Kurban kesilecek hayvanı kişi ya kendisi kesecek veyahut birisine vekâlet vererek kestirecektir. Ahmed’e Mehmed’e vermekle, kan akıtmadıkça kurban sahih olmaz. Kurban müslümanlar için vâcip olan bir ibadettir. Dilenciliği meslek edinen bölücüler kurbana da el atmakta bir çok paralar toplamaktadırlar. Binaenaleyh bunun da hırsızları mevcuttur.
Şöyle ki;
“Sen zahmet etme, senin yerine biz keselim!” derler. Yüz kurban alırlar, beşini keserler, doksan beşini cebe atarlar. İyi bil ki sen kurban kesmemiş olursun. Bu kurban hırsızlarına siz kendinizi kaptırmayın. Bu ilâhi hükmü yerine getirin. Çünkü Kur’an-ı kerim’deki emir şöyledir:
“Rabb’in için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser: 2)
“Kes!” buyuruyor Allah-u Teâlâ. Kurbanını âleme vermekle, kurban hırsızına paranızı kaptırmakla beraber emr-i ilâhiye’yi de yerine getirmemiş olduğunuzu iyi bilin. Allah-u Teâlâ açık olarak “Venhar = Kes!” buyuruyor. Ya kendin kes veya keseceğine kesinlikle emniyet edeceğin bir kimseye vekâlet ver.
Allah-u Teâlâ’nın “Haram aylar” olarak buyurduğu dört haram aydan biri olan Zilkade ayı içerisinde bulunmaktayız.
Bu haram ayların hangileri olduğu, haram ayların içerisinde yapılan Allah-u Teâlâ’nın emr-i ilâhi’si olan Hacc farizasının hikmeti, “Kurban” ile ilgili Âyet-i kerime’ler ve Hadis-i şerif’ler ele alınmıştır.
Kurban hakkında ayrıntılı bir şekilde izahlar yapılmış, “Akîka kurbanı” ve “Adak kurbanı” hakkında da bilgiler verilerek izâh edilmiştir.
Bu vesile ile; “Hayvan kesimi” ve kesimde her zaman için getirilmesi gereken “Besmele”nin önemi, getirilmediği takdirde kesilen etin haram oluşu ele alınarak, “Eti yenen” ve “Eti yenmeyen” hayvanlar önemine binaen Âyet-i kerime, Hadis-i şerif ve İslâm âlimlerinin içtihadı ışığında ayrıntılı bir şekilde arz edilmektedir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Tevbe sûresi 36. Âyet-i kerîme’sinde:
“Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah’ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunların dördü haram aylardır. İşte bu en doğru bir hesaptır. Öyle ise o aylar içinde kendinize zulmetmeyin.” buyuruyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ hutbesi’nde şöyle buyurmuşlardır:
“Şüphesiz ki zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günde olduğu gibi deveran edip durmaktadır. Sene on iki aydır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1654)
Bu dört muhterem ayın üçü sıra ile Zilkade, Zilhicce, Muharrem olup dördüncü de Receb’dir.
Bu aylar hürmete lâyık olup, savaş yapmak yasak olduğu için “Haram aylar” olarak vasıflandırılmıştır.
Zilkade ve Zilhicce aynı zamanda Hacc aylarıdır.
Üç ayları da ilâve edersek Hazret-i Allah’ın değer verdiği bu mübarek ayları ve ayrıca kıymetli gün ve geceleri birer ganimet bilerek, bu fırsatlardan istifade etmeye çalışmalıyız.
Zilhicce’nin ilk on günleri; zikir, tekbir ve hacc günleridir. Hazret-i Allah’ın:
“On geceye yemin olsun ki...” Âyet-i kerîme’si ile methettiği çok kıymetli çok mübarek günlerdir. (Fecr: 2)
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Ayların efdâli Ramazan-ı şerîf ve ziyâde muhteremi ise Zilhicce’dir.” (Câmius-sağir)
İbn-i Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri’nden rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“Allah’ın indinde Kurban’dan önceki on günden daha üstün günler yoktur. O günlerde Hakk Celle ve Alâ Hazretleri’nin zikrini çok yapınız.” (Dârimî)
Bir Hadis-i şerif’te de şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın kendisine ibadet edilmekten en çok hoşlandığı günler Zilhicce’nin ilk on günüdür. Bu on günün her gününde tutulan oruç bir yıllık oruca ve her ibadetle geçirilen gecesi, Kadir gecesine denktir.” (Tirmizî)
Zilhicce’nin yedinci gecesi Terviye, sekizinci gecesi Arefe ve dokuzuncu gecesi Bayram gecesidir. Bu mübarek geceleri ihya edenler cennetle tebşir olunmuştur. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Dört mühim geceyi ihyâ eden kimseye cennet zaruridir. Terviye, Arefe, Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı geceleri.” buyuruyorlar. (C. Sağir)
Bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Arefe gününde oruç tutmak hem geçmiş hem de gelecekten birer senenin küçük günahına kefaret olur.” (Ahmed bin Hanbel)
Hacılar Terviye gecesini Mekke-i Mükerreme’de, Arefe gecesini ve gününü Arafat’ta, Bayram gecesini ise Müzdelife’de geçirirler. Burada sabah namazı kılındıktan sonra Mina’ya geçilir.
Arefe günü sabah namazından başlayıp bayramın dördüncü gününün ikindisine kadar yirmi üç vakitte farz namazların selâmından sonra; “Allah-u Ekber Allah-u Ekber Lâ ilâhe illâllahu vallahu Ekber Allah-u Ekber velillâhil hamd.” şeklinde teşrik tekbiri almak vâciptir.
Allah-u Teâlâ malı ve sağlığı yerinde bulunan, akıllı ve mükellef olan, erkek ve kadın her zengin müslümana ömründe bir kere Hacc’a gitmesini farz kılmıştır.
“Hacca gidip gelmeye gücü yeten herkesin Kâbe’yi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Âl-i imrân: 97)
“İnsanları Hacc’a çağır.” (Hacc: 27)
Haccı farz kılan şartlar bir insanda toplanınca, onun hemen o yıl hacca gitmesi gerekir. Gidişini ertesi yıllara tehir etmesinden dolayı günahkâr olur.
Hacc ömürde nasıl olsa bir defadır diye ağır almak, tehir etmek aslâ câiz değildir.
Bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Hacc edecek kimse acele etmelidir, geriye bırakmamalıdır. Çünkü zaman geçtikçe ya hasta olur, ya bineği kaybolur, veya ihtiyaçları ortaya çıkar.” buyuruyorlar. (Ebu Dâvud)
Üzerine Hacc farz olduğu halde bu farizayı yerine getirmeden ölen bir müslüman günahkâr olur. Hacc’ı umursamayarak terkeden kimseler hakkında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Kim ki, yiyecek içecek ve binecek masraflarına mâlik olup da Hacc etmezse, ister yahudi ister hıristiyan olarak ölsün, müsâvidir.” (Tirmizî)
Hacc’ı terkedenlerin ehl-i kitab’a benzetilmeleri, onların da kitapları ile amel etmemelerinden ileri gelir.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise “Yâ Resulellah! Hakk yolunda savaşın en efdâl iş olduğunu görüyoruz, biz de savaşa gitsek olmaz mı?” diye soran Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’e:
“Sizin için cihadın üstünü, kabul olunmuş Hacc’dır; kadınlar için Hacc, cihaddan efdâldir.” buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 755)
Bununla beraber ömrünün sonunda bu Hacc’ı yerine getiren kimse, Hacc vazifesini yaptığı için mesuliyetten kurtulur. Fakat Haccetmeden önce ölürse, Hacc için vasiyet etmiş olsa bile günahkârdır. Vasiyeti malının üçte birinden yerine getirilir.
Vasiyet etmeden ölen bir kimsenin vârisi, oğlu veya kızı isterse, kendiliğinden onun namına vekil gönderip Hacc yaptırır.
Bir müslüman zengin olup da sağlığı yerinde olmazsa ve ömrünün sonuna kadar iyileşme ümidi bulunmayan bir hastalığa tutulmuş ise; o zaman kendisine vekâleten bir kimseyi Hacc’a gönderir. Zengin ve sağlığı da yerinde olan kimsenin yerine başkasının Haccetmesi câiz değildir.
Mâli durumu yerinde olup üzerine Hacc farz olan kimse Hacc’a gitmez de, daha sonra fakir düşecek olsa, artık Hacc üzerine borç olarak kalır.
Kurban, Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak niyeti ile belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.
Kurban kesmek hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Rabb’in için namaz kıl, kurban kes!” buyuruyor. (Kevser: 2)
Namaz kılmakla beraber, kurban da kes. Her ikisinin de şöhret için değil, Allah için halis niyetle yapılması gerekmektedir. Allah için kılınmayan namaz, namaz olmayacağı gibi; Allah için kesilmeyen kurban da kurban olmaz. Kurban olmak şöyle dursun, Allah’ın ismi anılmayan ve bilerek terk olunan veya Allah’tan başkasının ismi anılarak kesilenler, kesilmiş bile olmaz, ölmüş hayvan gibi haram olur.
•
Berâ bin Âzib -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kurban bayramı günü şöyle buyurmuştur:
“Bu günümüzde bizim için ilk yapılacak şey, namaz kılmamız, sonra kurban kesmemizdir. Bunları sırası ile yapan sünnetimize uygun hareket etmiş olur.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 515)
•
Allah-u Teâlâ kullarına kurbanlık develeri yaratma ve onları Allah’ın nişânelerinden kılma nimetini bahşettiğini Âyet-i kerime’sinde haber vermektedir.
“Biz kurbanlık develeri sizin için Allah’ın nişânelerinden kıldık.” (Hacc: 36)
Allah’ın teşrî buyurduğu dinin belirgin işaretlerinden kıldık.
“Onlarda sizin için hayır vardır.” (Hacc: 36)
Dünyada da ahirette de menfaat mevcuttur. Onları kurban keserek büyük sevaplara nâil olursunuz.
“Ön ayakları bağlı olduğu halde keserken Allah’ın adını anın.” (Hacc: 36)
Allah’ın adını anarak kurban edin.
“Yanları üstüne yere düştüklerinde ise onlardan yiyin.” (Hacc: 36)
Bu size mubahtır.
“Kanaat edip istemeyene de isteyene de yedirin.” (Hacc: 36)
Kendilerine birer miktar verin. Böylece bir nevi ziyafette bulunmuş olursunuz.
“Şükredersiniz diye onları böylece sizin emrinize musahhar kıldık.” (Hacc: 36)
Güçlerine, cisimlerinin büyüklüğüne rağmen onları emrinize verdik. Dilediğiniz zaman binersiniz, dilediğiniz zaman işinizde kullanırsınız, dilediğiniz zaman da kesersiniz.
Ey kurban kesen müminler!
“Boğazlanan kurbanlık hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sizin takvânızdır.” (Hacc: 37)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Hiçbir kul kurban günü, Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzları ile, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce, Allah katında yüce bir mertebeye ulaşır. Öyle ise onu gönül hoşluğu ile ifâ edin.” (Tirmizî)
Mühim olan sadece kan akıtmak veya et yemek değil, Allah-u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için kan akıtmaktır. O’na ulaşan sizin O’na itaat ve teslimiyetinizdeki, emirlerini yerine getirmenizdeki takvânızdır. Zira ameller ancak takvâ ve ihlâs ölçüleriyle makbuldür. Kurban kesenler ancak niyet, ihlâs ve takvânın şartlarına riâyet ederek Rabb’lerini râzı edebilirler.
“Sizi hidayete erdirdiği için Allah’ı tekbir edesiniz diye, O bunları size musahhar kıldı.” (Hacc: 37)
Onları buyruk altına almanın yolunu öğretip sebeplerini bahşeden ve kendisine yaklaşmanın yollarını gösteren Allah-u Teâlâ’nın nimetlerinin büyüklüğünü ve kudretinin yüceliğini tanıyıp, ulûhiyetini ve vahdaniyetini tekbir ile ilân edesiniz.
“İhsan edenleri müjdele!” (Hacc: 37)
Onların bu amelleri Allah katında makbul olup, kendileri bu yüzden ilâhi lütuflara nâil olacaklardır.
•
Kurban kesmek; hür, mukîm ve zengin olan her müslümana vâcibdir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hali vakti yerinde olup da, kurban kesmeyen kimse namazgâhımıza yaklaşmasın.” (İbn-i Mâce)
Hemen bütün semavî dinlerde kurban kesmek, insanı Allah’a yaklaştıran ve ulaştıran bir ibadet sayılmıştır.
Kur’an-ı kerim’de Âdem Aleyhisselâm’ın oğullarının kurban kesmelerinden bahsedilmektedir.
Bir Âyeti kerime’de :
“Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık.” buyuruyor. (Hacc: 34)
Kurban malla yapılan bir fedâkârlıktır. Bir müslüman kurban kesmekle, can da dahil olmak üzere bütün her şeyini Allah yolunda fedâ etmeye hazır olduğunu göstermiş olmaktadır. Diğer taraftan kurban, nefsanî arzuları kesmenin de bir işaretidir.
O kana bedel olarak, gelecek bir çok felâketler, ibtilâlar, akacak kanlar önlendiği gibi, en mühimi de Allah-u Teâlâ’nın emri şerif’inin yerine getirilmiş olmasıdır. Rızâ-i Bâri’ye vesiledir.
Kurban aynı zamanda İsmail Aleyhisselâm’ın Allah için kurban edilmekten kurtuluşunun hatırlanma vesilesidir.
