Zât-ı âlileri Düzce'de bulunduğu yıllarda Adapazarı'ndan bir genç gelmişti. Bir rüyâ görmüş, çok etkisinde kalmış. Çok kimselere anlatmış, bir türlü itminan olmamış, uzun bir zaman korku içinde kalmış. Kamelyada havuzun başındayız, onunla konuştular:
– "Efendim! Rüyâmda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bulunduğu yere doğru gidiyordum. Uzaktan beni görünce eliyle: "Gelme gelme, git!" işareti yaptı ve beni kovdu."
– Velev ki bizzat dahi kovsa, kapıdan kovsa bacadan gireceksiniz, bacadan kovsa kapıdan gireceksiniz. "Beni kovdu!" diye o kapıdan ayrılmayacaksınız. Bu rüyânız Rahmânî dahi olsa sana düşen budur. O anda belki bir imtihandasınızdır.
Meselâ bazı veliler derler ki: "Ben en büyük dersi köpekten aldım, en büyük tevâzuyu köpekte gördüm." Köpeğe git dersin gider, gel dersin gelir. Onun içindir ki insan kapıdan kovsa bacadan girecek, bacadan kovsa kapıdan girecek, o kapıdan ayrılmayacak. Çünkü başka kapı yok.
İnsan ne ile imtihan edileceğini bilmiyor. Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri'nin o imtihanı malumunuzdur. O imtihan olmasaydı o rütbeyi alabilir miydi? Orada kazandı, o anda kazandı. O atılma ile kazandı. Fakat imtihanını verdi. Ya oradan çekip gitseydi!
Onun için kovsalar da, sövseler de, dövseler de, başka gidecek kapı yok! Bilen için.
Zât-ı âliniz ne işle iştigal ediyorsunuz?
– "Eğitimciyim."
– Efendim size bunun doğrusunu az sözle şöyle anlatalım: İntisab lüzumludur. Lüzumlu olduğuna göre ezelî nasibi aramak gerekiyor. Binaenaleyh bu halkın tayini ile değil, Hakk'ın tayini ile olmalı. İlk yapacağınız iş istihare yapmak. "Allah'ım! Bana bu yolda nasip lütfetmişsen, kime nasip etmişsen bileyim ve onu bulayım." diye niyaz edeceksiniz. Bu şekilde yaparsanız nasibinizi doğrudan doğruya Hakk'tan istemiş olursunuz. Çünkü intisab çok lüzumludur. Yanlış bir yere bağlandığınız zaman hayatınızı hiçe müncer eder. Hayat-ı ebediyeyi kazanmak için verilen ömrü boşa geçirmiş olursunuz ve büyük kayıplara uğrarsınız. Hakiki intisabla büyük bir kazanca nâil olduğunuz gibi, yerinde intisab etmemekle de büyük bir zarara uğrarsınız. Bu zarara uğramamak için, dünyaya bir daha gelmek imkânı olmadığına göre, çok güzel araştırmak gerekir. Allah-u Teâlâ'nın lüttfettiği bir nur ışığı ile gitmemiz bizim için çok lüzumludur. Bunun için zât-ı âliniz bir istihare yapıverin. İstihareden sonra zât-ı âlinizle istişare mevzusuna girmiş oluruz.
– Yeni çıkan kitabı okudunuz mu?
– "Büyük bir kısmını okudum efendim."
– Hepsini okuyun ve sizden ricâmız şu efendim. O kitabı bir defa okumakla hiçbir şey anlaşılmaz. İkinci defa okumakla biraz bir şey anlamaya başlayacaksınız. Üçüncü hatimde tetkik etmeye başlayacaksınız. Ondan sonra bu sizde doğduktan sonra satır satır okuyacaksınız. Bu şekilde okursanız çok faydalı olur ve bizi de rahatlandırmış olursunuz, soracağınız sualleri sormamaya başlarsınız, yapacağınız işleri kendiniz yapmaya başlarsınız. Yani sizinle az görüşmekle çok şeyler husule gelir. Onun için bir taraftan istihare yapmanızı, diğer taraftan kitabı hiç olmazsa üç defa hatmetmenizi ricâ edeceğiz.
Bizim yolumuz Hakk yoludur, gel-git yolu değildir. Makam, rütbe, madde yolu değildir. Allah-u Teâlâ bizi her şeyden korumuş, tek gaye rızâdır. Mahviyet içinde Allah-u Teâlâ'nın lütfuna mazhar olmaya çalışalım. Kardeşlerle görüşürsünüz. Çünkü kardeşlerde gaye-maksat menfaat olmadığı gibi, yeme-içmeyi de Cenâb-ı Hakk bizden uzaklaştırmış.
En mühim mevzulardan birisi de lokmadır. Haram ve şüpheli lokma mideye girerse insanın içini tahrip eder, kötülüğe tahrik eder. Artık onun; "yapıyorum yapacağım" demesi boş olur. Onun için mümkün olduğu kadar, az da olsa helâl lokma ile kanaat etmek gerekir. O lokma içeride nur olursa insanda hikmet husule gelir, bize bu gerek efendim, fakirin tutumu budur. (20 Haziran 1987)