Dünyanın ve Türkiye'nin gidişatı olsun; önümüzdeki bizi bekleyen günlerin getirip götürecekleri olsun, bütün bunlar hakkında tahminler ve yorumlar yaparken dikkat ederseniz ortaya çıkan tablo genel olarak çok karanlık oluyor.
İnsanların az-çok rahatlarının yerinde olduğu bir zamanda, böyle endişe verici bir gelecek tablosuna bakmak istemeyecekleri aşikâr. Zira insanların "rahatım bozulmasın!" diye imanından ve vicdanından taviz verdiği bir devirde yaşıyoruz.
İşte böyle bir zamanda her ne pahasına olursa olsun imanından ve vicdanından taviz vermek istemeyen, asıl maksadı ahiret selâmetine kavuşmak olan müslümanlara, aldığımız işaretleri, bildiğimiz hakikatleri aktarmaya çalışıyoruz. Hakikat önderlerinin izinden yürümeye, bize tarif edilen izi sizlerle paylaşmaya çalışıyoruz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz müslümanların eziyet ve işkence gördükleri, sayılarının çok az olduğu bir devirde İran'ın fethini müjdelemişti. Aradan 20-25 yıl geçmedi Resulullah Aleyhisselâm'dan bu müjdeyi duyan Ashab-ı kiram İran'ın fethine bizzat iştirak ettiler.
Bunun gibi Resulullah Aleyhisselâm ahir zaman hakkında da bir çok haberler verdi. Hazret-i Mehdi'nin zuhur edeceğini ve bütün dünyada İslâm fethinin müyesser olacağını müjdeledi. Ancak bu müjdeli zamana kadar yaşanacak çok büyük harplerden çok büyük fitnelerden, çok büyük afatlardan da haber verdi. Öyle ki yerin üstündeki adamın, yerin altında -kabirde- yatanlara imrenecek hâle geleceğini ifşa etti.
Hıristiyanların "Armegedon" dedikleri "Antakya harbi"ni anlatırken "Yüz evladı olan bir baba doksandokuzunu kaybetse hangi zafere sevinebilir?" diye teşbihte bulunurak harbin dehşetini ve büyüklüğünü haber verdi.
İşte o bahsedilen devirler başladı.
Nuh Aleyhisselâm gemi yapmaya başladığı zaman kavmi onunla dalga geçiyordu. Ancak Hazret-i Allah'ın onlara haber verdiği; -bu gemi vasıtasıyla- her gün gözlerinin önüne serdiği haber gerçekleşti.
Kıyamet alametleri hakkındaki Hadis-i şerif'ler ve Allah dostlarının ifşaatlarını okuduğunuzda benzer bir devreyi yaşamakta olduğumuzu görürsünüz. Zira Hazret-i Allah nasıl ki Nuh Aleyhisselâm ve bir avuç taraftarına bütün yeryüzünü miras bırakmışsa, Hazret-i Mehdi, Hazret-i İsa ve etraflarındaki taraftarlarına da yeryüzünü miras bırakacak. Ancak geriye bugünkü nüfusa kıyasla bir avuç insan kalacak.
3-5 sene gibi zamanlar bize çok uzun geliyor. Zira ufacık bir ömrümüz olmasına rağmen dünyaya kazık çakacakmış gibi yaşıyor ve düşünüyoruz. Halbuki 3-5 ya da 20-30 senenin ezel ve ebed Allah-u Teâlâ'nın katında bir lahza kadar kıymeti yok.
Allah-u Teâlâ'nın kudret elinde bulunduğumuzun farkında mıyız?
Bu kadar bel bağladığımız şu dünyaya bir bakalım.
Şu uğrunda büyük harplerin, büyük fırtınaların koptuğu dağlar, denizler ovalar... ateş denizinin üzerindeki ince bir kabuk mesabesindedir. Dünyanın dört bir yanında yanardağlar arada sırada ateş püskürüyor. Havai adaları gibi bazı yerlerde lav-ateş gölleri var. Bu sarsılmaz zannettiğimiz dağlar denizler ateş denizinde yüzüyor. Yer kabuğu zaten devamlı hareket eden bir yapıya sahip. Bu hareket artıyor ve büyük depremler yaşanıyor. Çok daha büyük depremler olma ihtimali var. Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde kıyametin on büyük âlameti arasında üç büyük yer çöküntüsünün zuhur etmesini haber vermiştir.
