Daha önce nâzil olan Âyet-i kerime'lerde yakında müşriklerin yenilgiye uğrayacaklarına, müminlerin sıkıntı ve ıstıraplarının hafifleyeceğine dair işaretlerde bulunulmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm hicret hususunda kendisine izin verilmesini intizar ederek, Ashâb'ının hicretinden sonra Mekke-i mükerreme'de beklemeye devam etti.
Allah-u Teâlâ nihayet Resul-ü Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine İsrâ sûre-i şerif'i 80. Âyet-i kerime'si ile hicret emrini verdi ve bu hususta şöyle buyurdu:
"Resul'üm! De ki: Ey Rabb'im! Beni koyacağın yere sıdk ile hoşnutlukla koy, çıkaracağın yerden de sıdk ile hoşnutlukla çıkar." (İsrâ: 80)
Yolculuktaki başlangıcın da, sonucun da, bu iki taraf arasında kalan kısmın da sıdk ve selâmeti için duâ edilmektedir.
"Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver." (İsrâ: 80)
Kuvvet Hakk'tan gelecek ki, o destekle düşmanların kuvvetleri ve heybetleri bertaraf edilsin.
Bu Âyet-i kerime ile Resulullah Aleyhisselâm'ın Mekke'den sıdk ve selâmet ile çıkıp hicret edebileceği gibi, sıdk ve selâmet ile Medine'ye kavuşacağı haber veriliyor.
Nitekim öyle olmuş, hicret emri gelince müşriklerin bütün kötü niyetlerine ve tehlikeli plânlarına rağmen, Allah-u Teâlâ'nın sıdk ve selâmet tecellisine mazhar olarak hicret etti, böylece Allah-u Teâlâ'nın vaadi yerine geldi.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hicretle emredildiği zaman kendisine şu âyet indi." buyurmuş ve İsrâ sûre-i şerif'inin 80. Âyet-i kerime'sini okumuştur. (Tirmizî: 3138)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Kureyş müşriklerinin Resulullah Aleyhisselâm'a ve müslümanlara tuzak kurdukları gibi, onlardan önce gelmiş geçmiş kâfirlerin de peygamberlere ve inananlara tuzak kurduklarını, fakat Zât-ı akdes'inin bu tuzakları kendi başlarına geçirdiğini beyan etmektedir:
"Onlardan öncekiler de tuzak kurdular. Oysa bütün tuzaklar Allah'a âittir. Herkesin ne kazandığını O bilir. Kâfirler de bu yurdun sonunun kime âit olduğunu yakında bilecekler!" (Ra'd: 42)
Güzel sonucun kimin, kötü âkıbetin kimin olacağı yakında belli olacak.
Hicret emrini alan Resulullah Aleyhisselâm, öğle vaktinin sıcağında Ebu Bekir -radiyallahu anh-ın evine gitti. Alışılmamış bir saatte yapılan bu ziyaretten evdekiler telâşlandılar. İçeri girdi ve:
"Yâ Ebâ Bekir! Yanındakileri dışarı çıkar." buyurdu.
"Onlar kızlarımdır, yabancı değildir." dedi ve devamla: "Anam babam sana fedâ olsun yâ Resulellah! Ne haber var?" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm ona suikast tertibini haber verdi ve:
"Bana çıkış izni verildi." buyurdu.
"Acaba size refakat etme şerefine nâil olacak mıyım?" diye tekrar sorduğunda: "Evet!" cevabını aldı.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz: "O güne kadar bir insanın sevinçten ağladığını hiç görmemiştim." buyurmuştur.
Ebu Bekir -radiyallahu anh- bu kararı birkaç aydan beri zaten bekliyordu. Muhtemel bir hicret için iki hecin devesi almış, evinde ağaç yapraklarıyla besliyordu. Hemen birisini Resulullah Aleyhisselâm'a teklif ettiyse de en yakın dostunun minneti altında kalmamak için: "Kabul ederim fakat bedelini ödemek şartıyla!" buyurdu, o da almaya mecbur oldu. Maksadı kendi malı ile hicret ederek, hicretin faziletini toplamaktı.
İki arkadaş hicret hazırlığını tamamladılar. Esmâ -radiyallahu anhâ- yolculuk için lâzım olan azığı hazırladı. Kuşağından bir parça kesip dağarcığın ağzını bağladı. İşte bundan dolayı ona: "İki kuşaklı" mânâsına gelen: "Zâtün-nitakayn" denildi. Gecenin geç saatinde buluşarak Mekke'ye bir buçuk saat mesafedeki Sevr dağının bir mağarasına gitmeyi, yola koyulmadan önce mağarada birkaç gün geçirmeyi uygun buldular. Müşrik olmasına rağmen sözünde durmasıyla tanınmış Abdullah bin Ureykıt adlı bir adamı ücret karşılığında kılavuz olarak tuttular. "Bunları istediğimiz yere istediğimiz saatte getireceksin!" diyerek iki deveyi teslim ettiler.
