Osmanlı'dan günümüze Türkiye en büyük zararı bugün "Müttefik" olarak tanımladığı ülkelerden görmüştür.
Bu ülkelerden büyük kısmı ile Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında düşman cephelerde harp ettik. Harpteki düşmanlarımızın bize zarar vermek istemesi tabii bir şeydir.
Ancak dikkat edilirse NATO üyeliği ile başlayan "Müttefiklik" sürecinde bu zarar görmeler devam etmiştir. Batı ülkeleri bizi hiçbir zaman müttefik olarak görmemiştir.
Hususiyetle son 20 sene zarfında ABD olsun, AB olsun en büyük zararı bu ülkelerden görmeye başladık. PKK gibi terör örgütlerini kullanmaları, her türlü lojistik, silah ve istihbarat desteğini seferber etmeleri Türkiye'ye çok büyük enerji kaybettirdi, fitne aldı başını yürüdü. Terör zihniyeti büyük bir zemin kazandı.
Bu zararın bu kadar büyümesinin en büyük sebebi bizim içimizde sağlam, kararlı ve topyekün bir mücadele sergileyememizdir.
Bunun çeşitleri sebepleri var.
En büyük sebep dostumuzu-düşmanımızı tanımlamaktaki acziyetimizdir. Daha 1992-93'lü yıllarda ABD helikopterlerinin PKK'ya yardım yaptıklarını tesbit etmiş bir ülkeyiz.
Bugün ABD artık PKK'ya resmen yardım ediyor.
"Nasıl oluyor?" diye sormayın. Gerçi bu sorunun gelmesi normal sayılabilir. Zira "Nüfuz ajanlığı" yaftasını fazlasıyla hakeden bir kısım hakim medya bizi uyutmaya, yönlendirmeye devam ediyor.
Evet, ABD artık PKK'ya resmen yardım ediyor. Biz de sesimizi çıkartmıyoruz.
Bu nasıl oluyor?
Biliyorsunuz PKK bünyesinden PJAK adını verdikleri bir örgüt icat ettiler. Bu örgütün bütün elemanları PKK'lı. PKK tepe yönetimi bizzat işin içinde. Neymiş? Bu örgüt sadece İran'da eylem yapıyormuş.
Şimdi Amerika resmen bu PJAK denilen tabelaya yardım ediyor mu etmiyor mu? Ediyor. Para da veriyor, silah da veriyor.
Bir tabela kur, Türkiye'yi uyutmaya devam et.
Bu uyutma işini bu kadar ucuza yapıyorlar. Kimin sayesinde? Artık vatan haini mi dersiniz, yerli işbirlikçi mi dersiniz, hangi sıfatı eklerseniz ekleyin yakışır.
Başka ne oluyor? PKK militanları peşmerge ordusunda istihdam ediliyor. Zira peşmergenin ideolojisini PKK ideolojisi ile müsavi hale getirdiler. Türkiye ve Türk ordusu düşmanlığını her iki örgütün damarlarına yerleştirdiler. Artık PKK militanı peşmerge içinde imiş, peşmerge militanı PKK'yı desteklemiş fazla şaşırmamak lâzımdır.
Dış tehdit bu kadar aşikâr vaziyete gelmiş "Gık" yok. Peki içerde durum nasıl? PKK üyesi olmaktan yargılanan bir tutuklu, milletvekili seçildi, serbest bırakıldı, meclisin yolunu tuttu.
Başka ne oluyor? Avrupa'ya bastırıp duruyorsunuz, "PKK propagandası yapan Roj TV'yi kapat!" diye. Senin belediye başkanların toplanıp mektup yazıyorlar, "Kapatma!" diye!
İki senedir 200 bin askerimiz sınırda PKK'nın tepesine binmiş bekliyor. İçeride dağları hallaç pamuğu gibi savuruyor. PKK kıpırdayamadı, Kuzey Irak'ta yer değiştirmekten, diken üstünde oturmaktan bitap düştü.
Aynı kararlılık, siyasette yok, ekonomide yok başka hiçbir işte yok.
Yıllar yılı bu böyle olduğu için fitne aldı başını gitti. Gazetecin hoş görüyor, siyasetçin hoş görüyor, Avrupa'sı Amerika'sı hoş görüyor, destekliyor. Fitne büyüdükçe büyüyor.
Bu duruma düşmemizde bugüne kadar sorumluluk mevkiine gelmiş herkesin büyük sorumluluğu vardır. En büyük sorumluluk yukarıda da söylediğimiz gibi bugüne kadar "dost-düşman" tanımının ve ayrımının hakikate göre yapılmamış olmasıdır.
Meselâ halka sorduğunuzda Amerika'yı düşman olarak tanımlar, ancak resmî söylemlerde "Amerika müttefikimiz!" teranesi devam eder. Hâkezâ Avrupa ve NATO üyeliği kapsamında alış-verişler her seviyede devam eder.
