Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Kabileleri İslâm'a Dâvet - Ömer Öngüt
Kabileleri İslâm'a Dâvet
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Ağustos 2007

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

Kabileleri İslâm'a Dâvet

 

İman Eden Cinler:

Resulullah Aleyhisselâm Tâif dönüşünde Nahle denilen mevkide geceleyin namaz kılıyordu. Oradan geçmekte olan Nusaybin cinlerinden yedisi okunan Kur'an-ı kerim'i dinlediler ve şehâdet getirerek müslüman oldular. Kavimlerinin yanına döndüklerinde onları da imana dâvet etmişlerdir.

Allah-u Teâlâ bu hadiseyi Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:

"Resul'üm! Hani Kur'an dinlesinler diye sana cinlerden bir taife yöneltmiştik. Hazır olunca birbirlerine: 'Susun!' demişlerdi. Kur'an'ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi." (Ahkâf: 29)

"Dediler ki: Ey kavmimiz! Biz Musa'dan sonra indirilen ve kendinden öncekileri doğrulayan, Hakk'a ve doğru yola hidayet eden bir kitap dinledik." (Ahkâf: 30)

"Ey kavmimiz! Allah'a çağıran Muhammed'e uyun ve ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun." (Ahkâf: 31)

"Allah'a çağıran Muhammed'e uymayan kimse bilsin ki, Allah'ı yeryüzünde âciz bırakamaz. Kendisinin O'ndan başka dostları da bulunmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler." (Ahkâf: 32)

Resulullah Aleyhisselâm'a müteaddit defalar cin sefaret heyeti gelmiştir. Mekke'de, Medine haricinde, Bâki'de, Hacun'da gelenler bunların arasındadır.

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-nın beyanına göre, ilk defakinde Resulullah Aleyhisselâm vâkıf değildi. Cinlerin Kur'an-ı kerim dinledikleri vahiy ile bildirildi. Cin sûre-i şerif'i nazil olduktan sonra emr-i ilâhî ile çıkıp cinlerle mülâki olmuştur.

"Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyât: 56)

Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğuna göre insanlar Kur'an-ı kerim'in hükmü ile mükellef oldukları gibi, cinler de onun ahkâmı ile mükelleftirler. Resulullah Aleyhisselâm'ın insanlardan olduğu gibi cinlerden de ashâbı vardı.

Cin adı verilen lâtif yaratıklar insanlarla birlikte yeryüzünde hayatlarını sürdürürler. Yaratılışları insanların yaratılışlarından daha öncedir. İnsanlar topraktan yaratıldıkları gibi, onlar da ateşten yaratılmışlardır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Cinleri de yalın bir ateşten yaratmıştır." (Rahmân: 15)

Şeytan da cinlerdendir.

"O cinlerden idi." (Kehf: 50)

Onların da insan toplulukları, kabileleri ve cinsleri gibi muayyen toplulukları vardır. Evlenirler-çoğalırlar, yer-içerler, genci-ihtiyarı vardır. Ancak nerede yaşadıkları bilinmemektedir. Dünyanın dışındaki yıldızlarda yaşama kabiliyetleri de vardır. Onlar insanları görürler, söylediklerini işitebilirler, dillerini anlayabilirler. İnsanlar ise onları görmezler.

Cinler namazda insana iktidâ ederler.

Cinlerin gıdası kemiktir, tezek de hayvanlarının yemidir.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Bana Nusaybin beldesi cinlerinden bir heyet geldi. Onlar ne kadar iyi cinler idi. Benden azık istediler. Ben de onların istifade etmeleri için Allah'a: 'Cinler kemik ve tezeğe uğradıkları zaman ondan gıdalansınlar.' diye duâ ettim." (Buhârî)

Uzunluk-kısalık ve bir mekânda bulunmak gibi sıfatlara haizdirler. Kendilerine mahsus ilimleri vardır. Muhtelif şekillere girme hassaları mevcuttur. Çok defa yılan suretinde görüldükleri rivayet olunmaktadır.

Hem hidayet yoluna hem de dalâlet yoluna gitmeye müsait kabiliyette yaratılmışlardır.

Cinlerin mümin olanları müminlerle beraber cennette, kâfir olanları kâfirlerle beraber cehennemde olacaklardır.

