Hıristiyan Haçlılar “Kıbrıs dişi”ni gösterip ısırmaya, “Ermeni kılıcını” çekip boynumuza vurmaya çalışıyor.
Maksatlarını, gerçek niyetlerini tanıma ve tanımlama özrü yaşayan Türkiye ise gerçeklerle yüzleştikçe travmalar yaşıyor. “Düşmanımız niye düşman?” bilmiyoruz. “Dostumuz kim?” tanımıyoruz. Daha vahimi “Biz kimiz?” bilmiyoruz. Bunlar bilinmediği için tartışmalar ve taarruzlar daima yanlış zeminler üzerinde yapılıyor. Dolayısı ile devamlı mevzi kaybediyoruz.
Meselâ Ermeni meselesi çok bariz bir örnektir. Avrupa bütün bağnazlığını, iki yüzlülüğünü ortaya serme pahasına bu konuda niye üzerimize gelmektedir? Gerçek bir tahlilin yapıldığını, dolaysıyle bu haçlı gürûhuna gerçek anlamda bir cevabın verilebildiğini söylemek de mümkün olmuyor.
Aydınlanma (!) çağını yaşamış, Ortaçağ karanlığından kurtulmuş (!) Avrupa, bütün bilimsel tartışma çağrılarını çiğneyerek, kendi soykırımcılığını gizleyerek, üstümüze üstümüze gelmeye, bizi vicdanlarda ve tarih önünde yalan beyanlarla mahkûm etmeye çalışıyor. Biz ise Avrupa kamuoyuna kendimizi anlatamadığımızdan, Ermeni diasporasının kuvvetli olmasından, politikacıların Ermeni oylarını almak istemesinden dem vuruyoruz. Adamların peşinden koşturup duruyoruz; “Hayır öyle değil, o işin aslı böyle” diyebilmek için.
Halbuki göremiyoruz; Avrupa yüzyıllardır Haçlıların yaptığı şeyin aynını yapıyor: Kendisi yakıp yıkıp, gasp edip, soykırımlarla vakit geçirirken, hakikati ve gerçek medeniyeti kendi halkının vicdanında yalan, dolan ve sahtekârlıklarla mahkûm etmeye çalışıyor.
Papaların, papazların, bütün haçlıların yüzyıllardır yaptığı şey budur. Kendi dindaşlarını bile acımasızca soykırımdan geçirirken, kendi halkına müslümanları ve hususiyetle Türkleri barbar, kan içici bir kimlikle takdim etmeye çalışmışlardır. Latince’den türemiş bütün bugünkü Avrupa dillerinin ilk yazılı kaynağı kabul edilen 11. 12. yüzyılın edebiyat metinlerinden tutun bugüne kadar yayınlanmış olanlarına kadar hep aynı şeyleri görürsünüz.
Binaenaleyh bu yaşananlar, yüzyıllardır devam eden medeniyet savaşlarının bugünkü tezahür etmiş şeklidir. Unutulmamalıdır ki, savaşlar sadece silahlı harplerden ibaret değildir. Haçlılar Müslüman Türk’e karşı daima bu bağnaz ve tahripkâr zihniyet içerisinde olmuştur.
Meselâ Fransa’da meclisten geçen son kanun tasarısı çok bariz bir örnektir. Bu tasarının ortaya çıkmasını kendini bilmez birkaç Ermeni’nin işi olarak izah etmek başta söylediğimiz gibi çok büyük bir tahlil eksikliği, hasmımızın gerçek niyetini tanıma özrüdür, yani sakatlıktır. Beyin özürlü insanların Türk insanını yönlendirme ve yönetme hakkı yoktur.
Avrupa derin devleti Vatikan’ın işareti ile harekete geçmiştir. Bu böyledir. Aksi olsa Fransa Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan’a gidip “Soykırımı tanıyoruz.” diye açıklama yapmasını nasıl izah edeceksiniz? Bunların hepsi planlı ve maksatlı hareketlerdir.
Haçlıların tartışma ve bilim zemininde bize karşı üstünlük elde etmesi mümkün değildir. Bu sebeple kaçak güreşiyorlar, sahtekârlık yapıyorlar. İslâm’ı terörist, Türkler’i soykırımcı olarak yaftalamaya çalışıyorlar. Üstelik Avrupa ve bilimum Batı ülkeleri büyük bir çöküş ve tükeniş sürecine girmiştir. Nüfus yaşlanmakta ve azalmaktadır. Yeni yetişen nesilin en az üçte biri gayr-i meşru ilişki mahsülü olarak dünyaya gelmekte, büyük kısmı babasız büyümekte, gençler her türlü sapkınlığın içerisinde gününü gün etmektedirler.
Kendilerini düzeltmekten aciz bu haçlı gürûhu, hakikati arayıp, ona teslim olmak yerine, hakikati boğmak için her türlü çirkefliği, her türlü soykırımı yapmayı göze almış bulunmaktadır.
Bunun adı “BAĞNAZLIK”tır. Bilime, hakikate dayanmayan, sahtekârlığa, yalan ve dolana dayanan bir mahkûmiyet tesis etmeye çalışmanın başka bir izah tarzı yoktur. Bunları tanıyalım.
Şimdi bazıları diyecekler ki; “İyi ama bütün hepsi böyle düşünmüyor, tarihi hakikatleri itiraf eden, Türk dostu Avrupalılar da var!”
Evet! Doğrudur, hakikati teslim etmeye çalışan Avrupalılar da var. Hatta daha ötesi müslümanlığını gizleyen, Türkiye üzerindeki hasmane tutumları dizginlemeye çalışan Avrupalılar da var.