Hâne-i saâdet'ine dönen Resulullah Aleyhisselâm, cânilerin kendi plânlarından onun haberdar olduğuna dair en küçük bir şüpheye düşmesinler diye karanlık basıncaya kadar orada kaldı. Daha sonra Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e:
"Bu gece benim yatağımda yat, şu yeşil hırkamı üzerine ört, korkma, sana hoşlanmayacağın herhangi bir zarar erişmez." buyurdu.
Müşriklerin yatakta kendisinin yattığını zannetmeleri ve bir müddet oyalanmaları için onu yatağına yatırdı. Ayrıca daha önceleri kendisine teslim edilen emanetleri sahiplerine verinceye kadar Mekke'de kalmasını ve Medine'de kendisine kavuşmasını söyledi. Çünkü Mekke halkından hiçbir kimse yoktu ki, üzerine titrediği eşyasını Resulullah Aleyhisselâm'a emanet bırakmasın. Bunu doğruluğunu ve emanete riayetini bildikleri için yapıyorlardı.
Aralarında Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ümeyye bin Halef gibi azılı cânilerin de bulunduğu eli kılıçlı müşrikler karanlık çökünce evin etrafını kuşattılar.
Bütün hazırlıklarını gözden geçirip tamamlayan Resulullah Aleyhisselâm ellerini kaldırıp münâcâtını yaptı. Müşrikler evin etrafını aç kurt sürüsü gibi sarmış bir durumda iken, çok rahat bir şekilde evden çıktı. Yerden aldığı bir avuç toprağı suikastçıların üzerine savurdu ve aralarından sıyrılıp geçti. Bu arada Yâsin sûre-i şerif'inin ilk dokuz Âyet-i kerime'sini okuyordu.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyordu:
"Biz onların önlerine bir sed, arkalarına bir sed çektik, gözlerini de bir perdeyle örtüverdik, artık görmezler." (Yâsin: 9)
Her birine toprak tanelerinin birisi isabet etmiş, bir mucize olarak Allah-u Teâlâ onları görmez bir hale getirmişti. Kör gibi baktılar, Nur'un geçtiğini farketmediler. Allah-u Teâlâ'nın kurduğu tuzak, hazırladığı plân, onların tuzak ve plânlarını ters yüz etti.
Dışarıdan bakılınca Resulullah Aleyhisselâm'ın yatağı dolu görülüyordu. Müşrikler ancak sabaha doğru yatakta uyuyanın Hazret-i Ali -radiyallahu anh- olduğunu görünce aptallaşarak ne yapacaklarını şaşırdılar. O an iş işten geçtiğini, Resulullah Aleyhisselâm'ın çoktan Medine yolunu tuttuğunu anladılar. Hiddetlerinden kuduruyorlardı. Hazret-i Ali -radiyallahu anh-i: "Amcanın oğlu nerede?" diye sorguya çektiler. O da: "Ben ne bileyim nereye gitti! Ben onun bekçisi miyim? Siz onu kovdunuz, o da çekip gitti!" dedi. Bunun üzerine daha çok öfkelendiler, bağırıp çağırdılar, ağır sözler söylediler. Hatta hınçlarını ondan almaya kalkarak iteleyip kakaladılar, Kâbe mescidine götürüp hapsettiler. Ağzından bir lâf alamayınca da serbest bıraktılar.
Bu defa Ebu Bekir -radiyallahu anh-in evine baskın yaptılar. Kapıda duran kızı Esmâ -radiyallahu anhâ-ya: "Nerede baban?" diye sordular. "Nerede olduğunu hiç bilmiyorum!" der demez Ebu Cehil öyle sert bir tokat vurdu ki, kulağındaki küpe bile uzağa fırladı.
Müşrikler ellerindeki adamı kaçırmayalım diye gecikmeksizin derhâl Mekke'nin her tarafını, avını kaçıran avcı gibi didik didik aramaya koyuldular. Mekke'yi alt üst ettiler. Aramadık yer, sormadık kişi bırakmadılar. Bulamayınca da: "Muhammed'i ve Ebu Bekir'i bulup getirene veya öldürene yüz deve verilecek!" diye ilân çıkardılar. Yüz deve, fakir bedevîler için çok büyük bir servetti. Bu haberi bütün Araplar duyacak ve onu yakalamaya çalışacaklardı.
Bu arada başka türlü tedbirlere de başvuruyorlardı. Her kabileden silâhlı ikişer genç çıkararak etrafta koşuşturmaya başladılar.
Kureyşliler bir taraftan bu mükâfatı kazanabilmek, diğer taraftan da çok tehlikeli bir düşman olarak gördükleri Resulullah Aleyhisselâm'ı yakalayarak bir şeref kazanabilmek için çil yavrusu gibi Medine yolu istikametinde etrafa yayıldılar.
Çevredeki su kuyuları sahiplerine haberler salıp Resulullah Aleyhisselâm'ı yakalarlarsa büyük ücretler vereceklerini vâdettiler. Sahilde oturanlara da aynı şekilde haberler saldılar.