 

Kabileleri İslâm'a Dâvet:

Tâifliler'in Resulullah Aleyhisselâm'a karşı insafsızca davranmalarından sonra, Kureyş müşriklerinin tutumları büsbütün azgınlaştı. Muhalefetleri hepten şiddetlendi.

Allah-u Teâlâ'nın Resul'üne Arap kabilelerine tebliğde bulunmasını emir buyurması üzerine Resulullah Aleyhisselâm dikkatini onların üzerine çevirdi. Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen hacılarla ilgileniyor, her sene belirli zamanlarda kurulan Ukaz, Mecenne ve Zülmecâz gibi panayırlara gidiyor, ısrarla İslâm'ı tebliğ etmeye devam ediyor:

"'Lâ ilâhe illâllah' deyiniz, felâh bulursunuz!" diyerek onları putlara tapmayı bırakmaya dâvet ediyordu.

Yalnız bu seferki dâvetinin mâhiyeti biraz değişikti. Halka İslâmiyet'i anlatırken, bir taraftan da muhtelif kabilelerin reisleri ve ileri gelenleri ile şahsen görüşüyordu. Beni Âmir, Fezâre, Gassan, Mürre, Hanife, Süleym, Kinde, Kelp... ve benzeri kabilelerin bizzat konak yerlerine kadar giderdi. Onları Allah'ın birliğini ikrâra, yalnız O'na kulluk etmeye dâvet ederdi. Kendisinin onlara peygamber gönderildiğini söyler:

"Benim dâvetimi destekleyin ki, Allah'ın kelâmını herkese duyurayım." buyururdu.

Bu gibi dâvet ve telkinler sırasında, Ebu Leheb ve Ebu Cehil başta olmak üzere birçok müşrik, onu bir gölge gibi takip ediyorlardı. Hangi toplulukla görüşse: "O büyücüdür, yalancıdır, sakın sözlerine kanmayın." diyorlardı. Bazı zamanlar üzerine taş veya toprak attıkları da olurdu. Halbuki farkında olmadan İslâm'ın yayılmasına hizmet etmekteydiler. Onların bu müdahaleleri dışarıdan gelen kimselerin Resulullah Aleyhisselâm'ı görme ve tanışma arzularını kamçılıyordu. Ayrıca onlar Kureyş'in iddiâlarının doğru olup olmadığını da merak edip öğrenmek istiyorlardı. Bu sebeple Resulullah Aleyhisselâm'ın insanları Hakk'a dâvet için yanlarına gitmesi yerine artık halk gizli açık onun yanına gelmeye başlamışlardı. "Mecnun" görmek için geliyorlar, fakat farklı bir insanla karşılaşıyorlardı. "Sihirbaz" görmek için geliyorlar, fakat hiç de sihirbaz olmayan biriyle karşılaşıyorlardı.

Görüştüğü bu kimselerin içinden de karşı çıkanlar bulunmuyor değildi. Kimisi suratını asar, kimisi hakaret eder, kimisi: "Kavmini bozmuş bir adam bizi düzeltecekmiş öyle mi?" der alay eder, kimisi de: "Kavmin seni daha iyi bilir, onlar sana niye tâbi olmuyor?" diye tartışmaya kalkardı. Panayırlara gitmek için yola çıkacak olan bir kimseye, kavminden bazı kimseler: "Uyanık ol, Kureyşliler'in genci seni dininden döndürmesin!" diye uyarırlardı.

Resulullah Aleyhisselâm yalnız Hacc mevsiminde Mekke'ye gelenlerle görüşmekle, panayırlara gidip oradaki halkla görüşmekle kalmadı, bizzat kabilelerin yaşadıkları yerlere giderek de kendileri ile görüştü.

Gerek Hacc mevsiminde, gerek panayırlarda ve gerekse bizzat giderek görüştüğü kabileler göz önüne getirildiğinde görülür ki, tebliğini yapmadığı bir tek nüfuzlu kabile kalmadı.

Yaptığı bu seyahatlerde karşılaştığı çeşitli kimselerle aralarında dikkate değer birçok muhavereler cereyan etti. Çoğu üzücü olmasına rağmen, zaman zaman hayırlı meyveler verdiği de oluyordu.

