Dereceler katetmiş sâlih müminlerin amel defterlerine gelince;
"Şüphesiz ki, iyilerin yazısı İlliyyîn'dedir." (Mütaffifîn: 18)
Onların iyi amellerinin kayda geçirildiği sayfalar, en şerefli makamda, en yüce divanda kayıtlıdır.
"İlliyyîn'in ne olduğunu bilir misin?" (Mütaffifîn: 19)
Siccîn'in ne olduğunu bir kimsenin tam kavraması mümkün olmadığı gibi, İlliyyîn'in ne olduğunu da bir kimsenin tam kavraması mümkün değildir. Şu kadar var ki, bu kitabı görenler onda çok büyük bir hayır olduğunu, sahibinin büyük bir saâdete ereceğini anlarlar.
"O, amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır." (Mütaffifîn: 20)
Tescil edilmiştir, apaçıktır ve nettir.
"Mukarrebler (Allah'a yakın olanlar) ona şâhit olurlar." (Mütaffifîn: 21)
Mukarreb melekler onu müşâhede ederler ve koruma altında tutarlar.
"Şüphesiz ki iyiler nimet cennetindedirler." (Mutaffifîn: 22)
Cennetlerdeki nimetler, orada bulunan herkesi doyasıya ihata eden nimetlerdir. Her şey Allah-u Teâlâ'nın kudret eliyle hazırlanmıştır. Bunların vasıflarını bütünüyle anlamamız veya kavramamız imkânsızdır. Allah-u Teâlâ kullarının anlamalarına kolaylık sağlamak için o nimetleri dünya nimetlerinin isimlerini anarak haber vermektedir.
"Koltuklar üzerinde etrafı seyrederler." (Mutaffifîn: 23)
Huzur ve emniyet içinde oturacakları yüksekçe tahtlar hazırlanmıştır ki, mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir.
Diledikleri yere diledikleri şekilde bakabilirler. Taraf-ı ilâhîden kendilerine ikram ve ihsan olunan güzelliklere zevkle baktıkları gibi, oturdukları yerden kâfirlerin nasıl azap ve işkence gördüklerini de seyrederler. Çünkü o azaplardan kurtulduklarını görmek, sevinçlerini daha da artırır.
"Yüzlerinde nimetin ve mutluluğun sevincini görürsün." (Mutaffifîn: 24)
Cennetin göz ve gönül dolduran nimetleri karşısında hayran kalırlar. Ruhen ve cismen nurlanırlar. Yüzlerindeki beşaşeti, onlara bakan herkes görür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde "Ebrâr" adı verilen müminlere bahşedilecek ikram ve ihsanları arzederken şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerine ağzı kapalı, mühürlü, saf bir içki içirilir. Sonunda misk kokusu bırakır." (Mutaffifîn: 25-26)
Onun içine hiçbir şey karışmamıştır, tortusu yoktur. Allah-u Teâlâ onlara o içkiyi öyle güzelleştirmiştir ki, sonunda misk gibi olur. Mühürlü olması, içecek olanların şerefini artırmak içindir. Bu mühürleri ancak kendileri açabileceklerdir. Bu ise ona ihtimam gösterildiğini belirtir.
Çünkü onlar, dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı tercih ettiler, yalnız O'na ihtimam gösterdiler. Allah-u Teâlâ da bunu bildiği için bu ikramı yalnız onlara yapıyor.
Böyle pek nefis bir nimete nâil olanlara elbette imrenmek gerekir.
"Yarışanlar bunun için yarışsınlar, imrenenler buna imrensinler." (Mutaffifîn: 26)
Asıl imrenmenin dünyada iken olması gerekir. Ebrâr'ın Allah-u Teâlâ'ya ve Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine bağlılığına imren ki, bu lütuf ve ihsana nâil ve mazhar olasın.
Âyet-i kerime'de geçen saf içkinin bir vasfı da:
"Onun karışımı Tesnîm'dendir." (Mutaffifîn: 27)
"Tesnîm"; cennet içkilerinin en güzeli, en üstünü ve en değerlisidir. Cennetin gayet yüksek yerlerinden geldiği için Tesnîm denilmiştir.
"Ebrâr" olanlara o saf içkiden içirileceği zaman, içine Tesnîm'den de bir miktar karıştırılır. Katık olarak verilir. Bu da onlar için büyük bir lütuftur.
Tesnîm'i katıksız olarak içmek Allah-u Teâlâ'ya yaklaştırılmış olan "Mukarreb"lere mahsustur.
Cennet şaraplarının en güzeli ve değerlisi olan Tesnîm'den "Mukarreb"ler saf olarak aynen içerler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Bu öyle bir pınardır ki, ondan sadece Allah'a yakın olan Mukarrebler içer." (Mutaffifîn: 28)
Çünkü onlar dünyada iken saftı, temizdi ve güzeldi. Çünkü onlar güzel ile idiler, kalplerinde yalnız O'nun muhabbetini yaşatırlardı.