Ancak unutulmasın ki bizim “Derin devlet” diye tartışa tartışa bir yere oturtamadığımız şeyin âlâsı Avrupa ve Amerika’da mevcuttur. Hatta o kadar kuvvetlidir ki hemen hemen bütün sivil toplum örgütleri bu çarkın büyük bir parçasıdır. Bizim gibi ülkelerde “demokrasi”den, “sivil toplum”dan bahsederler, ancak kendi devletleri nam-ı hesabına ajan-misyoner olarak çalışırlar.
Avrupa’da “İnsan hakları” bile pazarlık konusu olabilir. Guardian gazetesi yazdı. CIA’nın anlaşma önermesinin ardından AB ülkelerinin terör zanlılarının tutuldukları ülkelerle ilgili insan hakları ihlalleri konusundaki eleştirilerinin dozunu azalttığını ileri sürdü.
Şimdi bunların durumu budur.
Haçlıların bu büyük iftiralarla başımıza ne büyük bir gâile açmaya çalıştıklarını anlatmaya çalışalım.
Şimdi şöyle düşünün: Dünya üzerinde soykırım yaptığı tescilli tek devlet Almanya’dır. Ancak bütün dünyada “Bu yahudi soykırımını kim yapmıştır?” diye sorarsanız “Naziler” cevabını alırsınız. Sanki “Almanların bu işte hiçbir dahli olmamıştır” gibi bir izlenim yayılmıştır. Şimdi bir de şöyle düşünelim: Bize “Bu soykırımı kimler yaptı?” diye sual edildiğinde “Almanlar” diye cevap verdiğimizi düşünün. Hatta bir de soykırıma uğrayanların müslüman olduğunu farzedin. Almanlar hakkındaki yargılarınızın bir anda nasıl 180 derece değiştiğini fark ettiniz mi?
Adamlar her türlü vahşeti, soykırımı yaptıkları halde “Soykırımcı Alman” etiketi vurulmamıştır.
Halbuki bir çok Avrupa ülkesinde Türklere “Soykırımcı Türk” etiketi vurulmuştur bile. Yok “Parlamentoların aldığı kararlar o kadar mühim değildir.”, yok “Bu açılan anıtlar çok da önemli değil.” gibi söylemlerle uyutuluyoruz. Geldiğimiz nokta nedir? Hıristiyan halkların nazarındaki Türk, “Soykırımcı Türk”tür. “Bu ‘Türk’, her türlü kötülüğü yapar. Kürtleri katleder, Rumları katleder, Süryanileri katleder. Hiç araştırmaya gerek yoktur, bu barbar Türkler kesin bu suçları işlemiştir.” Kafalara yerleştirilen zihniyet budur.
Okullarda bunları öğretiyorlar. Danimarka’da ortaya çıktı; papazın yazdığı ders kitabında “Bütün müslümanlar teröristtir.” diye yazıldığı. Zihniyet bu. Ancak bu faşistler kendi hastalıklı zihniyetlerini, bağnazlıklarını gizlemekte çok ustalar.
Bu eğitimin ve yaftanın tabi sonucu nedir? Bu yetişen nesiller büyüyüp iktidar sahibi olduklarında ne diyecekler? “Bu Türkler bu kadar kötü ve zalimdir. Bunlar her türlü zulmü hakediyor, bunları öldürüp sürelim. Topraklarını elinden alalım.”
Adamlar zaten faşist ve soykırımcı.
Nitekim dikkat ederseniz, ağzınızla kuş tutsanız sizi kabul etmiyorlar.
O halde yapılması gereken nedir?
Bilim adamlarımız kendine düşeni yapıyor; işin hakikatini ortaya koymaya çalışıyor, arşivleri ortaya çıkartıyor. Arşivler ortaya çıktıkça yalanları ortaya seriliyor. Ancak hakikat ortaya çıktıkça bunların bağnazlıkları artıyor. Yalan ve dolana daha çok sarılıyorlar.
Dolayısı ile yapılması gereken adamların peşinde derdimizi anlatacağız diye dolaşmak değildir.
Büyük bir “Tarih boyunca yaşanmış insanlık suçlarını ve soykırımları araştırma enstitüsü” kurulmalıdır. Bu enstitü bünyesinde “Türklere karşı uygulanan insanlık suçları ve soykırımlar” ağırlıklı ve hususi bir başlık altında, özel kürsüler tesis edilerek araştırılmalıdır. Afrika’da, Amerika’da, Asya’daki bütün insanlık suçları ve soykırımlarının araştırılacağı, elde edilen bilgilerin okullarda ders olarak okutulacağı dünyaya ilan edilmelidir. Hatta hemen bu dersler eldeki bilgiler ışığında pilot olarak seçilen okullarda eğitim programına alınmalıdır.
Bu eğitim verilmediği için AB kapısındaki bu rezillikler yaşanmaktadır.
Kılıcın karşılığı “Kılıç”tır. Biz farkında değiliz ama küffar bizim eğitim sistemimizle tahminimizden çok daha fazla ilgilidir. Bilinçli bir nesil yetişmesini kesinlikle hazmedemezler.
Bu hakikat ortada iken Türkiye’de ne yapılmaktadır? Eğitim sistemi adeta öldürülüyor. Kimsenin gıkı çıkmıyor. Öğrencilerin rahata, istirahate alıştırılması çok yanlış işlerdir. “Sınavsız eğitim yapacağız” diye, “Dayaksız eğitim yapacağız” diye öğretmenlerin elini kolunu bağlayarak nasıl bir nesil yetiştirmeye çalışıyorsunuz? Sizin akıl hocanız kim? Kime hizmet ediyorsunuz?