Şöyle ki:
Hadis-i şerif’te bildirildiğine göre İbrahim Aleyhisselâm Burak ile bir günde Şam’dan Mekke’ye gelip giderdi. (Buhârî)
Bu ziyaretlerin birinde Mekke’de iken bir rüyâ gördü. O gün Zilhicce’nin sekizinci günü idi. Rüyâsında Allah-u Teâlâ ona ilk ve tek oğlu olan İsmail’i kurban etmesini emrediyordu. Önce bu rüyânın Rahmâni olup olmadığında tereddüt etti. O güne bundan dolayı Terviye günü denilmiştir. Zilhiccenin dokuzuncu günü aynı rüyâyı tekrar görünce, rüyânın Rahmâni olduğuna dair, yavaş yavaş kendisinde bir kanaat hasıl olmaya başladı. Bunun içindir ki bu güne Arefe günü denilmiştir. Onuncu günü tekrar aynı rüyâyı görünce, artık bunun kati bir emir olduğunu anladı. Oğlunu kurban etmeye karar verdiği için de o güne, kurban günü mânâsına gelen Yevm-i Nahir denilmiştir.
Peygamberlerin rüyâları ilâhi vahyin bölümlerinden birisi olduğu gibi, tabirleri de vahiydir ve sâdık rüyâlar olarak kabul edilir. Dolayısıyla böyle bir vahiy almış olmakla, bu yapılması gereken bir emir olmuş oluyordu.
Allah-u Teâlâ Halil’inin tam bir teveccüh ve teslimiyet içinde olduğunu, onun Allah için her türlü fedakârlığa katlanabilen nümune bir insan olduğunu göstermek için çok ağır bir imtihana tâbi tutuyordu. Şu kadar var ki büyük bir imtihan olduğu için bu emri bir defada ve kesin bir şekilde indirmemiş, arka arkaya rüyada göstermek suretiyle tedrici olarak beyan buyurmuştur.
İbrahim Aleyhisselâm bunun üzerine bu ilâhi emri zorla uygulamaya kalkışmayıp, önce kendisine tebliğ ederek işi istişâreye havale etti. Oğlundan bu hususta düşünmesini ve görüşünü bildirmesini istedi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Çocuk kendisiyle beraber yürüyüp gezecek çağa erişince ‘Ey oğulcuğum! Rüyada ben seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin?’ dedi.” (Sâffât: 102)
İsmail Aleyhisselâm babasının bu teklifine hiç tereddüt etmeden teslimiyet içinde cevap verdi:
“Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.” (Sâffât: 102)
Oğlunun bu derece metin olduğunu ve en kıymetli sermayesi olan canını bile Allah için seve seve verebilecek bir durumda olduğunu gören İbrahim Aleyhisselâm son derece memnun olmuştu.
“Her ikisi de Allah’ın emrine ram oldular.” (Sâffât: 103)
Âyet-i kerime’sinde belirtildiği üzere, sıra emrin icrasına gelmişti.
Beraberce Minâ denilen mevkiye vardılar.
Ciğerparesini bağrına bastı, öptü öptü, yüzükoyun yatırarak Allah-u Teâlâ’nın emrini yerine getirmeye hazırlandı. Bu şekilde yatırmasının sebebi, oğlunun yüz ifadesini görüp şefkatinin ağır basması dolayısıyla Allah-u Teâlâ’nın emrini yerine getirememe korkusuydu.
Nihayet vedalaştı ve bıçağı boğazına çalmaya başladı. Bir kaç kere çaldı ise de bıçak kesmedi. Tekrar tekrar çaldı, fakat yine kesmedi. Her defasında bıçağın ağzı geri dönüyordu.
Nefeslerin kesildiği bir anda emr-i ilâhi geldi.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Babası oğlunu alnı üzerine yatırınca biz ona ‘Yâ İbrahim!’ diye seslendik. Rüyâna sadâkat gösterdin, işte biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.” (Sâffât: 103-104-105)
Baba ve oğul tarafından kulluğun en mükemmel numunesi ortaya konulmuş oluyordu.
İbrahim Aleyhisselâm bu ilâhi emre samimiyetle imtisal ettiği için bizzat nidâ-i ilâhiye nail olmuş bulunuyordu.
İnsan havsalasının alamayacağı, kelimelerle ifade etmeye gücü yetmeyeceği bu hadise hakkında Âyet-i kerime’de:
“Bu gerçekten apaçık bir imtihandı.” buyuruluyor. (Sâffât: 106)
Öyle bir imtihan ve ibtilâ ki büyüklüğü apaçık meydandadır.
Çocuğu boğazlamak üzere yere yatırmakla maksat hâsıl olmuştu. Allah-u Teâlâ’dan başka hiçbir şeyin ona daha sevgili olmadığı ortaya çıkmış, sadâkatini en güzel şekliyle ispat etmişti.
İbrahim Aleyhisselâm bu ilâhi nidâyı işitince etrafına baktı. Bir de ne görsün! Gözleri sürmeli, boynuzlu bir koçla Cebrâil Aleyhisselâm semâdan doğru geliyor.
Allah-u Teâlâ İsmail Aleyhisselâm’a bedel olarak Cebrâil Aleyhisselâm’ın refakatinde kadri yüce bir kurbanlık göndermiş, İbrahim Halilullah’ın o emsâli düşünülemeyen kurban niyetini bu koç ile yerine getirmesini istemiştir.
Âyet-i kerime’de:
“Biz oğluna bedel olarak ona büyük bir kurbanlık verdik.” buyuruluyor. (Sâffât: 107)
İbrahim Aleyhisselâm koçu kurban ederek Allah-u Teâlâ’ya hamd ve senâsını, şükranlarını arzetmiştir.
O koç sebebiyle hayata dönen İsmail Aleyhisselâm’ın neslinden son peygamber Muhammed Aleyhisselâm geleceğinden, koçun şânına tâzim için “Büyük bir kurbanlık” olarak vasıflandırılmıştır.
Allah-u Teâlâ o zamanda İbrahim Aleyhisselâm’a yaptığı in’am ve ihsanla kalmamış, kıyamete kadar nesiller ve çağlar boyunca hatırasının anılacağını Âyet-i kerime’sinde haber vermiştir:
“Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık.” (Sâffât: 108)
Kurban bayramında kurban kesmek; itaatın güzelliğini, Allah-u Teâlâ’nın emrine teslim olmanın ulviyetini gösteren bu hadisenin anılması olarak İslâmî vecibeler arasına katılmıştır.
Müminlerin, hayvanlarını Allah için kurban etmeleri bu teslimiyet hadisesini kıyamete kadar canlı tutmaktadır.
Teslimiyet imtihanını lâyıkıyla veren İbrahim Aleyhisselâm:
“Bizden selâm olsun İbrahim’e!” (Sâffât: 109)
İltifât-ı ilâhi’sine mazhar olmuştur.