Bir defasında Kindeliler'in toplantı yerine gitmişti, yardımlarını talep etti, fakat onlar reddettiler. Abdullah oğullarına giderek:

"Allah-u Teâlâ sizin atanıza güzel bir isim bahşetmiştir, gelin bana yardım edin!" buyurdu, onlar bu isteği reddettiler. Hanife oğulları ise daha kötü davrandı, bulundukları yerden kovdular.

Bekir oğulları ile konuşurken, söz arasında onlara: "Gün gelecek siz İranlılar'ın yurtlarına gideceksiniz, kadınları ile evlenecek, evlâtlarını esir alacaksınız." buyurmuştu. Bu görüşmeden hemen sonra oraya gelen Ebu Leheb: "Bu adam eskiden çok iyiydi, amma şimdi aklını kaçırmış bulunmaktadır." dedi. Onlar da: "Evet İran'dan bahsedince aklının yerinde olmadığına biz de kanaat getirdik." dediler. Aradan on beş - on altı sene geçmemişti ki aynı kimseler Resulullah Aleyhisselâm'ın sözlerinin harfiyyen gerçekleştiğine şâhit oldular.

Âmir bin Sâ'saa oğulları ile görüşüp kendilerini Allah'a dâvet ettiğinde ileri gelenlerinden Beyhara bin Firas adında bir adam: "Vallahi eğer ben Kureyş kabilesine mensup olsam, bu genci elde eder, onunla bütün Araplar'a hâkim olurdum." dedi. Sonra Resulullah Aleyhisselâm'a dönüp: "Diyelim ki, sizin bu işinizde sizinle ortak olduk ve siz muhaliflerinize gâlip geldiniz. Bundan sonra iktidar bizim olacak mı?" diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm: "Bu iş Allah'ın elindedir, O kime dilerse iktidar verir." buyurdu.

Adam: "Ne iyi!.. Biz canımızı ortaya koyalım, gâlip olunca da Allah iktidarı başkasına versin!" dedi ve: "Gidin! Biz böyle bir şey istemiyoruz." diyerek reddettiler.

Bir defasında da yanında Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- ile Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bulunduğu halde çeşitli kabileleri ziyaret ediyorlardı. Şeyban bin Sa'lebe oğulları'ndan varlıklı ve yaşlı başlı kimselerin bulunduğu büyük bir toplantıya rastladılar. Ebu Bekir -radiyallahu anh- onlara dedi ki: "Belki de siz biliyorsunuzdur, buraya Allah'ın peygamberi teşrif etmişlerdir. Huzurunuzdaki şahıs ise kendileridir." Aralarından Mefrûk adında birisi: "Evet, biz böyle bir şey işittik." dedi.

Daha sonra Resulullah Aleyhisselâm söze başladı.

"Ben sizi İslâm'a dâvet ediyorum. Allah'ın tek olduğuna, hiçbir ortağı bulunmadığına, ibâdete lâyık olan tek varlığın O olduğuna ve benim de O'nun Resul'ü olduğuma şehâdet ediniz. Sizden yardım ve emniyet talep ediyorum, böylece ben de Allah'ın verdiği bu vazifeyi yerine getirebileyim. Zira Kureyşliler Allah'ın bu işini durdurmak için ittifak kurdular, Allah'ın Resul'ünü yalanladılar, Hakk'tan yana olacak yerde bâtıldan yana çıktılar. Halbuki Allah kullarının yardımına muhtaç değildir, O kendi başına Mahmud'dur."

Mefrûk: "Kureyşli kardeş! Sen başka neyi emrediyorsun?" diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm şu Âyet-i kerime'leri okudu:

"Resul'üm! De ki: Geliniz, size Rabb'inizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin de onların da rızkını biz veririz.

Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. İşte bu anlatılanları düşünüp anlayasınız diye Allah size vasiyet etmiştir." (En'âm: 151)

"Yetim malına, erginlik çağına erişinceye kadar, sadece en güzel niyetin dışında yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz.

