Bir "cihân devleti" olan Osmanlı İmparatorluğu, İslâm medeniyetinin en ihtişamlı temsilcisi olarak yeryüzüne hükmettiği devirlerde, her şey gibi "bayram"lar da tebaaya mânevî bir haz ve bambaşka bir zevk verirdi. Şanlı devletin öngördüğü her işin tertipli ve intizamlı bir şekilde yürümesine önem veren Osmanlı pâdişahları, Topkapı Sarayı'nda yapılacak olan "Bayram merâsimi"nin de, Şer'-i şerîf'e ve Devlet-i aliyye'nin şânına yaraşır bir biçimde yürütülmesine büyük özen gösterirdi.
Öyle ki, bayram töreni ile ilgili düzenlemeler, basit bir şekilde hazırlanmasına rağmen Osmanlı Devleti'nin ilk "Kânun-nâme"sinde dahî yerini almış; törenin ne şekilde yapılacağı ve merâsim heyetinin kimlerden oluşacağı titizlikle belirlenip kararlaştırılmıştı.
Osmanlı Devleti'nde Bayram töreni ile ilgili ilk resmî düzenleme Fâtih Sultan Mehmed Hân tarafından yapılmış; İstanbul'un fethinden sonra şehrin en güzel yerinde büyük ve muhteşem bir saray inşâ ettiren cihân pâdişâhı, çıkardığı ilk Osmanlı "Kânûn-nâme"sinde burada yapılacak Bayram töreninin âdab ve erkânını da açıklamıştı.
Varlığı Osmanlı halkı için büyük bir devlet olan, dâhiyâne zekâsı sâyesinde devlet ve memleket işleri nizam ve intizam bulan ulu pâdişah, bayram günü sarayda yapılacak olan töreni resmî bir "kânûn" hâline getirerek;
"Bayrâmlarda meydân-ı Dîvân'a (Dîvân meydanına) taht kurulup çıkmak emrim olmuşdur. El öpüldükde vüzerâm (vezîrlerim) ve kâdî-askerlerüm ve defterdârlarım kafadârım olup duralar! Ve hocama ve müftî'l-enâma ve vüzerâma ve kâdî-'askerlerüme kendüm kalkmak kânûnumdur ve çâvûşlar el öpmek kânûnumdur!" emrini vermişti.(1)
Bu kânun gereğince pâdişâh; hocasıyla, şeyhülislâm'la, kazaskerlerlerle ve defterdârlarıyla ayağa kalkıp bizzat kendisi bayramlaşacak, geri kalan devlet ve saray erkânı ise bayramlaşmak için pâdişâha kendileri varacaktı. Yine "Kânûn-nâme"nin devâmındaki hükümler mûcibince; bunlardan yalnız "çâvûşlar", "alây begi", "müteferrika", "za'îm müteferrikası", "kâdîlar", "muhâsebeci ve yeñiçerî kâtibi ve rûz-nâmeci" pâdişâhın elini öpecek, diğerleri el öpmeyip yalnız musâfaha etmekle yetinecekti.(2)
Fâtih Sultân Mehmed'in "Kânûn-nâme"sinde bayramla ilgili olarak yaptığı ilk düzenleme işte bundan ibâretti.
Ramazan ve Kurban bayramlarında, Topkapı Sarayı'nda ilk tören Arefe günü gerçekleştirilir; öğle ve ikindi namazlarından sonra "Dîvân-ı hümâyûn"daki "Adâlet kasrı" önünde toplanan merâsim heyeti öncelikle pâdişâhın makâmına yönelirdi. Bu esnâda mehterân bölüğü tarafından mehter çalınır, kısa bir duâ yapılır, duâyı müteâkip Fâtihâ'lar okunur, ardından "Has oda" veyâ "Arz odası" önüne pâdişah tahtı kurulurdu. Pâdişah tahtın üzerine oturup ilk tebrikleri kabul ettikten sonra, "Arz odası"na çekilip bir müddet istirahat eder, istirahati tamamlanınca Ağalar Câmii'nde oturup biraz Kur'an dinler, tilâvet tamamlanınca da tekrar dönüp "Arz odası"na girerdi.(3)
Arefe günü gece yarısından sonra "Bâb-ı Hümâyûn" sonuna kadar açılır, Bayram törenine iştirâk edecek olan saray erkânı birer birer saraya gelip, Dîvân-ı Hümâyûn dâiresi etrâfında beklemeye başlardı.(4)Sabah vakti yaklaşırken, tan yerinin ağarmasına yakın zülüflü baltacılar "İç Hazîne"de saklı olan pâdişâha mahsus "Bayram tahtı"nı yerinden çıkarıp, bayramlaşma meydanı olan Bâbü's-sa'âde'nin önüne kurarlardı. Pâdişah "Hırka-i sa'âdet" dâiresinde sabah namazını kıldıktan sonra, ihtişamla tahtın önüne gelir ve akabinde hemen bayramlaşma töreni başlardı.