Böylesi bir imtihanı başarı ile verdikleri için, her ikisi hakkında da:
“İşte biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız.” buyurulmuştur. (Sâffât: 110)
İbrahim Aleyhisselâm çok büyük olduğu için çok büyük imtihanlara çekildi. Bütün imtihanları başarı ile kazandı ve Allah-u Teâlâ’nın çok büyük ihsanlarına nâil oldu.
Bizim de Hazret-i Allah’a ve Resul’üne nasıl teslim olmamızın bir ifadesidir.
• Kurbanın vâcip olması için müslüman olmak, hür olmak, mukim olmak yani misafir hükmünde olmamak, şer’an zengin sayılacak kadar servet sahibi olmak gerekir.
Asli ihtiyaçlardan başka en az nisap miktarı bir mala sahip olan her müslümanın kurban kesmesi vâciptir.
• Nisaptan maksat 200 dirhem (561.2 gram) gümüş veya 20 miskal (80.18 gram) altın veyahut bunların kıymetlerine muâdil bir maldır.
Bunda nisabın büyüyücü, artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir.
Her zekât veren mükellefe kurban kesmek vâcip olduğu gibi, zekâtta nisaba girmeyen bazı mallara sahip olan kimselere de, elinde nakit parası olmasa bile kurban kesmek vâcip olur.
Meselâ bir kimsenin asli ihtiyaçları dışında nisap miktarı değerinde fazla eşyası, ihtiyaç dışı ev ve arazisi olursa, bunların üzerinden bir yıl geçmese bile zengin sayılır, kurban kesmesi gerekir.
• Bir kimsenin kurban kesmesi için bütün vakitlerinde zengin olması şart değildir. Kurban bayramı günlerinin başında veya sonunda zengin bulunması kurbanın vâcip olması için yeterlidir.
• Fakirin ve yolculuk halinde olan kimsenin kurban günlerinde kesecekleri kurban nafile yerine geçer. Çünkü fakir olan kimselere ve yolculuk halinde olan kimselere vâcip değildir. Bununla beraber kurban niyetiyle keserlerse, kesen sevap kazanır. Kesmedikleri takdirde bir şey lâzım gelmez.
• Diğer şartlar mevcut olduğu halde, yolculuktan kurbanın son günü henüz vakit çıkmadan memleketine dönen bir kimseye de kurban kesmek vâcip olur.
Kurban kesilecek hayvanı kişi ya kendisi kesecek veyahut birisine vekâlet vererek kestirecektir.
Ahmed’e Mehmed’e vermekle, kan akıtmadıkça kurban sahih olmaz. Kurban müslümanlar için vâcip olan bir ibadettir.
Dilenciliği meslek edinen bölücüler kurbana da el atmakta bir çok paralar toplamaktadırlar.
Binaenaleyh bunun da hırsızları mevcuttur.
Şöyle ki;
“Sen zahmet etme, senin yerine biz keselim!” derler.
Yüz kurban alırlar, beşini keserler, doksan beşini cebe atarlar. İyi bil ki sen kurban kesmemiş olursun. Bu kurban hırsızlarına siz kendinizi kaptırmayın. Bu ilâhi hükmü yerine getirin.
Çünkü Kur’an-ı kerim’deki emir şöyledir:
“Rabb’in için namaz kıl, kurban kes.” (Kevser: 2)
“Kes!” buyuruyor Allah-u Teâlâ. Kurbanını âleme vermekle, kurban hırsızına paranızı kaptırmakla beraber emr-i ilâhiye’yi de yerine getirmemiş olduğunuzu iyi bilin.
Allah-u Teâlâ açık olarak “Venhar = Kes!” buyuruyor. Ya kendin kes veya keseceğine kesinlikle emniyet edeceğin bir kimseye vekâlet ver.
Vekâlet verilen kimsenin müslüman olması şarttır. Bir bölücüye kurban kesmesi için para veren bir kimse kurban kesmediğini iyi bilsin.
Kurban kesmek bu kadar faziletli olduğu halde, üzerine borç olmamasına rağmen bir kimsenin kurban keseceğim diye çoluk-çocuğunun boğazından kesmesi de caiz değildir. Çünkü âile fertlerinin geçimini temin etmek farzdır. Hatta bir ev sahibi çoluk-çocuğunun nafakasını kesip misafirine yedirirse, yiyen kimse haram yemiş olur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Müslüman, Allah rızâsını hesaba katarak âilesi efrâdına infakta bulunursa, bu onun için bir sadaka olur.” (Müslim: 1002)
Niyeti hâlis olan bir kimse, zaten icraatını yapacak, aynı sevaba ermiş olacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.” buyurmuştur. (C. Sağir)
Kurban kesmeyen belki kurban kesenden daha hayırlıdır. Kesemeyenin niyeti aynı kesen gibidir.
Çünkü Allah-u Teâlâ kulunun niyetine bakar.
Sıkılarak, âile fertlerinin nafakalarından keserek, borç para alarak kurban kesmek olmaz.
Abdullah bin Amr bin Âs -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır.” buyurmuştu.
Bir kimse kendisine:
“Yâ Resulellah! Ben, iâreten verilmiş bir hayvandan başka bir şeye sahip değilim, onu kesebilir miyim?” diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Hayır. Ancak saçını, tırnaklarını kısaltır, bıyıklarından alır, etek tıraşını olursun. Bu da sana Allah katında bir kurban yerine geçer.” (Ebu Dâvud)
Bu beyandan anlıyoruz ki, bayrama katılmak için imkânları zorlamaya gerek yoktur. Bayram günü saç tıraşı olmak, uzamış olan bıyıkları, tırnakları kesmek, bedeni temizlemek, yeni, temiz elbiseler giymek gibi, bayram gününün hürmetine uygun bir ahvâle bürünmek de, kurban kesmiş kadar Allah katında makbuldür.
•
Allah-u Teâlâ kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiş, takatleri nispetinde tekliflerde bulunmuştur.
Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Allah ağır teklifleri sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ: 28)
“Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz.” (Bakara: 286)
O ki sana emretmemiş, niçin yapıyorsun?
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki iş arasında muhayyer bırakıldığı zaman, günah olmadıkça o daima en kolayını tercih ederdi. (Buhârî)
Bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Şüphesiz ki bu din çok kolaydır. Kim dini zorlaştırırsa, altından kalkamaz, öyle olunca ortalama gidin.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 36)
Bu beyanlarımız kesebilecek olanlara teşvik olduğu gibi, kesemediği için üzülenlere de tesellidir. Niyeti onu kurtarır.
• Kurban; koyun, keçi, deve ve sığır cinsinden kesilir. Manda da sığır cinsinden sayılır. Bunların erkeği de dişisi de kurban edilebilir. Yalnız koyun ile keçinin erkeğini; sığır, manda ve devenin dişisini kurban etmek daha faziletlidir.