"Kıyametten önce, birisi doğuda, birisi batıda ve birisi de Arap yarımadasında olmak üzere üç çöküntü meydana gelecektir." (Müslim: 2901)
Allah-u Teâlâ'nın takdiri ile dünya yeni bir evreye giriyor. Bir taraftan tabii afetler büyük bir artış gösteriyor, diğer taraftan insanoğlu büyük fitnelerin ve harplerin eşiğinde bulunuyor.
Kuraklık ve açlıkla pençeleşen, bu yüzden çok defa yerini yurduğunu terketmek zorunda kalan Afrika insanı bu sefer geçtiğimiz ay yaşanan seller yüzünden göç etmek, yerini yurdunu terketmek zorunda kaldı. Bir tarafta kuraklık, diğer tarafta seller, fırtınalar... Gök topladığı suyu yine boşaltıyor, ancak denge bozuldu, bereket azaldı.
Türkiye'nin durumunu görüyorsunuz. Yeraltı suları çekiliyor, göller kuruyor, akarsular akmaz oluyor. Bu durum "Fırat'ın altından çıkacak altın hazineler sebebiyle yaşanacak harpler"den haber veren Hadis-i şerif'i hatıra getiriyor.
Diğer taraftan insanlar arasında fitne ve harp çıkarmaktan fayda uman, bu işi meslek edinmiş siyonistler yeni planlar çeviriyorlar.
İkiz kuleleri yıkanlar hiç çekinmeden "Terör eylemi" adı altında atom bombası patlatmaktan dahi çekinmeyecek bir tıynete sahip. "Yeryüzündeki insan sayısı harpler ve bombalarla azalsın!" diye düşünüyorlar. Kendilerine bomba atma ihtimali olan İran gibi ülkeleri ne pahasına olursa olsun ezmek istiyorlar.
Bunların hepsi Allah-u Teâlâ'nın ezelî takdirinin zuhur etmesiyle cereyan ediyor. İnsanoğlu isyanının, yoldan çıkmasının cezasını çekiyor.
Dünyadaki bu küfür düzeni devam edecek zannedenler yanılıyorlar. Tarihçi ve arkeologların tesbitine göre yaklaşık 3600 yıl önce çok büyük afatlarla beraber devrin büyük devletlerinin tarihten silindiği rivayet edilir. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, bizim Ege kıyıları görkemli şehirlerin kalıntıları ile doludur.
"Bu büyük fırtınalar içerisinde millet olarak devlet olarak selametle nasıl yol alabiliriz?" diye düşünmek gerekiyor. Ancak halkın içinde bulunduğu durum gerçekten üzücü.
Kredi kartı illeti bir veba gibi herkesi kuşattı. İnsanlar kartlı alış-veriş cazibesi ile borçlandıkça borçlandı. Son 3-5 yıl içerisinde vatandaşın borcu 3 katrilyondan 60 katrilyonlara çıktı. Borçla ev alma furyasını da eklerseniz karşımıza çok daha dehşet verici rakamlar çıkar. Tabir caiz ise bankaların kölesi olduk. İnsanlar ay başı geldiği zaman karnını doyurmak için kartından borç çekmek zorunda. Karttan kurtulmak isteyen bir kimse eşinden dostundan borç bulup birkaç ay sıkıntı yaşamayı göze alması gerekiyor.
Devletin durumu da vatandaşlarının durumu gibi. Bu refah seviyesini devam ettirebilmek için yüksek faizlerle borçlanmaya devam ediyoruz. Dünyadaki en yüksek faizi veren ülke Türkiye. Uluslararası piyasa denilen kumar borsasında artık "Türk lirası-Dolar" paritesi de takip edilmeye başlandı. Bazıları seviniyorlar "Vay ekonomimiz gelişiyor!" diye.
"Türkiye'nin faizi tatlı geldi,
Japon kadınları YTL'ye koştu!
Japon kadınların carry trade (bir para birimini ucuza alıp, daha çok getiri sağlayacak para birimlerinde değerlendirme işlemi) yapıp Türk Lirası'na yönlenmesi, İngiltere'de yayımlanan The Times Gazetesi'ne haber oldu.