Bu mânevî kurbiyete mazhar olamayanlar o pek güzide pınarın suyundan içmek şerefine nâil olamazlar.
Tesnîm adı verilen bu pınar 25. Âyet-i kerime'de geçen "Ağzı mühürlü saf içki"den daha üstün ve daha güzeldir.
Bu doğrudan doğruya âlemlerin Rabb'i tarafından içirilen, hiçbir katkı katılmamış, mutlak bir şekilde saf, tertemiz bir içkidir. Bu Cemâlullah'a kavuşma neşesidir.
Dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı tercih edip, yalnız O'na rağbet edip, O'nunla beraber olmak istedikleri gibi; Allah-u Teâlâ da şimdi onları tercih etmiş, onlarla beraber olmak istiyor.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurur:
"Muhakkak ki Ebrâr'ın benimle mülâki olmaya iştiyakları çoğalmıştır. Halbuki benim onlarla mülâki olmaya iştiyakım daha kuvvetlidir."
Tasavvur buyurun ki Allah-u Teâlâ'nın onların üzerinde ne kadar sevgisi var?
Çünkü o, dünyada iken başka yerlerden lezzet alıyordu. Bunlar ise yalnız Allah-u Teâlâ'dan lezzet alanlardır.
Onlar nasıl ki has olarak Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a yönelmişlerse, Allah-u Teâlâ da en hasını onlara bahşeder. Bu onlara bir ikram-ı ilâhîdir.
"Siz saf ve temiz bir kalp ile beni seçmiştiniz, ben de en saf ve en temizini size ikram ediyorum."
Mukarrebler Huzur-u İlâhî'de bütün mertebelerin ilerisinde bulunan öncülerdir.
Tesnîm onların şarabıdır. Onlar Tesnîm ile kanar, onunla lezzet alırlar.
Tesnîm, cennet pınarlarının en üstünü olduğu gibi, Mukarrebler de cennetliklerin en üstünüdür.
Ruhânî cennette Tesnîm, mârifetullah ve O'nun Cemâl-i bâkemâli'ne nazar lezzetidir. Mukarrebler Tesnîm'den başkasını içmezler, yani ancak Allah-u Teâlâ ile meşgul olurlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)
Buyurarak inananlarla inanmayanları ayırmıştır.
Âdem Aleyhisselâm'dan beri gelip geçen bütün insanlar iki zümreye ayrılmışlar; Hakk'tan yana olanlar Hakk'ı hakikati savunmuşlar, bâtıldan yana olanlar Hakk'ı ve hakikati reddedip küfrü savunmuşlardır.
İnananlar, onların hep iyiliklerini istedikleri halde, her vesile ile Hakk'a dâvet edip sapıklıktan kurtarmak, hidayetlerine vesile olmak istedikleri halde; onlar, inananların inançlarıyla, ibadetleriyle, örtüleriyle hep alay etmişler, eğlenceye almışlardı.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Suçlular, inananlara gülerlerdi. Yanlarından geçtikleri zaman birbirlerine göz kırparlardı." (Mutaffifîn: 29-30)
Kaş ve göz işaretleriyle müminleri birbirlerine göstermek isterlerdi.
"Kendi taraftarlarının yanına döndükleri zaman da inananlarla alay etmenin zevkini tadarlardı." (Mutaffifîn: 31)
Müminlerle alay etmiş olmaları hoşlarına gider, onlara karşı yaptıkları maskaralıkları anlatarak zevklenirlerdi.
"İnananları gördüklerinde: 'Bunlar sapık insanlar!' derlerdi." (Mutaffifîn: 32)
Hakaret kastıyla onları sapıklıkla suçlarlardı.
"Oysa kendileri, inananlara gözcü olarak gönderilmemişlerdi." (Mutaffifîn: 33)
Aksine kendi nefislerini düzeltmekle emrolunmuşlardı.
Ahirette ise durum tam tersine dönecek, gülme sırası müminlere gelecek.
"İşte bugün de inananlar kâfirlere gülerler." (Mutaffifîn: 34)
Çünkü kâfirler ahirette çok gülünç durumlara düşecekler, onları görenler gülmekten kendilerini alamayacaklar.
Şöyle ki;
Cehennem kapıları açılır, cehennemliklere: "Çıkın!" denilir. Kapıların açıldığını görünce çıkmak için kapılara hücum ederler. Kapılara geldiklerinde kapılar yüzlerine kapatılır. Koltuklarına oturmuş bir halde onları seyreden müminler ise onlara gülerler.
"Tahtlar üzerinde kâfirlerin yaptıkları şeylerin karşılığının nasıl verildiğini seyrederler." (Mutaffifîn: 35-36)
Allah-u Teâlâ'nın intikamının azametini gözleriyle bizzat görürler.
Müminler kâfirlerin azaplarını gördükçe câhil ve gururlu kimselerin gülüşü gibi değil de; muvaffak olmuş, büyük zahmetlere katlandıktan sonra kurtuluşa ermiş insanın gülüşü ile gülerler.