• Devenin en az beş, sığırın iki yaşında olması gerekmektedir. Koyun ve keçi ya birer yaşını bitirmiş bulunmalı veya altı aylık olduğu halde bir yaşında imiş gibi gösterişli olmalıdır.
• Bir koyun veya keçi ne kadar cüsseli olursa olsun, ancak bir kişi adına kurban kesilebilir.
Sığır, manda veya deve bir kişi adına kesilebileceği gibi, yediye kadar kişi tarafından da kurban edilebilir.
Şu kadar var ki, ortakların müslüman olması şarttır. Ayrıca hepsinin de kurbana niyet etmiş olmaları gerekir. Bir kısmının vâcip kurbana, bir kısmının akîka veya nafile kurbana niyet etmelerinde fark yoktur. Fakat içlerinden birinin et niyeti ile kesmesi durumunda hiçbirinin kurbanı kabul olmaz.
• Tavuk, horoz, kaz, ördek, hindi... gibi hayvanlar kurban kesilemez. Bunları kurban niyetiyle kesmek harama yakın mekruhtur.
• Etleri yenilen vahşi hayvanlar da kurban olmaz.
• Bir veya iki gözü kör, kulağının veya kuyruğunun yarısından çoğu veya meme başları kopmuş, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılmış, doğuştan kulak ve kuyruğu bulunmayan, dişsiz, dişlerinin çoğu dökülmüş, kemiklerinin içinde iliği kalmamış derecede zayıf, kesim yerine gidemeyecek kadar topal, belirli bir şekilde hasta olan hayvanlar kurban olmaz.
• Zengin bir kimsenin satın aldığı kurban özürlü çıkarsa veya hayvan sonradan kusurlanırsa, yerine başka bir hayvan kesmesi gerekir. Fakir ise yeniden alması icap etmez, onu keser. Hatta böyle bir hayvanı alıp kurban etmesi de yeterlidir. Çünkü bu kurban onun hakkında nafiledir.
• Kurban iri, sağlam, kusursuz ve besili olmalıdır.
Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Kurbanlarınızı büyük büyük kesiniz. Şüphesiz ki onlar sıratta sizin bineklerinizdir.”
• Hayvanın şaşı, topal, uyuz olması; kulağının küçük, delik ve damgalı olması; boynuzlu, boynuzsuz veya boynuzunun biraz kırık olması; kulaklarının delinmiş veya enine yırtılmış olması, ucunun kesik veya sarkık olması; dişlerinin azının dökülmüş olması; burulmuş olması kurban olmasına engel değildir.
• Deli olan bir hayvan karnını doyurabiliyorsa kurban edilir, doyuramıyorsa edilemez.
• Daima pislik yiyen bir hayvan, hapsedilmeden kurban edilmez.
• Kurban kesmenin vâcip olmasının sebebi vakittir. Vakit tekrarlandıkça, kurban kesmek de tekrarlanır.
• Kurban kesmenin vakti Kurban Bayramı’nın “Eyyâm-ı nahr” denilen birinci, ikinci ve üçüncü günleridir. İlk günü kesmek daha faziletlidir. İstenirse üç gün de ayrı ayrı kurban kesilebilir.
• Bayram namazı kılınan yerlerde namazdan sonra, kılınmayan yerlerde sabah namazının vakti girdikten sonra kesilir.
• Kurbanı gece kesmek mekruhtur.
• Kurban kesmek bir ibadet olduğu için, bu işi başarmaya ehil olanın kendi kurbanını eliyle kesmesi daha faziletlidir.
• Kendi kesemezse vekâleten bir başkasına kestirebilir. Başında bulunması müstehaptır.
• Müslüman bir kadın kesebileceği gibi, kesmesini bilen ve besmele çekebilen bir çocuk da kesebilir.
• Bıçak, hayvana eziyet vermeyecek şekilde keskin olmalıdır. Hayvanı kör bıçakla boğazlamak, yere yatırdıktan sonra bıçak bilemek, ayağından çekip sürüklemek, boğazlarken hayvanın murdar iliğini hemen koparmak, kellesini kesip almak, daha ölmeden derisini yüzmeye başlamak, kıbleden çevirmek mekruhtur.
• Hayvanın yönü kıbleye gelecek şekilde yatırılır, sağ arka ayağı serbest bırakılarak geri kalan üç ayağı birbirine bağlanır.
• Her türlü ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra kurbanı kesecek olan kişi önce “Allahümme hâzâ minke ve ileyke = Allah’ım bu sendendir ve sanadır.” der ve şu Âyet-i kerime’yi okur:
(İnne salâtî ve nüsukî ve mehyâye ve memâtî, Lillâhi Rabbil âlemîn, lâ şerîke leh vebi zâlike ümirtü ve ene evvelül-müslimîn.)
“Şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de, hayatım ve ölümüm de âlemlerin Rabb’i olan Allah içindir, O’nun hiçbir ortağı yoktur. Bana böylece emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.” (En’âm: 162-163)
Daha sonra “Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber, Allahu Ekber ve lillâhil-hamd” diye tekbir getirilir ve “Bismillâhi Allahu Ekber”diyerek bıçak çalınır.
• Kesme işi; boynun alt tarafından, boğazın çeneye yakın yerinden yapılır. Yemek ve nefes borusu, bunun iki yanındaki şah damarının kesilmesi ile tamamlanır.
• Develer sığır gibi kesilmez. Boğazla göğsün birleştiği yere bıçak saplanır. Bu sünnettir. Deveyi sığır gibi, sığırı veya koyunu deve gibi kesmek mekruhtur.
• Kanın iyice akıp hayvanın hareketten kesilmesini beklemek müstehaptır.
• Kurban sahibi, kurban kesildiği gün ilk yemeğini kurbanın ciğerinden yemesi menduptur.
• Kurban kesildikten sonra iki rekât namaz kılınması uygun olur.
• Vâcip olan; kurbanı kesmek ve kan akıtmaktır.
Binaenaleyh kurbanı diri olarak sadaka vermekle, vâcip olan borç ödenmiş olmaz.
Kestikten sonra etini tasadduk etmek müstehaptır, etmese de olur.
• Kurban kesen kimse, etinden hem yer hem yedirir. Yedirdiği kimseler fakir de olmayabilir.
Âyet-i kerime’de:
“Yiyiniz, yediriniz.” buyuruluyor. (Hacc: 36)
• Efdâl olan kurbanın etini üçe ayırmak; bir kısmını fakirlere vermek, bir kısmını akraba ve dostlara hediye etmek, bir kısmını da evde bırakmaktır.
• Kurban kesen kimsenin, nafakaları üzerine vâcip olan ev halkı kalabalık olup hali vakti de geniş değilse, sadaka ve hediye etmeyerek onlara bol bol yedirebilir. İsterse bir kısmını da kavurma yaparak saklayabilir.
• Kurban derisi tasadduk olunabileceği gibi, evde seccade olarak da kullanılabilir.