...Carry trade'in Japon kadınları arasında nasıl yayıldığını değerlendiren gazete, Türk hükümetinin bu "hücum" karşısında dona kaldığını öne sürdü. Gazete, Japon kadın yatırımcılarına ilişkin esprili haberinde "Türkiye'nin kabusu, Japon ev kadınlarının liradan çekilmeleri ve çökmesine neden olmaları" ifadesini kullandı. "Japon ev kadınlarının liraya spekülatör hücumu karşısında tek dona kalan Türk hükümeti değil" diyen The Times, iki ay önce Yeni Zelanda hükümetinin dolar satarak piyasaya müdahale etmeye çalıştığında çabalarının hemen Japon yatırımcılarının etkisiz hale getirildiğine dikkat çekti.
Carry trade yapan Japon ev kadını Ritsuko'nun bir gününün de anlatıldığı haberde, şöyle denildi: "Tokyo'da Shiba Parkı yukarıdan bakan zarif bir kafeteryada Ritsuko Shiono, pembe süslü cep telefonundaki döviz kurlarına bakmak üzere gözlerini kitabından kaldırıyor. Özellikle Türk Lirası ile ilgileniyor. Tam o sıralarda oradan 5 bin 400 mil uzaklığındaki Ankara'da Türk Merkez Bankası, Ritsuko ve onun gibi sessizce küresel döviz piyasalarının kontrolünü ele geçiren binlerce kadın nedeniyle panikliyor."
... JAPONYA'da carry trade yapan kadınlar arasında Kobe'den 70 yaşındaki Yoshie Akai gibi babaanne olanlar olduğu gibi 20'li yaşlarındaki kadınlar ve çoğunlukla ev kadınları var. ...
The Times'ın haberinde son bir yılda Japonya'da kadınlara yönelik 8 yeni yatırım dergisinin piyasaya çıktığına dikkat çekildi. Japonya'da on-line borsa oyuncuların her gün 15 milyar dolarlık anlaşma yaptığı belirtilen haberde, "Bazıları aylık ticarette binlerce sterlin kár yaptı. Yenin yüzde 0.5 faizi ile, örneğin, Yeni Zelanda dolarının yüzde 8.25 veya Türk Lirası'nın yüzde 17.5 faizi arasında büyük bir fark var" denildi." (Hürriyet, 4 Ağustos 2007)
Bu düzene halk da alıştı. "Rahatım bozulmasın!" zihniyeti yaygınlaştı. Hatta bazı yorumculara göre halk oy verirken bile buna göre oy verdi.
Hemen her alanda buna benzer bir bereketsizlik var. Ekonomide, dış siyasette, devlet idaresinde, hemen her sahada.
Önümüzdeki fırtınalar için hiçbir tedbir alınmıyor.
İnsanoğlu, bir gün aç kalmaya dayanamıyoruz. Bu borçla-kartla alışveriş düzeni çökerse bu halkın hali ne olacak?
Resulullah Aleyhisselâm kıyamet alâmetlerini anlatan bir Hadis-i şerif'lerinin bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
"Ticaret yolları kesildiği zaman!"
Böyle zamanlar için bir tedbir alındığını duyan var mı?
Bize düşen ise kendi çapımızda her türlü tedbirimizi almaktır. Dünyanın cazibesinden, borçlardan sıyrılmak, mümkünse bazı tasarruflar yapmak lâzımdır.
En büyük tedbir ise imanımızı kurtarmak için bu bereketsizlikten sıyrılmaya gayret etmektir. İçinde yaşadığımız devirde bu çok zor fakat bir o kadar da kıymetli bir gayrettir.
Nitekim Resulullah Aleyhisselâm ahir zamanda gelecek bir topluluğun vasıflarını Ebu Hureyre Hazretleri'ne anlatırken Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ey Ebu Hüreyre! Bu topluluk, zor ve güç bir yola girerek peygamberlerin derecesine kavuşurlar. Allah kendilerini doyurduktan sonra açlığı, giydirdikten sonra çıplaklığı, içirdikten sonra susuzluğu tercih ederler; Allah'ın katındakine ümitlerini bağlayıp bunları terkederler. Hesabından korku duyarak helâli dahi bırakırlar. Dünyaya sadece bedenleri ile ilgi gösterirler, onun herhangi bir şeyiyle iştigâl de etmezler.
Onların Rabb'lerine olan itaatleri karşısında, melekler ve peygamberler dahi hayrete düşer. Ne mutlu onlara, ne mutlu onlara! Allah'ın, onlarla benim aramı birleştirmesini ne kadar çok isterdim!" ("el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî")