Hazret-i Osman -radiyallahu anh- Hulefâ-i râşidin’in üçüncüsüdür. Kureyş’in en asil âilesine mensup olup, müslüman olan ilk on kişiden birisidir.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- iman ettikten sonra dostlarını irşada çalışmış, cahiliye devrinde en samimi ahbaplarından olan Hazret-i Osman -radiyallahu anh-a müslümanlıktan bahsetmişti. Onu Resulullah Aleyhisselâm’a götürmek üzere iken bizzat kendileri Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-i ziyarete gelmiş ve Hazret-i Osman -radiyallahu anh-e:
“Ey Osman! Gel, Allah’ın ihsan ettiği cennete rağbet et. Şu bir gerçektir ki, ben bütün insanlığa olduğu gibi sana da hidayet rehberi olmak üzere gönderildim.” buyurmuştur.
Hazret-i Osman -radiyallahu anh- diyor ki:
“Duyduğum bu sözler o kadar saf ve sade, o kadar etkili idi ki, Kelime-i şehâdet kendi kendine ağzımdan döküldü, hemen müslüman oldum.”
Onun müslüman olması, Kureyşliler arasında şok tesiri yaptı, büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Caydırmak için çok uğraştılar. Başaramayınca da dayanılmaz baskı ve işkenceler yaptılar. Fakat azmini ve İslâm’a bağlılığını kıramadılar.
Cahiliye devrinde servet sahibi ve itibarlı bir kimseydi. Dürüstlüğü ve doğruluğu ile herkesin sevgisini kazanmıştı. O devirde de iffet ve namusu ile tanınmıştı. Böyle bir kimsenin müslüman olması, insanların İslâmiyet’e ısınmasına ve dehâletine vesile oldu.
Edep ve hayâ hazinesi idi. Bu sebeple de herkes ondan hayâ duyar, hürmet ederdi. Hatta Resulullah Aleyhisselâm dahi onun bu meziyetinden dolayı saygı duyardı.
Hane-i saâdete geldiğinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisine çekidüzen vermişti. Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bunun sebebini sorduğunda:
“Kendisinden meleklerin hayâ duydukları bir kimseden ben hayâ duymayayım mı?” buyurmuştur. (Müslim: 4201)
Malını Allah yolunda seve seve infak etti. Bu surette müslümanlığa büyük yardımlarda bulundu. Onun bu cömertlik meziyeti yanında ayrıca merhamet, şefkat ve hilim de başlıca hususiyetlerindendi.
Resulullah Aleyhisselâm’ın yanında yüksek bir mevkisi vardı. O Nur’a o kadar yakın oldu ki, iki defa damat olmak devletine erdi. Rukiye -radiyallahu anhâ- ile evlenmiş, onun vefatı ile de diğer bir kızı Ümmü Gülsüm -radiyallahu anhâ- ile evlenmişti. Bunun için de kendisine “İki nur sahibi”mânâsına gelen “Zinnûreyn” lâkabı verildi.
Son derece cesurdu. Bedir ve bir-iki gazâ hariç, bütün gazâlarda Resulullah Aleyhisselâm’ın yanında bulundu, vahiy kâtiplerinden birisi idi.
Tebük’e gidecek orduyu techiz ettiği sırada Resulullah Aleyhisselâm’a bin dinar getirdi ve kucağına döktü. Resulullah Aleyhisselâm parayı kucağında altüst edip karıştırdı ve:
“Bugünden sonra Osman’a her ne yaparsa yapsın zarar vermeyecektir.” buyurdu, bu sözü iki defa tekrar etti. (Tirmizî: 3702)
Resulullah Aleyhisselâm ondan râzı olarak vefat etmiştir.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in devrinde halifenin birinci kâtibi sayılırdı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in şehâdetinden sonra halife seçilmiş ve oniki yıl müslümanların idaresinde bulunmuştur.
Halifeliğe geçtikten sonra da o Nur’un yolundan bir lâhza bile inhiraf edip ayrılmadı. On iki yıllık hilâfeti esnasında birçok cefâlara göğüs gerdi, hiçbir felâket karşısında sarsılmadı, göz kamaştırıcı birçok icraatlar yaptı. Devletin temelini sağlamlaştırdı. İslâmiyet’in geleceğini koruyacak tedbirler aldı. Fütuhatlar onun zamanında da devam etti.
Devrinde İslâm fütuhatı son derece genişledi. Trablus onun zamanında fethedildi. İran’ın fethi ikmal edildi. İran’a komşu olan Afganistan, Horasan ve Türkistan’ın büyük bir kısmına İslâm bayrakları dikildi. Ermenistan ve Azerbaycan fethedilerek İslâmiyet Kafkas dağlarına kadar dayandı. İslâm tarihinde ilk deniz zaferleri onun zamanında kazanıldı. Kıbrıs fethedildi.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in hilâfeti zamanında bir cilt halinde toplanan Kur’an-ı kerim, onun zamanında kurulan bir komisyon tarafından çoğaltılarak mühim İslâm memleketlerine gönderildi.
Mushaf-ı şerif’i değiştirmeden, çıkarma ve ilâve yapmadan terkip etmesi unutulmayacak hizmetlerden birisidir. Böylece müslümanların Kur’an-ı kerim üzerinde ihtilâf etmelerine meydan bırakılmamış oldu.
Hicretin otuz beşinci yılında bir Cuma günü, Mısır’dan gelen âsiler seksen iki yaşında bulunan Hazret-i Osman -radiyallahu anh-i Kur’an-ı kerim okurken ve oruçlu olduğu halde şehit ettiler.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz, Râşid halifelerden dördüncüsüdür. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin amcası Ebu Tâlib’in oğlu ve damadı idi. Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Validemiz’den sonra müslümanlığı ilk kabul edenler arasındadır.
Resulullah Aleyhisselâm küçük yaşlarda baba ve anadan yetim kalıp, önce dedesinin sonra da amcası Ebu Talib’in yanında büyüdüğü için, Hazret-i Ali- radiyallahu anh- Efendimiz doğuşundan itibaren o Nur’un talim ve terbiyesinde bulunmuş oldu. Bu sadece ona mahsus bir mazhariyettir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir kimse Ali’yi severse beni sevmiş olur, Ali’ye buğzeden bana buğzetmiş olur.” buyurmuşlardır. (Münâvî)
İslâmiyet’i kabul ettikten sonra bütün Mekke devrini teşkil eden onüç seneyi Resulullah Aleyhisselâm’la birlikte geçirmiş, o Nur’un ulvî meclislerinde bulunmuş, onun tebligatını dinlemiş, ibadetlerine iştirak etmiştir.
Resulullah Aleyhisselâm’ın hicret ettiği gece çok büyük bir tehlikeyi göze alarak suikastçileri yanıltmak maksadıyla onun yatağına girmekten çekinmedi.
Resulullah Aleyhisselâm Medine-i münevvere’de Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik tesis ettiğinde Hazret-i Ali -radiyallahu anh-:
“Yâ Resulellah! Ashâbınızın arasını birbirleriyle kardeşlediniz, amma beni kimseyle kardeşlemediniz!” dedi.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm:
“Sen benim dünyada da ahirette de kardeşimsin.” buyurdu. (Tirmizî: 3722)
Allah-u Teâlâ’nın, Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ-yı ona nikâhlamasını emir buyurması üzerine kızını onunla evlendirmiş ve:
“Kızım seni âilemin en şereflisi ile evlendirdim.” buyurmuştur.
Bir süre sonra müslümanlarla müşrikler arasında savaşlar başlayınca, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu silahlı mücadele hareketlerinin kahramanı oldu. Müşriklere karşı İslâm saflarında mertçe ve yiğitçe savaştı.
Hendek savaşı’nda büyük savunma faaliyetlerinde bulundu. Hendeği geçen müşriklerin meşhur cengaverlerinden Amr bin Vud El-Amirî’yi tepelemesi İslâm ordusunda büyük sevince sebep olmuştu.
Resulullah Aleyhisselâm Hayber günü şöyle buyurmuştur:
“Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, o Allah’ı ve Resul’ünü sever, Allah ve Resul’ü de onu sever.” (Müslim: 2404)
Bu söz üzerine herkes “Beni mi seçer?” ümidiyle beklerken Hazret-i Ali -radiyallahu anh-i çağırdı ve sancağı ona verdi. Allah-u Teâlâ onun eliyle fethi müyesser kıldı.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz ilim, takva, ihlâs, samimiyet, fedakârlık, şefkat, kahramanlık ve şecaat gibi yüksek ahlâki ve insani vasıflar bakımından müstesna bir mevkiye sahip idi. Tebük’ten başka bütün gazalarda Resulullah Aleyhisselâm’la beraber bulundu. Yüzü aşkın harbe katıldı. Cesaret ve kahramanlığı pek yaman bir mücahid olan Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz, Bedir ve Uhud savaşlarında da ifade edilemeyecek derecede mücadele sergiledi.
İslâmiyet’in ilk yıllarında o Nur’un etrafında pervane olduğu gibi kendisinden önceki halifeler zamanında da İslâm için canla başla çalışmış; altı yıl kadar kaldığı hilâfet makamında da şehit oluncaya kadar bir an olsun o Nur’un ışığından ayrılmamıştır.
Kendisinden önceki üç halifenin de en yakın yardımcıları o idi.Resulullah Aleyhisselâm gibi onlar da kendisinden çok memnun idiler.
Mürtedlerin, zekât vermek istemeyenlerin ve Medine-i münevvere’ye hücum edenlerin çıkardıkları karışıklıklar sırasında Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-i daima destekledi ve yanında yer aldı.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- yerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-i bırakmak istediği sırada ilk defa: “Ömer’den başkasını istemeyiz!” diyen odur. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in, görüşlerine daima başvurduğu müşaviri ve kadısı idi.
Hazret-i Osman -radiyallahu anh- halife seçilince ona da hemen biat etti, yanında yer alarak daima kendisini destekledi.
Onun şehâdetinden sonra, karışık bir hengâmede halife seçildi. Dâvâyı sükûnet ve akl-ı selim dairesinde hareket ederek halletmek için çaba harcadı.
İdare merkezini Medine-i münevvere’den Küfe’ye nakletti. Bir program dairesinde hareket ederek dahili vahdeti temin etmek istedi. Vilâyetlere gönderilen valiler vahdet ve sükûnu temin hususunda muvaffakiyetler gösterdiler.
İlim ve akıldan yana derecesine pâyan yoktur. Ashâb-ı kiram’ın en büyükleri bile ondan fikir alırlar, ilim öğrenirlerdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır. İlmi isteyen kapısına müracaat etsin.” (Tirmizî)
Çözülemeyen meseleler, onun hükmüyle karara bağlanırdı. Dine bağlı olanlara saygı, fikirlere ilgi gösterirdi. Hikmetle söyler, adaletle hükmederdi. Fevkalâde şecaat sahibiydi.
İbn-i Mülcem tarafından zehirli bir hançerle sabah namazında şehit edildi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Cennet üç kişiye iştiyak duymaktadır: Ali, Ammar ve Selman.” (Tirmizî)
Radiyallahu anhüm ecmain.