• Kurban derisi satılıp parası alınamaz, yenecek ve içecek bir şeyle değiştirilemez.
• Kesilmeden önce kurbanın sütünden ve gücünden faydalanmak, yününü kırpmak, etini ve derisini satıp parasını almak mekruhtur. Böyle bir şey yapılırsa kıymetini sadaka olarak vermek gerekir. Fakat kesildikten sonra yünü alınıp kullanılabilir.
• Kurbanlık hayvan kesilmeden önce doğursa, yavrusu da kendisiyle beraber kesilir. Kesilmeyip satılsa, parasını sadaka olarak vermek icap eder.
• Kurbanın etinden veya derisinden kesim ücreti verilmez.
• Bir evde kaç zengin varsa, hepsine de ayrı ayrı birer kurban vâcip olur.
• Kurban kesmek için erkek olmak şart olmadığı gibi, nisaba ulaşan kadınların da kurban kesmeleri gerekir.
• Kurban kesmesi kendisine vâcip olan bir erkek, mal kendisinin olduğu halde, bir yıl kendisine bir yıl hanımına kesecek olsa, kendisi borçlu kalır.
• Bir kimsenin kendi malından çocuğu namına kurban kesmesi menduptur.
• Zengin evlât, kendisine aldığı kurbanı babası namına kesecek olsa, kendisi borçlu kalır.
• Herhangi bir sebepten dolayı kurban kesilemezse kazaya kalır. Ödemek istediğinde bir hayvan satın alınıp diri olarak tasadduk edilebilir veya kıymeti fakirlere verilebilir.
• Kurban edilecek hayvan öldüğü takdirde zengin olanın başka bir kurbanlık satın alması gerekir, fakir olana gerekmez.
• Fakirin aldığı kurbanlık kaybolduğunda ve yerine başka bir kurbanlık kestiğinde, kurban bulunursa fakir onu da keser. Çünkü kendisine nafile iken vâcip kılmıştır. Zengin ise, kestiği kurbanla vâcibi yerine getirdiğinden tekrar kesmesi gerekmez.
• Bir kimse kendi adına iki koyun alıp kurban edebilir, mutlaka bir koyun kurban olarak sınırlandırılmamıştır. Bir kişi, isterse bir sığır da kurban edebilir.
• Ölüm hastalığında bulunan bir kişi, kurban günlerinde kendisi için bir kurban kesilmesini vasiyet ederse, vârisleri onun terikesinin üçte birinden bir koyun alıp keserler. Bu bir borçtur, yapılmazsa günahkâr olurlar.
• Bir kimse sevabını vefat eden bir kimseye bağışlamak üzere bayram günü kestiği kurban etinden yiyebilir.
• Vefat etmiş bir yakını için kurban keseceğini söyleyen kimse, onu bayram günlerinde kesmesi vâcip olur. Kurban niyetiyle olmayıp fakirlere dağıtmaya niyet ederse istediği herhangi bir günde keser.
• Çocuk için kesilecek kurbana akîka kurbanı denir. Akîka, çocuğun başındaki ana tüyünün adıdır.
• Akîka kurbanı çocuğun doğduğu günden bâliğ olacağı güne kadar kesilebilir. Fakat yedinci günü kesilmesi efdâldir. Çocuğun yedinci günü adı konulur ve başının saçları kesilip ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilir ve aynı gün kurban kesilir.
• Kurbana elverişli olan her hayvan, akîka için de kurban olabilir.
• Akîkanın kemiklerini kırmayıp, mafsallarından ayırmak ve öyle pişirmek müstehaptır.
• Akîkanın etinden kesen yiyebilir, başkalarına da yedirebilir ve tasadduk eder.
• Çocukluğunda akîka kurbanı kesilmemiş bulunan kimse, bunu sonradan da kesebilir.
• Bir kurban adamış olan kimseye, bunu kesmek vâciptir.
• Adak kurbanının etinden adayan kimse, karısı, babası, anası, dedeleri, çocukları, torunları yiyemez. Fakirlere sadaka olarak vermek lâzımdır. Şayet yerlerse yediklerinin kıymetini sadaka olarak verirler.
Helâl lokma yiyebilmek için bugün müslümanların üzerinde durması gereken mühim meselelerden birisi de, hayvan kesiminde “Besmele” ve “Etleri yenilip yenilmeyen hayvanların bilinmesi” hususudur.
1– En’am sûresi 145. Âyet-i kerime’sine göre; “Kendiliğinden ölmüş hayvan leşi, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanlar” olmak üzere haram yiyecekler dört sınıftır.
Mâide sûresi 3. Âyet-i kerime’sinde ise; “Boğulmuş, bir yerine taş veya sopa vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış, putlar adına boğazlanmış hayvanları yemenin ve fal okları ile kısmet aramanın haram olduğu” bildirilmektedir.
Boğulmak, başına tokmak vurulmak, bir yerden yuvarlanmak, süsüşmek, yırtıcı hayvan tarafından yaralanmak... gibi bir sebeple ölmek üzere bulunan hayvan yetişilerek kesilirse eti yenir.
2– Hayvanı keserken Allah’ın ismini anmak vâciptir. “Bismillahi Allahu Ekber” demek ise müstehaptır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Allah’ın âyetlerine inanan müminler iseniz, üzerlerine Allah’ın ismi anılmış (Besmele ile kesilmiş) hayvanlardan yiyin.” (En’âm: 118)
“Kesilirken Allah’ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Çünkü onu yemek muhakkak ki bir fısktır, Allah’ın yolundan çıkmaktır.” (En’âm: 121)
Hayvanı kesecek olanın boğazlamaya ehliyetli olması lâzımdır. Müslüman bir erkek ve kadın kesebileceği gibi, kesmesini bilen ve “Besmele” çekebilen bir çocuk da kesebilir.
Tesmiyenin tam kesilme halinde bulunması şarttır. “Besmele” çektikten sonra bir şey yer içer, başkası ile konuşursa önce çektiği “Besmele” kifayet etmez, yeniden çekmesi gerekir.
“Besmele” unutularak terk edilmiş olursa zararı olmaz.
Çünkü Hadis-i şerif’te “Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarının mesuliyeti kaldırılmıştır.” buyuruluyor. (Buhârî)
Ancak kasten terk edenlerin kestikleri yenmez, haram olur.
3– Boğazlama; develerde boğazla göğsün birleştiği yere bıçak saplamak (nahr) suretiyle, diğer hayvanlarda ise boğazı kesmek (zebh) suretiyle yapılır. Bu sünnettir. Deveyi davar ve sığır gibi kesmek, davarı ve sığırı da deve gibi kesmek mekruhtur.
Eksiksiz bir boğazlamada, nefes ve yemek boruları ile bunun iki yanındaki iki atar damarın kesilmesi gerekmektedir.
