1377 (H. 779) yılında İran'ın Şîraz şehrinde doğduğu ve Orhan Gâzî döneminde Anadolu'ya göçedip, Türk diyarına yerleşen bir aileye mensup olduğu rivâyet edilen Hazret'in hayatı hakkında kaynaklarda tafsilâtlı bir bilgiye rastlanamamıştır.
Lâtîfî'nin "Tezkire"sinde belirttiğine göre; Şeyh Elvân-ı Şîrâzî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hacı Bayrâm-ı Velî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin halifelerinden olup, onun muhibb ve yârânları arasına katılmış ve dönemin şair ve mutasavvıfları arasında kısa zamanda ünü her tarafa yayılmıştır. (s. 120)
Şeyh Mahmûd Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Gülşen-i Râz"ını Türkçe'ye tercüme edip, içindeki sırları şerh etmek için "Terceme'-i Gülşen-i Râz" adında bir eser yazan Hazret, bu sebeple Lâtîfî tarafından; "Hakikat güllerinin Gülşen-i Râz'ı" olarak vasıflandırılmıştır. (s. 120) "Gülşen-i Râz"ı Sultan İkinci Murad'a takdim etmek üzere, geniş izah ve açıklamalarla birlikte 1426 (H. 829) yılında tercüme eden Elvân-ı Şîrâzî, "Tezkire'-i Sehî"de belirtildiği üzere; eserini Anadolu'da yaygın olan eski Türk lisânı üzere, gâyet sâde ve anlaşılır bir dille te'lif etmiştir. (s. 179) Hacı Bayrâm-ı Velî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin halîfesi olması hasebiyle, Bayrâmiyye tarikatı şeyhleri esere büyük bir ilgi ve rağbet göstermişlerdir.
Kaynaklarda "Terceme'-i Gülşen-i Râz"ın dışında başka bir eserinden sözedilmeyen Hazret, eserinde yer alan bir ifâdeden anlaşıldığı üzere 1426 (H. 829) yılından sonra vefât etmiştir.
Şeyh Elvân-ı Şîrâzî -kuddise sırruh- Hazretleri "Terceme'-i Gülşen-i Râz"da "Hâtemü'n-nübüvve" ve "Hâtemü'l-velâye"nin zuhûruna ve bu iki "Hâtem"in peygamberler ve velîler arasındaki durumuna işaret eden mühim ifşaatlarda bulunmuş; Allah-u Teâlâ'nın bu hususta gönlüne ilhâm ettiği bilgileri, eserinde kimi zaman satırlar, kimi zaman da mısrâlar hâlinde halkın nazarına sunmuştur.
Elvân-ı Şîrâzî -kuddise sırruh- Hazretleri "Terceme'-i Gülşen-i Râz" adlı eserinde "Nübüvvet"i gümüşten, "Velâyet"i ise altından bir saraya benzetmiş; ilk sarayın peygamber kerpiçlerinden, ikinci sarayın ise velî kerpiçlerinden hâsıl olduğunu; Nübüvvet sarayının Muhammed Aleyhisselâm, Velâyet sarayının ise velîlerin Hatm'iyle kemâl bulduğunu haber vermiştir:
"Bu ka'ide Hâtem-i hâssa-i Muhammedî'yi bildürür ve dahî ânun beyânındadur kim; nübüvvet bir gümüşden saraya benzer, bu sarayun Hatm'i Resûl Hazret'idür -aleyhisselâm-. Nitekim Hakk Teâlâ Kur'an-ı Mecîd'inde buyurur kim; 'Hâteme'n-nebiyyîn': 'Peygamberlerin sonuncusu' deyû. (Ahzâb: 40)
Resûl Hazret'inün bâtını 'vilâyet', altundan sarâya benzer, her kangı velî kim ânun velâyetine mazhar vâki' ola, ol altundan sarayun Hatm'i olur. Ol uludur, dünyada ândan ulu velî olmaz. Nitekim peygamberler içinde Muhammed Mustafâ'dan ulu peygamber yokdur. Ve dahî nübüvvet gümüşden saray olduğu budur kim; altunun aslında ma'den yokdur, gümüş ma'denden hâsıl olur. Pes (şu hâlde) öyle olıcak, nübüvvetün vilâyet bâtını demekdür; pes (öyleyse) bu velî dahî ne söylerse, Resûl Hazret'inün kemâlin söyler.
Perîşân olma, cem' ol (1) biraraya
Beru gel, gir bu altundan sarâya.
Gümüşden havlusı var sâfî ve pâk
Ânundur sâyebânı heft-i eflâk.(2)
Nübüvvet'le vilâyet biraraya
Gelicek benzer altundan sarâya.
Kim ola âna gümüşden hazîre(3)
Nazar kıl bu sarây-ı bî-nazîre.(4)
Ânun kerpüçleri kim enbiyâdur
Tamamı ol sarâyun Mustafâ'dur.
Nübüvvet evvel Âdem'de göründi
Kemâli geldi, Hâtem'de göründi.
Vilâyet kalmış idi şöyle bâkî
Sefer itmege kopdı iştiyâkı.
Belürdi çün ki nokta gibi ânda
Gelüb ol dahî devr itdi cihânda.
Ol arada cem' oldı hep vilâyet
Kim, olına ol erkânı(5) nihâyet.
Zuhûrı külline(6) çün oldı Hâtem
Tamâm ânunla oldı devr-i 'âlem.(7)
Velîler hep ânun uzvu gibidür
Bu küll'ün hep kamu cüz'i(8) gibidür.
Çün ol Hatm ile bu Hatm oldı hem tâm
Zuhûra geldi ândan rahmet-i 'âmm.(9)
Âna Hakk'dan irişür ol vazîfe
Ola evlâd-ı Âdem'de ol halîfe.
Olur iki cihânun muktedâsı(10)
Âna olur kamunun iktidâsı.(11)
Meger âyînenün(12) tozı siline
Ki, bu temsîlden ma'nâ biline.
Güneş kim, gölgenün hem-sâyesidür
Bu ma'nâ âhiret sermâyesidür."
("Terceme'-i Gülşen-i Râz", İBB Yazmalar Ktp., Osman Ergin Yzm., nr.: 863, vr. 30a-30b)
(1) cem' ol: toplan.
(2) sâye-bânı heft-i eflâk: yedi feleği inşâ eden.
(3) hazîre: hücre.
(4) bî-nazîr: eşsiz ve benzersiz.
(5) erkânı: rükünleri.
(6) külline: hepsine.
(7) devr-i 'âlem: âlemin dönüşü.
(8) cüz'i: parçası.
(9) rahmet-i 'âmm: umûma rahmet.
(10) muktedâ: izinde yürünen.
(11) iktidâ: izde yürümek.
(12) âyîne: ayna.