Muhterem Okuyucularımız;
Yaratan O olduğu gibi yaşatan da O'dur.
Âyet-i kerime'sinde:
"Hayır! Doğrusu biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık." buyuruyor. (Meâric: 39)
Sen hiçbir şey değilken O seni bir damla kerih sudan yaratmadı mı? Sana hayat vermedi mi? O'nun sana verdiği hayat ile yaşıyorsun. Hayatı çektiği zaman yoksun. Ruhun da gider, vücudun da gider. Ruhunu çektiği zaman toprakta çürüyorsun. Çünkü vücudun zaten bir elbiseden ibaret. Elbiseyi gösteren de O, seni tutan da O, seni yok eden de O. Her an tutuyor. Bir an bıraksa o anda yoksun. İnsan hep O'nunla kâim de bilmiyor.
O yaratıyor, O yaşatıyor, aynı zamanda O yönetiyor.
"Gökten yere kadar her işi O düzenler." (Secde: 5)
O'nun düzenlemesi, hikmetine göre dilemesidir.
O yaratıyor, O yönetiyor. Meselâ gökten yağdırıyor, yağdıran O'dur. Yerden fışkırtıyor, fışkırtan O'dur. Sonsuz nimetleri ihsan ve ikrâm eden yine O. Hazine-i ilâhî'den durmadan akıyor.
Âyet-i kerime'sinde:
"Hazinesi bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz." buyuruyor. (Hicr: 21)
Zerreden kürreye kadar her yaratık O'na muhtaçtır.
Diğer Âyet-i kerime'lerinde ise şöyle buyuruyor:
"Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır." (Fetih: 4 ve 7)
Gökleri ve yeri tutan, yukarıda ve aşağıda var olan bütün kuvvetler, âlemin bütün orduları O'nundur. Bu ordular sayılamayacak kadar çoktur. Dilediğine dilediği gibi yardım eder, dilediği şekilde işlerini idare eder.
"Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Fetih: 4)
Hiçbir şey O'nun ilminin dışında kalamaz. Her şeyi ezelî ve âlî ilmi ile bilir, hikmeti ile takdir edip yönetir.
"Allah Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Fetih: 7)
Dengi ve benzeri bulunmayacak derecede değerli ve şereflidir, her şeye gücü yeter. Mahlûkatı üzerindeki bütün takdirlerinde ve tedbirlerinde çok ince hikmetler vardır. Hikmetinin güzellikleri varlıklar üzerinde apaçık görülmektedir.
Göklerin ve yerin hak üzere yaratılmış olması, eşsiz bir gücün ifadesidir.
"Allah'ın, gökleri ve yeri hak olarak yarattığını görmedin mi?" (İbrahim: 19)
Gökleri ve yeri, kudretine delil getirilsinler diye yaratan O'dur. Hiçbir şey boş ve mânâsız, maksat ve hikmetsiz yaratılmamıştır.
"Dilediğini yaratır." (Mâide: 17 - Şûrâ: 49)
Dilediğini dilediği şekilde yaratır. Dilerse çok yaratır, dilerse nâdir ve benzersiz yaratır.
"Dilediğini mutlaka yapandır." (Bürûc: 16)
Ne dilerse dilediği gibi yapar. İradesi hiç şaşmaz. Yok etmek istediklerini muhakkak yok eder, kurtuluşa erdirmek istediklerini de kesinlikle kurtuluşa erdirir.
"Dilerse sizi götürür, yepyeni bir halk getirir." (İbrahim: 19)
Gökleri ve yeri yaratmaya gücü yeten zât, insanları tamamen ortadan kaldırıp yerlerine bir başka cinsi veya milleti getirmeye daha çok muktedirdir.
"Bu Allah'a göre hiç de güç değildir." (İbrahim: 20)
Olmayacak ve imkânsız bir şey değildir. Çünkü her şeye kâdir olan bir Yaratıcı'ya hiçbir şey zor gelmez.
"O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır." (Şûrâ: 11)
Modelsiz ve numunesiz ilk yaratma kudreti Allah-u Teâlâ'ya mahsustur.
"Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin hükümranlığı kendisine âit olan Allah ne yücedir!" (Zuhruf: 85)
•
Üç aylara girmiş bulunuyoruz. Bu muhterem ayları ve bu ay içerisinde idrak edeceğimiz mübarek "Miraç Kandili"nizi tebrik eder, tüm İslâm âlemine hayırlara vesile olmasını Allah-u Teâlâ'dan niyaz eyleriz.
•
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Hep O, hep O'ndan.
"O, göklerin yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'idir.
O Rahman'dır." (Nebe: 37)
Vasıfları bu olan, hikmeti gereğince her bir varlığa cömertçe iyilik ve ihsanda bulunandır.
"Eğer inanıyorsanız O, göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabb'idir." (Duhan: 7)
İnsanların O'nu bırakarak tapındıkları şeyler aslâ ilâh olamazlar.
"Allah ile beraber başka bir ilâh edinme! Sonra kınanmış ve tardedilmiş olarak kalırsın." (İsrâ: 22)
Kur'an-ı kerim'deki ilâhî usüllerden birisi de; çok mühim bir şey anlatılırken veya mühim bir hadiseden haber verilirken, bazı şeylere yemin edilerek başlanmasıdır.
