındık. Allah'ım bu beyinsizlerin yüzünden bizi helâk etme!
•
Ebu Âmir el-Eş'arî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimden muhakkak ki birtakım zümreler türeyecektir. Bunlar zinâ etmeyi, ipekli elbiseler giymeyi, şarap içmeyi, çalgıları helâl ve mübah sayacaklar (yani bunu, utanmayıp açıkça yapacaklar).
Yine bunlardan birtakım zümreler gelip, yüksek tepelerin yanlarına konacaklar. Onların çobanları, hayvan sürüsünü sabah akşam güdüp (evlerine) getirecek.
Onlar mutluluk içinde refah bir hayat yaşarken, yanlarına ihtiyaç içinde bir fakir gelince: 'Yarın gel!' diyecekler.
Bunun üzerine Allah bunlara gadap ederek (sevip eğlendikleri) dağı üzerlerine yıkarak bir kısmını helâk edecek, bir kısmını da maymuna ve domuza çevirecek. Onlar kıyamet gününe kadar böyle kalacaklardır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1892)
Bir insan kötü iş ve icraatları yaparken, Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ona kötü sıfatlar taktığından ötürü; imanını alıyor, İslâm'dan çıkarıyor, sıfatını sıfat-ı hayvâniyeye çeviriyor, kalbini mühürlüyor, artık onu cehenneme gönderiyor.
Allah'tan başka hiç kimse onun suretini bir daha çeviremez.
Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesine tasarruf-u ilâhîsine aldığı kimseler hiç şüphesiz ki bu fitnenin dışında kalacaklardır.
Nitekim Ebu Ümâme -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Birtakım fitneler olacaktır. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabahlayacak ve kâfir olarak akşamlayacaktır.
Ancak Allah'ın, ilim ile (kalbini) ihyâ ettiği kimseler (bu tehlikeden) müstesnâdır." (İbn-i Mâce: 3954)
•
Allah-u Teâlâ kıyamet gününde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ve beraberindeki müminlere ikram ve ihsanların en büyüğünü yaparak taltif eder, onları mahçup edip rüsvaylığa sürüklemez.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"O gün Allah Peygamber'ini ve iman edip onunla beraber olanları rüsvay etmeyecek, utandırmayacak." (Tahrîm: 8)
Zira Allah-u Teâlâ'nın vaad-i Sübhânî'si vardır. Günahları olsa bile onları örtecek ve affedecek, yüzlerini aslâ kara çıkarmayacak. Çünkü onlar o nurlu Peygamber'e uymuşlar ve o nur izinde yürümüşlerdir.
"Nurları önlerinde ve sağlarında koşup parlayacak." (Tahrîm: 8)
O nur onları cennete götüren yollarını aydınlatacak.
Gece ceryanlar kesildiği zaman insan karanlıkta kalıyor, gideceği yeri de bilemiyor bulamıyor. Mahşer karanlığını bir tasavvur buyurun. Ancak nur ihsan ettiği kimse, o nur ışığı ile önünü görür, yolunu bulur, gideceği yere gider. Nuru olmayanlar nereye gidecek?
Onları Peygamber'ine bağlayarak herkesin başının derdine düşüp perişan olduğu o günde bu şerefe erdirmesi, gerçekten de son derece imrendirici bir lütuftur.
Kendilerinden başka kimselerin yürekler acısı durumlarını görünce şöyle derler:
"Ey Rabb'imiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz ki sen her şeye kâdirsin." (Tahrîm: 8)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"-Müferridler yarışı kazandılar!"
"-Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?"
"-Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ'nın zikrine bütün benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar. Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler." (Hâkim)