Bugün gelinen netice "Düşmanı dost bilmenin" ortaya çıkardığı neticedir.
Adamlar konsoloslarını, misyonerlerini, ajanlarını istedikleri yerlere gönderiyorlar. Senin bağrında istedikleri icraatları yapıyorlar. Senin vatandaşına "Biz arkanızdayız, ayrılık fikirlerini yeşertin!" diye akıl veriyorlar.
Yöneticin ise çıkıyor, Amerikan ağzıyla konuşuyor. "Diyarbakır Ortadoğu'nun parlayan yıldızı olacak" diyor. Dostluk kurmaya çalıştığın Barzani de cevap veriyor: "Türkiye Kerkük'e müdahalede bulunursa biz de Diyarbakır'a müdahale ederiz." diye.
Halbuki düşmanı düşman olarak bilmiş olsa idik, bu fitne bu kadar taraftar bulamaz, bu iş bu kadar tehlikeli boyuta gelmemiş olurdu.
Düşmanı düşman olarak bilmiş olsa idik, ne Avrupa ne de Amerikan ajanları, konsolosları Türkiye'de cirit atıp altımızı oyamazdı.
Düşmanı düşman bilmiş olsa idik, Avrupa ve Amerikanın nüfuz casusu gibi çalışan gazeteci, siyasetçi bu kadar yol bulamaz, bu kadar çoğalamazdı.
Düşmanı düşman bilmiş olsa idik, "Amerika'nın desteğini almadan bir şey yapamazsınız" diyen din tacirleri büyük bir siyasi güç elde edemezdi.
Düşmanı düşman bilmiş olsa idik, "Bize izin versin de PKK ile savaşalım!" diye Amerika'nın ağzına bakıp beklemezdik.
Düşmanı düşman bilmiş olsaydık, Amerika'dan Avrupa'dan destek bularak içeride kuvvetlenmeye çalışan münafıklar türeyemezdi.
Geldiğimiz nokta hangi nokta? Türk milleti "Düşmanı dost bilmek" fitnesine esir oldu? Büyük zararlar doğdu.
Düşman "düşman" olarak tanımlanmadığı için "Müslüman görünüp de düşmanla işbirliği içinde olanlar"a yapılan itirazlar "din düşmanlığı" yaftası yedi.
Bugüne kadar sorumluluk mevkiine gelmiş ve Amerika'nın olsun, Avrupa'nın olsun düşmanlıklarına şahit olmuş herkesin vebali vardır.
Beğenin ya da beğenmeyin, Rusya olsun, Çin olsun; düşmanı düşman bildiler, bakın ne seviyeye geldiler! Amerikan konsolosu Rusya ya da Çin'in iç bölgelerine gidip her istediği kişi ile görüşebilir mi? Hele hele "Ayrılık fikrini destekleyin!" diye akıl verebilir mi?
Adamlar, ekonomide, siyasette her türlü tedbirini almış. Amerika'nın nüfuz etmesine izin vermiyor. Ancak diğer taraftan her türlü ticaretini kendi belirlediği sınırlar dahilinde sürdürmeye devam ediyor. Milli menfaati söz konusu olduğu zaman tavrını koyabiliyor. Hepsinden daha önemlisi Amerika-Avrupa ajanı haline gelmiş, beyni sömürgeleştirilmiş insanların yönetimde söz sahibi olmasına izin vermiyor.
Meselâ İran'da milletvekilliği adayları üzerinde denetim uygulanır. Kendi sistemlerine zararlı gördükleri kişileri seçimlere sokmazlar.
Kendi anlayışına göre bu ülkeler kendi tedbirlerini almışlar.
Türkiye'de ise ekonomide tedbir alalım, siyasette tedbir alalım, Amerikan Avrupa maşalarına geçit vermeyelim dediğiniz zaman hemen yaftayı yapıştırırlar: "3. dünyacı", "demokrasi düşmanı". Yahu adamlar memleketi işgal etmiş.
Senin üçüncü dünya dediğin Çin'in ekonomi bakanı geliyor, "1 trilyon dolarımız var, 500 milyarını kenara ayırdık, bize satabileceklerinizin listesini yapın alalım." diyor. Amerika'da 20 milyar doları bastırıp petrol şirketi almaya çalışıyor. Ancak o Amerika ayağa kalkıyor, satışa izin vermiyor. "Üçüncü dünya ülkesi(!)" İran'ın iç-dış borcu "sıfır", 1998 yılında battı denilen Rusya boyunduruğu kıralı çok oldu; siyonist oligarkların anasını ağlattı, şimdi Amerika'ya meydan okuyor.
Türkiye ise her şeyini satıyor; Ermeni diasporası, Yunan kilisesi, siyonist bankeri, alıyor da alıyor.
Durum çok vahim! Bakalım daha ne zararlar göreceğiz? Allah sonumuzu hayır etsin!