Damarları ve boruları kesip kanı akıtabilen her çeşit âlet ile hayvan kesilebilir. (Bıçak, keskin kamış kabuğu, cam... vs.) Mühim olan âletin keskinliğidir. Yalnız, diş ve tırnakla kesmek yasaktır.
Şu kadar var ki bu âlet hayvana zahmet vermeyecek şekilde keskin olmalıdır. Hayvanı kör bıçakla boğazlamak, yere yatırdıktan sonra bıçak bilemek, ayağından çekip sürüklemek, boğazlarken hayvanın murdar iliğini hemen koparmak, kellesini kesip almak, daha ölmeden derisini yüzmeye başlamak mekruhtur.
Hayvan kuyuya veya bir yere ters vaziyette düşer veya yakalanamazsa herhangi bir yerinin kesilip kanının akıtılması boğazlama yerine geçer.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de bulunduğu bir yerde, kaçan ve yakalanamayan bir deve okla vurularak öldürülmüştü. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu tasvip ettikleri gibi “Böyle durumlarda aynı şeyi yapınız.” diye de emir buyurmuşlardır. (Buhârî – Müslim)
4– Kesilen bir hayvanın karnından diri olarak çıkan yavru boğazlanır ve yenir. Ölmüş olarak çıkarsa yenmez.
5– Hayvan şer’i usule göre kesilince, vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar, az bir kısmı da ince damarlarda kalır. Dışarıya akan bu kanı yemek-içmek haramdır. İnce damarların içinde, dalak, ciğer gibi uzuvlarda kalan kan ise akmış sayıldığından et ile birlikte yenir.
Hayvanın ödü, bezi, bevl torbası, husyeleri ve tenasül uzvu yenmemelidir, mekruhtur.
6– Bir misafir için “Besmele” ile kesilen bir hayvanın eti yenilir. Çünkü misafire ikram lâzımdır. Bu Allah rızâsı için kesilmiş olur. Besmele ile bile kesilmiş olsa, herhangi bir şahsa tazim için kesilen kurbanların eti haramdır, yenilemez. Çünkü kurban yalnız Allah için kesilir.
7– Diri olup olmadığı bilinemeyen bir hayvan kesilirken; harekette bulunursa, gözünü yumarsa, ayağını çekerse, tüyleri ürperip kalkarsa canlı hükmündedir ve eti yenir.
Şu kadar var ki, yalnız gözünü veya ağzını açması veya ayağını uzatması onun canlı olduğunu göstermez. Bu hayvan ölü hükmünde olup, eti murdardır.
8– Murdar ölen hayvanın etini yemek haram olmakla beraber derisinden, boynuz, kemik ve kılından faydalanmak mubahtır.
Hazret-i Meymune -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’in bir azatlısına sadaka olarak bir keçi verilmiş, o da ölmüştü.
Duruma muttali olan Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Derisini niçin almadınız? Onu tabaklar, faydalanırdınız!” diye ikazda bulundu. “O murdar ölmüştü.” dediklerinde “Onun sadece etinin yenmesi haram kılındı.” buyurdu. (Müslim)
Bir Hadis-i şerif’te de “Onu tabaklamak murdarlığını giderir.” buyurulmuştur. (Hâkim)
9– Vahşi tabiatlı olmayan, iğrenç görülmeyen hayvanların etleri helâldir, yenilebilir.
Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi hayvanları bir müddet hapsetmeden hemen kesip yemek mekruhtur. Şayet yemedilerse veya etlerini kokutmayacak derecede az yemişlerse, hapsedilmeleri gerekmez.
Pislik yiyen tavuklar için hapis müddeti üç gün, koyunlar için dört gün, sığır ve develer için on gündür.
10– Azı dişleri ile kapıp avlayan, parçalayan ve kendisini müdafaa eden hayvanların etleri haramdır, yenilmez. “Kurt, Ayı, Aslan, Kaplan, Pars, Tilki, Çakal, Sincap, Samur, Sansar, Maymun, Sırtlan, Fil, Gelincik, Kedi, Köpek...” gibi.
Tırnaklarıyla kapıp avlayan, tırmalayan kötü tabiatlı kuşların etleri de yenmez: “Kartal, Kerkenez, Akbaba, Alacakarga, Leş Kargası, Kuzgun, Çaylak, Atmaca, Yarasa, Şahin...” gibi. Bunlar pislik de yerler.
11– İslâm âlimleri, deniz ürünlerinden “Balık türlerinin yenmesinin” helâl olduğu konusunda görüş birliği içerisindedirler.
Balık türlerinin dışındaki deniz ürünleri konusunda ise bazı içtihat farklılıkları ortaya çıkmıştır. Buna göre; “Midye, Kalamar, Yengeç, Karides, Kerevit...” gibi ürünlerin yenmesi “Hanefi Mezhebi”ne göre câiz değil, diğer üç mezhebe göre câizdir. Bu konuda ortaya çıkan içtihat farklılığının sebebini anlayabilmek için, İslâm dininin konuya ilişkin temel yaklaşımını bilmek gerekmektedir.
Kur’an-ı kerim’de genel olarak denizden elde edilen yiyeceklerin helâl olduğu bildirilmiştir.
“Deniz avı yapmak ve onu yemek hem kendinize hem de yolculara bir geçimlik olarak helâl kılınmıştır.” (Mâide: 96)
“Hepsinden de taze et (balık) yersiniz.” (Fâtır: 12)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de deniz hakkında:
“Onun suyu temiz, içinde ölen(meytesi) helâldir.” buyurmuştur. (Ebu Dâvud, Taharat 41)
Dinimizin iki temel kaynağı; Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye’de deniz ürünleri ile ilgili olarak en başta bu deliller yer almaktadır. Bunun yanında Kur’an-ı kerim’de ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerif’inde yenmesi helâl ve haram olan etler ile ilgili bazı açıklamalar yer almıştır. Bu açıklamalar bir bütün olarak göz önüne alındığında, her şeyden önce etleri yenebilecek hayvanlarla ilgili bir liste verme yönüne gidilmediği, sadece belli ilke ve ölçüler getirmekle yetinildiği görülür.
Belirttiğimiz gibi Kur’an-ı kerim’de yenmesi helâl olan etler ayrı ayrı belirtilmeksizin insanlara Allah-u Teâlâ’nın nimetleri hatırlatılmış ve müslümana yaraşan şeylerin yenmesinin gerekliliğine vurgu yapılmıştır.
Bunun için “İyi ve temiz şeylerin helâl kılındığı” belirtilerek en çok yenmesi mutat olan koyun, deve ve sığır gibi türlere (behimetü’l-en’âm) işaret edilmiştir.
“Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin.” (Bakara: 172)
“Temiz olan şeyler size helâl kılındı.” (Mâide: 4)
Kur’an-ı kerim’de yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise, insanın tabiatı itibariyle “tayyibât” (iyi ve temiz) görülemeyecek nitelikteki “habâis” (temiz görülmeyen ve iğrenilen) şeylerin yenmemesi gereğidir. Burada geçen “habâis”ten olma vasfı, insan için zararlı olabilecek şeyleri içine aldığı gibi tabiatı gereği insanın iğrendiği tüm hayvanları da kapsayabilir. İslâm âlimleri, iğrenç tabiatlı ve pis olan bir takım hayvanların etlerini de haram kabul etmişlerdir; “Yılan, Fare, Kurbağa, Kaplumbağa, Köstebek, Kirpi, Salyangoz, Solucan, Sinek ve bütün haşarat...” gibi hayvanların bu gruba girdiğini ifade etmektedirler. İşte Hanefi mezhebi balık cinsinden olmayan; “Midye, Kalamar, Yengeç, Karides, Kerevit, İstiridye, İstakoz, Ahtapot...” gibi hayvanlar ile “Su aygırı, Deniz hınzırı...” gibi balık suretinde bulunmayan deniz ürünlerini bu kategoride değerlendirdiği için bu tür hayvanlar helâl değildir, etleri yenilmez. Balık sınıfına giren her nevi balık etleri helâldir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’de:
“Taze et yemeniz için denize boyun eğdiren Allah’tır.” buyuruyor. (Nahl: 14)
Balığın yenilme helâliyetinin şartı, afet ile ölmüş olmasıdır.
Ağ ve olta afet olduğu gibi, balığın bir yere sıkışma, fırtına, dalga tesirleri ile, suyun çekilmesi, fazla sıcak veya soğuk olması gibi sebeplerle ölmesi dahi afet sayılır. Balıkların boğazlanması gerekmez.
Böyle bir âfete uğramaksızın herhangi bir tesir olmadan kendi başına ölmüşse eti yenmez.
Ölen balığın karın tarafı su yüzünde ise kendi başına ölmüş sayılır ve eti yenmez. Sırt tarafı su üzerinde ise, dış tesirle ölmüştür ve eti yenir. Balıklar temiz olmayan suda bulunsalar dahi etleri yenir.
Diğer taraftan sağlığa zararlı maddelerin alınmaması da İslâm’ın genel ilkelerinin gereklerindendir.
Bu konudaki somut yasaklar, Mâide sûre-i şerif’inin 3. Âyet-i kerime’sinde on madde halinde sayılmış ise de; bunların bir kısmı aynı grup içinde düşünülerek tamamının Bakara sûre-i şerif’inin 173. Âyet-i kerime’sinde yer alan dört ana maddede toplanması mümkündür:
“Allah size leşi, kanı, domuz etini, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanı kesin olarak haram kıldı.” (Bakara: 173)
Kendiliğinden veya dini usulde boğazlanmaksızın ölmüş hayvan (meyte), akıtılmış kan, domuz ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar.
Bütün İslâm bilginleri, Allah’ın; dinî hüküm ve kaideleri, kullarının maslahatı için koyduğunda ittifak etmişlerdir. Bu maslahat ya faydalı olanı elde etmek (celb-ı menfaat) yahut da zararlı olanı gidermek (def-ı mazarrat) içindir.
•
Yalnız çekirge konusunda bir istisna vardır. Bu konuda dört mezhep de aynı görüşü içtihat etmişlerdir.
Çekirgenin yenmesi ile ilgili olarak, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den, Abdullah İbn-i Ebî Evfâ -radiyallahu anh- şöyle rivayet etmiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber (altı veya yedi sefer) gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında Peygamber Efendimiz ile birlikte çekirge yedik." (Buhârî, Sayd: 13. Müslim, Sayd: 52. Ebu Dâvud, Et'ime: 35, Tirmizî, Et'ime: 22. Nesâî, Sayd: 37)
Ebu Hureyre -radiyallahu anh- Efendimiz, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den şöyle rivayet etmişlerdir:
“Biz Hacc ve Umre için Hazret-i Peygamber ile birlikte yola çıkmıştık. Yol esnasında bir çekirge sürüsüne rastladık. Kamçı ve yaylarımızla vurmaya başladık. Resulullah Efendimiz; ‘Bunu yiyin, zira o deniz avından sayılır.’ dedi.” (Ebu Dâvud, Menâsik: 42, Tirmizî, Hacc: 27)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde:
“Resul’üm! Onlar sana kendileri için nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Temiz olan şeyler size helâl kılındı. Allah’ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve (ava salarken) üzerine Allah’ın adını anın. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.” buyuruyor. (Mâide: 4)
Dinimiz avlanmayı bazı kayıt ve şartlarla câiz ve helâl kılmıştır, fakat vâcip değildir. İnsanın kendi ihtiyârına bırakılmıştır. Bu mübah bir kazanç yoludur. Fakat diğer kazanç yolları bundan efdâldir.
Hele yemek ve faydalanmak niyeti olmadan sırf zevk için hayvan öldürmek ve bunu ifrâta götürmek hiç doğru değildir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir kuşu boşuna öldürenler için kıyamet gününde o kuş bağırarak ‘Yâ Rabb’i! Falan kişi, faydalanmak niyeti olmadan beni boşuna öldürdü’ diye şikâyet edecektir.” buyuruyorlar. (Nesâi)
Şer’an eti yenilebilen ve insanlardan kaçan vahşi hayvanlardan hangisi olursa olsun av hayvanıdır. Avlanmadan başka bir yolla boğazlama imkânının bulunmaması gereklidir. Av aletiyle yaralanan hayvana yetişildiği zaman halâ yaşıyorsa, veya canlı olarak tutulabildiyse, şer’î usûlüne göre boğazlanması lâzımdır. Boğazlanmadan ölürse eti yenmez.
Av ya ok, mızrak, kılıç, tüfek, tabanca gibi kesici, delici, içine işleyici aletlerle veya köpek, pars, doğan gibi hayvanlarla yapılır. Bu aletlerle öldürülen hayvan yenir.
Taş veya sopa gibi şeylerle vurularak öldürülen hayvan yenmez. Âletin vücuda girmesi, delmesi ve kesmesi gerekir.
Av hayvanlarının öğretilmiş, ava alıştırılmış olması, avı kendisi için değil sahibi için yakalaması ve yemeden getirmiş olması şarttır. Tuttuğu hayvanı yaralamadan boğarsa veya bir kısmını yerse, artık o av yenmez.
Gerek silâh ve gerekse hayvanla av yaparken besmele çekmek de şarttır. Tetiği çekerken veya hayvanı av üzerine salarken kasten besmele çekilmezse, o av hayvanının eti yenmez, haram olur. Besmele unutulursa helâldir.
Bir besmele ile atılan mermi iki hayvana isabet ederse, her iki hayvan da helâl olur.
Besmele çekilerek gönderilen köpeğe avı yakalamakta besmelesiz salıverilen başka bir köpek yardım ederse, avlanan hayvanın eti yenmez. Öğretilmiş köpeğin ortaklığı da böyledir.