Konuştuğunuzda, yakınlarınız dahi olsa adaleti gözetin. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Allah size bunları öğüt alasınız diye vasiyet etmiştir." (En'âm: 152)

"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın. Allah size bunları sakınasınız diye vasiyet etmiştir." (En'âm: 153)

Mefrûk: "Ey Kureyşli kardeş! Başka ne getirdin?" diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm cevap olarak Nahl sûre-i şerif'inin 90. Âyet-i kerime'sini okudu:

"Muhakkak ki Allah adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya yardım etmeyi emreder. Hayâsızlığı, fenâlığı ve haddi aşmayı da yasak eder. Düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor."

Âyet-i kerime'leri huşû içinde dinleyen Mefrûk şunları söyledi:

"Vallahi bu beşer kelâmı değildir. Zira böyle bir şey olsaydı ben anlardım. Ey Kureyşli birader! Siz en güzel ahlâkî vasıflara ve iyi amellere dâvet ettiniz. Sizi yalanlayan kavim çok aptal ve akılsızdır."

Orada kabilenin ileri gelenleri de bulunuyordu. Her biri fikirlerini ortaya koydular. "Sözlerini dinledik, seni doğruluyoruz. Ancak bizim hemen bir toplantıda âniden dinimizi değiştirip sizin dininizi kabul etmemiz biraz acele bir iş olacaktır. Arkamızda kavmimiz vardır, onların fikirlerini almadan zorlamamız doğru olmaz. Biz şimdi memleketimize dönüyoruz, siz kendi işinize bakın, bu meseleyi gözden geçireceğiz." dediler.

Ve Resulullah Aleyhisselâm Ebu Bekir -radiyallahu anh-in elinden tutarak oradan ayrıldı.

Devs kabilesi'nden Tufeyl bin Amr, bir şâir ve kabile reisi idi. Ona, Muhammed Aleyhisselâm'ın sözlerini duyanların âilelerinde ayrılıklar olduğunu anlatmışlardı. Tufeyl buna öyle inanmıştı ki, Kâbe'nin yanına her gidişinde onun büyüsüne uğrarım diye kulaklarına pamuk tıkıyordu. Bir gün kendi kendine: "Ben ne bozuk inançlı bir adamım. Onun söylediği sözleri işitmekle bana ne zarar gelebilir? Eğer onların bir değeri varsa, benim ona hüküm verecek kadar aklım var." dedi. Kâbe-i muazzama'nın yanında Muhammed Aleyhisselâm'ı Kur'an-ı kerim okurken işitti, son derece etkilenerek onu evine kadar takip etti. Sonra da müslüman oldu ve kabilesine döndüğünde onları müslümanlığa dâvet etti.

Kısacası, bütün Arap kabileleri ayaklarına kadar gelen bu büyük nimetin kıymetini bilemediler. Ancak bu şerefe Medineliler nâil oldular. Bizzat kendileri Resulullah Aleyhisselâm'ın ayağına kadar gelerek Medine'ye dâvet ettiler.

Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Tufeyl bin Amr ed-Devsî -radiyallahu anh- Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelerek: "Yâ Resulellah! Muhkem bir kal'aya ve muhafızların yanına gitmek ister misin?" demiş. (Câbir: 'Cahiliye devrinde Devs kabilesi'ne âit muhkem bir kal'a vardı.' diyor.)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buna râzı olmamıştı. Çünkü Allah muhafızlığı Medine'li Ensar'a ayırmıştı.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medine'ye hicret edince Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- de Medine'ye hicret etti. Onunla birlikte kavminden bir zât da hicret etti. Fakat Medine'de sıkıldılar. O zât hastalandı ve sabırsızlık ederek oklarını aldı, onlarla parmak eklerini kesti. Derken ellerinden kan fışkırmaya başladı, sonra da öldü.

Daha sonraki günlerde Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- onu rüyâsında gördü. Kılık kıyafeti güzel olmasına rağmen elleri sarılı idi. Tufeyl -radiyallahu anh- ona: "Rabb'in sana ne yaptı?" diye sordu. O da: "Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanına hicret ettiğim için beni affetti." diye cevap verdi. Tufeyl -radiyallahu anh-: "Neden seni ellerini sarmış görüyorum?" deyince:

"Bana: 'Senin bozduğun bir organını biz düzeltemeyiz!' denildi." cevabını verdi. Tufeyl -radiyallahu anh- bu rüyâyı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e anlattığında:

"Allah'ım! Onun ellerini de affeyle!" diye duâ etti. (Müslim: 116)


  Önceki Sonraki