Pâdişahların bayram merâsimini ezbere bilmeleri gerekmezdi. Bayram tahtı kurulup musâfaha başladığı zaman, pâdişâha kim için ayağa kalkıp, kim için kalkmayacağı usûlünce hatırlatılır; kalkması gerektiği an çavuşlar hep bir ağızdan: "Hareket-i hümâyûn Pâdişâh'um! Devletüñle biñ yaşa!" diye seslenir; tekrar oturması gerektiğinde de, yine gür bir sesle: "İstirâhat-i hümâyûn Pâdişâh'um! Devletüñle biñ yaşa!" diye hitap ederek, âdâb ve erkâna göre oturmasını ve kalkmasını temin ederlerdi.(5) Tören boyunca kesintisiz olarak Mehter vurulur; Sarayburnu önüne getirilen Donanma'-i hümâyûn da ona eşlik ederek, Mehter sesi kesilinceye kadar ard arda top atışında bulunurdu.(6)
Pâdişah Bayram namazı için saraydan çıkıp, usûl ve töre gereğince Sultanahmet veyâ Ayasofya câmiine gitmeden önce elbisesini değiştirir ve şahsî hazırlıklarını tamamlardı. Bu arada "Hazînedâr-başı" câmiiye pâdişahtan daha önce giderek, pâdişâhın seccâdesini binbir özenle yere serer, namaz kılacağı yeri dikkatle hazırlar ve "Mahfel-i hümâyûn"un etrâfını buhurlayıp kokulandırırdı.(7)
Bayram sabâhı pâdişah namaz kılmak üzere saray kapısından çıkarken, alkış erleri: "Uğruñ hayr ola, yardımcın Allâh ola, Hakk Te'âlâ Efendimüz'e 'ömrler vire, devletüñle çok yaşa!" diye hep birden nâra atarlar;(8) Bayram alayı ihtişamla ilerleyerek, Ayasofya veyâ Sultanahmet câmiine yaklaştığı zaman çavuşlar tekrar öne geçip, atından ineceği sırada pâdişâhı: "Mâ-şâ'a'llâh! 'Ömr-ü devletüñle çok yaşa!"nidâlarıyla alkışlarlar; câmiden çıkarken ve "Bâb-ı hümâyûn"a yaklaşırken de yine: "Uğruñ hayr ola!.." dûasıyla karşılarlardı.(9)
Saray-ı hümâyûn'a dönülür dönülmez Bayram ziyâfeti başlar, yeniçerilere kızarmış koyun ve çörek servisi yapılır, "Halvâ-hâne'den tabaklar ile halvâlar gelüp" dağıtılır;(10) ziyâfete iştirâk etmeyen "vüzerâya (vezirlere) ve Şeyhü'l-İslâm'a ve ba'zı meşâyıha ol tabaklardan boğçâlar bağlayub" yollanırdı.(11)
Bayram ziyâfeti bitince artık tören tamamlanır ve hâne halkıyla bayramlaşmak üzre herkes evine dağılırdı.(12)
(1-2) Nişâncı Koca Hüseyin Efendi, "Bedâyi'u'l-Vekâyi'", vr. 281b. "Kânûn-nâme"nin orijinal nüshası, Vienna Staatsbibliothek, AF, nr.: 554'te yer almaktadır.
(3-4) Tayyâr-zâde Atâ' Bey, "Târîh-i Atâ' / Enderûn Târîhi", c. 1, s. 221. bas. İstanbul, H. 1293.
(5) İ. H. Uzunçarşılı, "Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilâtı", s. 214-216. TTK Yayınları, bas.: 1945.
(6) Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, s. 101-102. bas.: İkdam Matbaası, İstanbul, H. 1314.
(7-9) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, "Defter-i Yevmiyye'-i Oda'-i Teşrîfât", nr.: 676, s. 21-22.
(10-12) Hezarfen Hüseyin Efendi, "Telhîsü'l-Beyân fî Kavânîn-i Âl-i 'Osmân", Leningrad, Or. Inst. nr.: 357, vr. 22a.
