Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (16) - Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -Kuddise Sırruh- (5) - Ömer Öngüt
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -Kuddise Sırruh- (5)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (16)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Ağustos 2006

 

Allah-u Teâlâ’nın Sevgilileri’nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (16)

Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- (5)

 

Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, Hâtemü'l-Evliyâ İle Perde Arkasından Konuşması:

Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü'l-evliyâ olan zâtı bütün hususiyetleriyle tamamen açığa çıkardığı "Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ" adlı eserinde; Hâtemü'l-evliyâ olan zâtla gizli bir perdenin ardından konuştuğunu ifşâ etmiş; bu konuşma esnasında, onun Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in halîfelerinden biri olduğunu öğrendiğini ve ifşâ edilmesi mümkün olmayan daha bir çok işlerin tecellî ettiğini haber vermiştir:

"Gizli bir perdenin arkasından birtakım kırmızılıklar doğdu; birdenbire ondan Hatm nûru ile, haber verici bir dille: 'Ben asfiyâ cemaatinin öncüsü olan Hâtemü'l-evliyâ'yım. Senin hikmetin ve ümid ettiğin 'Hâtem' bende gizlidir!' şeklinde bir hitap geldi. Ben ona; 'Peki beraberinde tasdik edici bir yardımcın var mı?' dedim; 'Ben Atîk'in (Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in) halîfesiyim, (kalplere) onun zikrini boşaltırım!' dedi. Birdenbire Sıddîk onun karşısına, 'Şemsü'l-garb' (batı güneşi) de onun arkasına geçti; sonra da ayrıldı. Nitekim artık onu bırakmıştı.

Tıynetle ilgili bir zümrüdün kanalında diğer şeyler de yokolduğu, nûrlar kesildiği ve benzerliklere dâir inceliklere kavuşulduğu zaman ise, onu destekleyen bir çığlık duyuldu. O'nun Hâtem-i evliyâ'sının kendisine halef olduğu sırrın ve tedbîrin sâhibi, onun nihâyete erdirilişi esnasında da yine onun karşısındaydı. Daha sonra ise, ifşâ edilmesi zamana sığdırılamayan ve kendisiyle ilgili haberleri tevdî etmeye durumun elvermediği bu tecellî hakkında, yine birtakım işler meydana geldi." ("Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ"; s. 48, bas.: Mısır, 1954)

Hazret demek istiyor ki; "Esrardan esrâra geçtim, bu esrarlar anlaşılacak ve anlatılacak gibi değildir. Hakîkat perdenin altındadır, İlâhî tecelliyâta mahlûkun aklı ermez!" Bu beyandan da anlaşılıyor ki; bu "Hatemiyyet" üzerinde durmayın, bu "Hâtem" meselesi tamamen esrârdan ve çok gizli bir perdeden ibârettir, hakkında söylenen bütün sözler zâhirî ilim gibidir, bütün bu sözler dış perdenin üzerindeki nakışlara benzer; perdenin içerisini anlamak, anlatmak ve çözmek mümkün değildir. Çünkü o hiç bilmezken "Hâtem" oldu; onu O idare ediyor, onun bu işle bir ilgisi yok!.. O öyle murâd etmiş; bu murâd-ı İlâhî'nin tecellîsine mahlûkun aklı ve ilmi yetmez!..

Onu kimin ileriye sürdüğünü, onu kimin desteklediğini yalnız O bilir. Onu nihâyete kim erdirdi? "O" erdirdi!.. Yaratan dilediğini dilediği yere koyar.

İlâhî tecelliyât, idâre ve hüküm hep O'nundur; mahlûk bir robottan, bir tulumdan ibârettir. Fakat robot görülüyor, tulum görülüyor da içindeki görülmüyor! Bütün sır bunun içinde toplanıyor. Allah-u Teâlâ hiç edecek ki, O'nun varlığı husûle gelsin! Eğer varlığından zerre dahî kalırsa o, "O" değildir!

Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin; "Ben Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in halîfesiyim, (kalplere) onun zikrini boşaltırım!" beyânına gelince;

"Ey imân edenler! Allah'ı çok çok zikredin!.." (Ahzâb: 41)

Âyet-i kerime'si nâzil olunca, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh- Efendimiz'i çağırıp "Kalbî zikr"i telkin ederek ona öğretmiş ve Ashâb-ı kirâm -radiyallahu anhüm- Hazerâtı'na tâlim etmesini kendisine emir buyurmuştur.

Hâtemü'l-velî Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in tebligâtını tebliğ ediyor, onun vazîfesi oradan geliyor. Allah-u Teâlâ'dan Resulullah Aleyhisselâm'a, ondan da Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-e intikâl etti, o onun yolunun devamının idâmecisidir. Çünkü o Resulullah Aleyhisselam'dan aldı, ondan sonra da yol devam etti. O işte o yolun devam ettiricisidir.

O bayrağın altında oluşu; "Hâtem" iki olduğu içindir, başka "Hâtem" olmadığı içindir. Onun içindir ki; değil Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-i, Peygamberân-ı izâm Aleyhimüsselâm Hazerâtı'nı dahî o "Velâyet"in içine koymuş, onun "Velâyet"i intikâl ettiği için de velâyetler orada toplanmıştır.

Allah-u Teâlâ bu nûrları Âdem Aleyhisselam'ın yaratılmasından evvel yarattığı için, murâd ettiğini o nûrda koyduğu için, ondan sonra gelen nûrlar da o "Nûr"un içine dahildir, çünkü oradan yayılmıştır.

Bu "Nûr"un, bu ilâhî feyzin kaynağı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'dir. Bu vazîfeyi Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- ve Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Hazerâtı'na teslim etti, yani yine onun buyurması ile yol devam etti ve bu vazîfeyi onlar gördüler. "Hâfî" olanı Hazret-i Ebu Bekîr Sıddîk -radiyallahu anh- Efendimiz'den intişar etmiştir, gele gele bu "Nûr"un Hâtemü'l-velî'de bütünüyle yayılmasına vesîle oldu.

Şöyle ki;

Muhyiddîn-i İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ'-i Muğrib Fi Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ" adlı eserinde; Hâtemü'l-evliyâ olan zâtla gizli bir perdenin ardından konuştuğunu ifşa etmiş ve ona: "Peki (velâyetin sende mevcut olduğuna dâir) beraberinde tasdik edici bir yardımcın var mı?" diye sorduğunda: "Ben Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in halîfesiyim, (kalplere) onun zikrini boşaltırım!" karşılığını aldığını söylemiştir.

Yani ona verilen "emânet"i devren almış oluyor. Bunun yanında bir de "Hatemiyyet" var; intikâl eden bu "emânet", "Hatemiyyet" ile biraraya gelince netîce ne oldu? Resulullah Aleyhisselâm'ın "emânet"i, Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh-in zikri dünyaya yayılmış değildi. Daha evvel bir mıntıkada, bir memlekette, veyahut bir devlette kalırdı, şimdi "Hatemiyyet" olduğu için dünyaya yayıldı. Amerika'da var, İngiltere'de var, Almanya'da var, Fransa'da var, her yere yayıldı; "Hatemiyyet" olması hasebiyle yayıldı!..

Ve bu yayılma âhirette de birleşmeye, biraraya toplanmaya vesîle olur. Çünkü kim ki ona muhabbet ettiyse ondandır, âhirette de ona sâhip çıkılır.

"Hatemiyyet" başlıbaşına bilinmeyen bir şeydi, onu bu zât-ı muhterem açtı!..


  Önceki Sonraki