Mekke-i mükerreme döneminin ortalarında, müşriklerin inananlara işkence yapmaya başlamaları üzerine nâzil olmuştur. Yirmi iki Âyet-i kerime, yüz dokuz kelime ve dört yüz altmış beş harften müteşekkildir.
Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen "Bürûc" kelimesinden alır. Kendisinden önceki "Mutaffifîn" ve "İnşikâk" sûre-i şerif'lerinin devamı gibidir.
Bu mübârek Sûre-i celîle, içinde büyük yıldızlar ve bunların döndüğü büyük yörüngeler bulunan göğe, vaad edilen kıyamet gününe, o günde her şeyi açıkça görecek olanlara ve onların gözleri önünde müşâhede edilecek olan şeylere yemin ile başlar.
Dördüncü Âyet-i kerime'den on ikinci Âyet-i kerime'ye kadar; sadece iman etmelerinden ötürü işkenceye uğrayan, ateş dolu hendeklere atılarak diri diri yakılan müminlerin kıyamete kadar anılacak olan ibretli durumları anlatılmaktadır.
On dokuzuncu Âyet-i kerime'ye kadar; Allah-u Teâlâ'nın kudret ve azameti, küfürde ısrar edenleri yakalayışının çok çetin olacağı, bununla birlikte çok bağışlayıcı olduğu hatırlatılmaktadır.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, inananlara müjde verilmekte, kâfirler kötü bir âkıbetle tehdit edilmekte ve Kur'an-ı kerim'in indiği gibi korunacağı ve çok şerefli bir kitap olduğu belirtilmektedir.
Kâfirlerden birtakım kimseler, yerde hendekler açarak içinde ateşler yaktılar. İnananları bu ateşin karşısına diktiler. Dininden dönenleri bıraktılar, imanda ısrar edenleri yaktılar.
Bu gibi hadiseler insanlık tarihi boyunca zaman zaman husule gelmiş, inananlar ölümü bile aratan çetin imtihanlardan geçirilmişlerdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde imanlarından dolayı müminlere hakaret eden ve ateşte yakarak şehit eden eski bir kavmin başına gelen yangın azabını haber vermektedir:
"Andolsun burçlar sahibi gökyüzüne!" (Bürûc: 1)
Allah-u Teâlâ hareket hâlinde iken yıldızların mesken edindiği yüksek menzilleri bulunan göğe, şeref ve değerlerini ortaya koymak için yemin etmektedir.
Gökyüzü bu burçlarla süslenmiştir. Yüksekliklerinden dolayı saraylara benzetilmişlerdir. Bu burçlar gezegen yıldızların menzil ve meskenleridir.
"Andolsun vaad olunan o güne!" (Bürûc: 2)
O vaad olunan ahiret günü ki, geleceğinden hiç şüphe yoktur. Dâvâların görüldüğü, cezâların verildiği, hüküm ve hükümranlığın sadece Allah-u Teâlâ'ya âit olduğu bir gündür. Bu dünyada zulmedenler çok iyi bilmelidirler ki, o gün çok uzak değildir.
"Andolsun şâhitlik yapana ve şâhitlik edilene!" (Bürûc: 3)
Kıyamet gününde öncekilerden ve sonrakilerden, şâhitlik edecek ve edilecek olanlar üzerine yemin edilmiştir.
"Kahrolsun o hendeğin sahipleri!" (Bürûc: 4)
Bu korkunç katliamı gerçekleştirenler Allah-u Teâlâ'nın gadabına maruz kalmışlar, günahları ile yakalanarak ilâhî kahra uğramışlardır. İlâhî rahmetten kovulmak suretiyle ezilmişler, başkalarına ibret olacak şekilde cezalandırılmışlardır.
"Tutuşturulmuş o ateşin." (Bürûc: 5)
Hendek ateşle doldurulunca daha korkunç olmuştur. Kalplerdeki imanı bu şekilde yakmaya çalışanlar başarılı olamamışlar, aksine lânetlenmişler ve adları kötüye çıkmıştır.
"Hani onlar, o ateşin başına oturmuşlardı." (Bürûc: 6)
Dinlerini terkedenleri bırakıyor, terketmeyenleri ateşe atıp yakıyorlardı.
"Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı." (Bürûc: 7)
Hendeğin etrafına toplanmışlar, en ufak bir acıma ve merhamet duymaksızın müminlere yapılan işkenceleri karşıdan zevkle seyrediyorlardı.
"O müminlere kızmalarının sebebi de sadece Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman etmeleri idi." (Bürûc: 8)
Onların hiçbir suçu yoktu, o müminler kendilerinden intikam alınmaya kalkışacak başka bir şey yapmıyorlardı. Ancak Allah'a iman ediyorlar ve o iman ile gitmek istiyorlardı.
"Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O'nundur. Allah her şeye şâhittir." (Bürûc: 9)
Bütün hepsi de şerik ve nezirden münezzeh olan Allah-u Teâlâ'nın hâkimiyetinde bulunmaktadırlar. Kullarının yaptıkları işlerden hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
"İnanmış erkek ve kadınlara fitne yoluyla işkence edip, sonra tevbe etmeyenlere cehennem azabı vardır ve onlar için yangın azabı vardır." (Bürûc: 10)
İmanlarından çevirmek için onlara belâ olan ve mazlumları ateş dolu hendeklere atarak diri diri yakan zâlimler, cehennemde görecekleri azaptan ayrı bir ateşe daha gireceklerdir. Bu ateş hiç şüphesiz ki cehennemdeki ateşten farklı ve daha şiddetli olacaktır. Çünkü cezâ, yapılan iş cinsinden olur.
Allah-u Teâlâ müminlere işkence eden kâfirlerin acı âkıbetlerini anlattıktan sonra, müminleri bekleyen güzel sonucu beyan etmek üzere şöyle buyurmuştur:
"İman edip de sâlih ameller işleyenlere, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır." (Bürûc: 11)
Cennet değil cennetler vardır. Cennet ırmaklarının vasıfları ise her türlü tasavvurun üstündedir. Bu ırmaklar cennetin her köşesine ve her köşke uğrar, yukarı doğru da akar, çok büyük oldukları halde, geçmek isteyenlere yol verir. Dileyenlerin peşi sıra da akar. Dünya ırmakları gibi çukurdan, belli bir mecrâdan akmazlar.
"İşte büyük kurtuluş budur." (Bürûc: 11)
Cehennemden uzaklaşıp cennete girmekten daha büyük kurtuluş düşünülemez.