İhtiyaçları olmadığı hâlde halktan para dilenen, halkın dinî duygularını menfaat için sömüren "dilenci tâ'îfesi", bugün olduğu gibi Osmanlı Devleti zamânında da halkın kanını harâretle emiyor, özellikle "Cumâ" ve "Bayram" namazlarını fırsat bilen bu sefiller sürüsü, bir akçe için ahâlîye binbir dil döküyordu. Bayram olduğu için para vermeye mecburmuş muâmelesi yaparak, halka resmen illet geçirten ve yaka silktiren bu miskinler gürûhu, kurban bayramlarında da kesilen kurbanlara ve adaklara gözlerini dikip, kuzgunun leşe dadanması gibi halkın kurbanlarına dadanıyor, yalvar-yakar aşırılan et parçaları resmen kapanın elinde kalıyordu!..
Bu miskinler tayfası ipin ucunu o kadar kaçırmıştı ki; bunlarla ilgili yasaklar Osmanlı kânûnnâmelerine bile yansımış; hattâ Sultan İkinci Bâyezîd Hân "Edirne İhtisâb Kânûn-nâmesi"nde: "Câmi'lerde dilenci tâ'ifesin yürütmiyeler!" emrini vererek bunların câmilere sokulmasını yasaklamıştı.(1) Onun bu hükmü; "Ve dahî câmi'lerde sâ'il (dilenci) tâ'ifesi yüriyüb cerr itmeyeler!" ifâdesiyle, Yavuz Sultan Selîm'in "Kânûn-nâme"sinde de yerini almıştı.(2)
Osmanlı toplumunu bozan ve kirleten çarpık kesimleri yeren "Risâle'-i Garîbe" adlı eserde tasvir edildiği üzere; "ak sakalı sînede, kılığı-kıyâfeti yirinde, kal'a kapularında yasâkçı, kapucı ve bâc-dâr (vergi toplayıcı) olan sâ'il (isteyici) gibi, gelüp geçenüñ öñüne durub avuç açan" bu arsız-yüzsüz takımı;(3) bayramlarda ve adaklarda ise "Hazret-i Eyyûb'de, kurbân yağmâsında bir-birin paralayan Eyyûb kuzgunları" sûretine girer;(4) önüne gelenin yolunu kesip akçesini ister, millet ise bunlardan yaka silker ve ikrâh ederdi!..
Aradan asırlar da geçse hiç istiflerini bozmadan icraatlarına devâm eden bu sokak sülükleri, on dokuzuncu asırda da hâlâ halkın ensesinde bitmekten ve kanlarını iştahla emmekten vazgeçmemiş; hattâ Sultan Üçüncü Selîm bir gün tebdîl-i kıyâfet gezerken bunların câmi avlularını istilâ ettiklerini farkedip, Kaymakam Paşa'ya gönderdiği hükümle mescidlerden tardedilmelerini emretmişti.
Toplumun görüntüsünü ve halkın rahatını bozan dilencilerin ıslâhına titizlikle eğilen pâdişah, gönderdiği "hükm-i hümâyûn"da Paşa'yı şu sözleriyle uyarmıştı: "Kâ'im-makâm Paşa!
Cum'alarda, tebdîllerde görürüm, miskînler sâ'illük (dilencilik) iderler. Ânlar gelmek 'âdet degüldür! Tenbîh idesün, eyle yaraluları meskenlere gönderesün! Ve sâ'ir el ve ayâğı ve gözleri sâğ olub kâr-u kesbe (para kazanmaya) güci yetenler sâ'illük (dilencilik) itmesünler!"(5)
O'nun bu kadar basit bir meseleye bu kadar hassâsiyetle eğilmesi; Sultan Üçüncü Selîm'in şahsında, Osmanlı pâdişahlarının halkın hukûkunu korumaya verdikleri önem ve ehemmiyetin bir ispâtıydı. Onlar halkı Hakk'ın bir emâneti olarak gördükleri için hiç kimsenin onları istismâr etmesine göz yummuyor, bu hususta en küçük bir suistimâle dahî meydan vermiyorlardı!..
(1) Sultan II. Bâyezîd, "Edirne İhtisâb Kânunnâmesi", Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. Revan, nr.: 1935, md. 98.
(2) Yavuz Sultan Selîm Hân, "Kânûn-ı Sultânî ve Âyîn-i Resm-i 'Osmânî", Arnavutluk Devlet Arşivi, nr.: 143/127, vr. 44a.
(3-4) "Risâle'-i Garîbe", Nuruosmaniye Ktp., nr.: 4925, vr. 51b.
(5) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, nr.: S/45, s. 207.