Mekke-i mükerreme döneminde, Nâziât sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. On dokuz Âyet-i kerime, seksen kelime ve üç yüz yirmi yedi harften müteşekkildir.
Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen ve "Yarılmak" mânâsına gelen "İnfitâr" kelimesinden alır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in cemaatle kılınan namazlarda okunmasını tavsiye ettiği sûre-i şerif'ler arasında yer almaktadır.
Muaz bin Cebel -radiyallahu anh-in kıldırdığı bir yatsı namazını çok uzatması üzerine ona şöyle buyurmuştur:
"Fitne koparmayı mı arzu ediyorsun ey Muâz? 'Sebbihi'sme Rabbike'l-a'lâ', 'Ve'd-duhâ', 'İze's-semâün-fetarat' sûreleri neyine yetmiyor?" (Nesâî)
Bu mübârek Sûre-i celîle'de, "Tekvîr" Sûre-i şerif'inde olduğu gibi kıyamet gününün bazı korkunç safhaları anlatılmaktadır.
Altıncı Âyet-i kerime'ye kadar kıyametin bazı hadiseleri tasvir edilerek göğün yarılacağı, yıldızların saçılacağı, aralarındaki engeller kaldırılarak deniz sularının birbirine karışacağı ve kabirlerin içinin dışına çıkarılacağı beyan edilmektedir.
Dokuzuncu Âyet-i kerime'ye kadar insanın Rabb'ini inkâr etmesi ve ilâhî nimetlere karşı nankörlüğü selis bir üslupla kınanmaktadır.
On yedinci Âyet-i kerime'ye kadar, kâfirlerin dini yalanlamaları mevzu edilirken, yazıcı meleklerin kişinin yaptığı iyilik ve kötülüklerin hepsini bir bir yazdığı, iyilerin cennete, kötülerin cehenneme girecekleri haber verilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, hesap gününün şiddeti gözler önüne serilmekte ve hiç kimsenin hiçbir şeye sahip olmadığı o cezâ gününde, yalnızca ilâhî hükmün geçerli olacağı beşeriyete ilân edilmektedir.
İsrâfil Aleyhisselâm'ın Sur'a üfürmesi ile kıyamet kopar, böylece ilâhî emir ve hüküm gerçekleşmiş olur.
Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.
"Gök yarıldığı zaman." (İnfitâr: 1)
Gücünü, kuvvetini, özelliğini kaybeder, çalkalana çalkalana yarılır.
"Yıldızlar saçıldığı zaman." (İnfitâr: 2)
Nurlarını kaybederler, aydınlıkları yok olur, yerlerinden kopup yağmur taneleri gibi yeryüzüne serpilirler.
Dağlar parçalanıp yeryüzü dümdüz olunca, denizler her yeri kaplar, acısı tatlısı birbirine karışır, birleşip tek bir deniz olur.
"Denizler birbirine karıştığı zaman." (İnfitâr: 3)
Çok geçmeden sular zelzelelerle kaynar, denizler ateş hâline gelir.
"Kabirlerin içi dışına çıktığı zaman." (İnfitâr: 4)
Kabirler açılır, ölen insanlar nerede ve ne durumda olurlarsa olsunlar; mükâfat ve mücazatlarını görmek üzere, önceden yaratıldıkları gibi, pek kolaylıkla yeniden vücut bulup kabirlerinden kalkarlar. Hiç şüphesiz ki bu da kıyametin ikinci safhasıdır.
"Herkes, yapıp gönderdiklerini ve yapmayıp geride bıraktıklarını bilecektir." (İnfitâr: 5)
Dünyada iyilik olsun, kötülük olsun kendi işlemiş olduğu amelini bildiği gibi, numune olup da kendisinden sonra gelenlerin işlemelerine sebep olduğu iyilik ve kötülükleri de bilecek; iyi ve kötü bütün amellerini en ince teferruatı ile beraber defterinde görecektir.
Şüphesiz ki bu hadise insan hafsalasının çok çok üstündedir.
"O günde ki, bütün gizli sırlar meydana çıkarılır." (Târık: 9)
Âyet-i kerime'si ile haber verildiği gibi, gönüllerde saklanan bütün gizli sırlar, niyetler, maksatlar bir bir ortaya serilir.
Allah-u Teâlâ kıyamet ahvâlini hatırlattıktan sonra gâfil ve câhil insana hitap ederek şöyle buyurdu:
"Ey insan! Engin kerem sahibi olan Rabb'ine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitâr: 6)
Rabb'inin ihsanına isyanla, sana olan merhametine taşkınlıkla nasıl karşılık verdin? O'nun engin ihsan ve ikramları karşısında isyan yakışır mı? Halbuki bu yaptıklarının ileride ortaya serileceğini ve hesaba çekileceğini biliyorsun!
"O Allah ki, seni yoktan yarattı, düzenledi, ölçülü bir biçim verdi. Dilediği şekilde seni terkip etti." (İnfitâr: 7-8)
Allah-u Teâlâ insanı her uzvu yerli yerince ve en mükemmel bir tarzda, en güzel bir ölçüde yaratmıştır. Hangi uzuv nereye yarayacaksa ona uygun biçimde düzgün yapmış, her birini bir çok faydalar sağlayacak şekilde düzenlemiştir.
Her şeyi nizam ve intizam içinde yoktan var eden O'dur.
Her güzelliğin, her tekâmülün ilk numunesi O'nundur.
Onun yaratıcı gücü bütün uzuvlarda mucizevî bir şekilde kendini gösterir.
İnsanın her yaratılan şeyde Allah-u Teâlâ'nın eserlerini görmeye çalışması gerekir. Bu tefekkürler sayesinde iman tekâmül etmiş olur. İnsanın şekline, biçimine ve uzuvlarının uygunluğuna bakıp düşünen kimse, insanın şeklinin, diğer canlılara nispetle en güzel şekil olduğunu anlar. Bedenin iç ve dış yapısına bakılırsa akıllara durgunluk verecek inceliklerle karşılaşmamak imkânsızdır.
Gözünün birini büyük birini küçük yaratmadı. Farz-ı muhal ki; gözünü ayağının altına koysaydı, ayağını başının üzerine koysaydı, ellerini hiç takmasaydı, nefes borularını, yemek borularını vermeseydi; bunları sana kim verebilir, kim takabilirdi?
İnsanın bütün uzuvlarında harikulâde ince sanatlar vardır. Fakat hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ'nın insana en büyük lütfu, ruh vermesidir. Beden o ruh sayesinde ayakta durur. Kâinatın güzelliklerini, Yaratıcı'nın kemâlini idrak eder.
Bundan dolayıdır ki Allah-u Teâlâ ona: "Ey insan!" diye hitapta bulunmuştur.