Nitekim Allah-u Teâlâ'nın Ehadiyet'i belirtilirken üç şeye yemin edilmiş ve Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmuştur:
"Andolsun saf saf dizilenlere!" (Sâffât: 1)
Onlar çeşitli mertebelerde tam bir düzen ile dizilip vazife gören, ibadet ve zikir anında saf saf duran meleklerdir.
"Önlerindekini sürdükçe sürenlere!" (Sâffât: 2)
Onlar bulutları hareket ettirerek, Allah-u Teâlâ'nın dilediği yöne doğru sevkeden sürücü melekler olduğu gibi; bütün cihad orduları, hususiyetle kumanda edip götürenler ve yol gösterip yürütenler de buna dahildir.
"Zikir okuyanlara!" (Sâffât: 3)
Allah-u Teâlâ'yı zikredip ve bunu tekrarlayarak devam eden melekler olduğu gibi; peygamberlere vahiy getiren, salih kullara ilim ve marifet ilham eden melekler de dahildir.
Ey insanlar! Bütün bunlara yemin ile, önemini hatırlatarak beyan ederim ki:
"Şüphe yok ki sizin ilâhınız bir tektir." (Sâffât: 4)
Ehadiyeti'nin delilleri yarattığı varlıklarda apaçık görülür. Şerik ve nazirden münezzehtir.
"Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların da Rabb'idir, doğuların da Rabb'idir." (Sâffât: 5)
Bu Âyet-i kerime'lerde kâinatın sahibi ve hükümdarı kim ise, gerçek "İlâh"ın da ancak O'nun olabileceği beyan ediliyor.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Doğuların ve batıların Rabb'ine yemin ederim ki biz muktediriz." (Meâric: 40)
Burada Allah-u Teâlâ kendi Zât-ı akdes'ine yemin etmektedir.
"Onların yerine kendilerinden daha iyilerini getirmeye." (Meâric: 41)
Biz ne zaman istersek sizi yok eder, yerinize sizden daha iyilerini getiririz.
"Hiç kimse de önümüze geçemez." (Meâric: 41)
Biz söylediklerimizi yapmaktan âciz değiliz.
Allah-u Teâlâ şirk koştukları şeylerle Zât-ı ehadiyet'i arasındaki durumun farklılığını anlamaları için bu gibi kimselere şu hatırlatmayı yapmaktadır:
"Allah size bir misal verir: Hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık harcayan bir kimse hiç eşit olur mu?" (Nahl: 75)
Onların ortak koşmalarındaki durumları, tasarruftan âciz bir köle ile, işinde dilediği gibi tasarrufta bulunan efendiyi eşit kabul eden kimsenin durumuna benzer.
"Hamd Allah'a mahsustur." (Nahl: 75)
Bu misalin açıklanması ve Hakk'ın ortaya çıkması dolayısıyle Allah'a hamdolsun.
"Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler." (Nahl: 75)
Nice kimseler beyinsizlikleri ve cahillikleri yüzünden Yaratıcı ile yaratılanları eşit tutmaktadırlar.
Fakat bunlar yarın ahiret gününde hatalarını kabullenecekler, Allah'ı bırakıp da taptıkları şeylere şöyle diyecekler:
"Vallahi biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
Çünkü biz sizi âlemlerin Rabb'i ile bir seviyede tutuyorduk." (Şuarâ: 97-98)
Âlemlerin Rabb'i olan Allah'a nasıl itaat ediliyorsa, sizin de emrinize itaat etmiştik, meğer biz aşırı derecede sapıklık içindeymişiz.
"Allah, insanlara misallerini işte böyle anlatır." (Muhammed: 3)
•
Yaratan O olduğu gibi yaşatan da O'dur.
Âyet-i kerime'sinde:
"Hayır! Doğrusu biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık." buyuruyor. (Meâric: 39)
Sen hiçbir şey değilken O seni bir damla kerih sudan yaratmadı mı? Sana hayat vermedi mi? O'nun sana verdiği hayat ile yaşıyorsun. Hayatı çektiği zaman yoksun. Ruhun da gider, vücudun da gider. Ruhunu çektiği zaman toprakta çürüyorsun. Çünkü vücudun zaten bir elbiseden ibaret. Elbiseyi gösteren de O, seni tutan da O, seni yok eden de O. Her an tutuyor. Bir an bıraksa o anda yoksun. İnsan hep O'nunla kâim de bilmiyor.
Fakir;
"Hamd, âlemlerin Rabb'i Allah'a mahsustur." diyorum. (Fâtiha: 1)
O'nun varlığını kendimde hissetiğim, kendimi kaldırdığım zaman O çıkıyor.
Ben bildim, buldum... Ben yokum, hükümsüzüm. Ben zerre bir hakirim. O da O'nun. Ben yokum O var. Kâinat da bilsin böyle olduğunu, kâinat da bulsun O olduğunu.
Benim hamdim O'na mahsus. O yarattı, O donattı. O bildiriyor, O gösteriyor.
O yaratıyor, O yaşatıyor, aynı zamanda O yönetiyor.
"Gökten yere kadar her işi O düzenler." (Secde: 5)
O'nun düzenlemesi, hikmetine göre dilemesidir.
O yaratıyor, O yönetiyor. Meselâ gökten yağdırıyor, yağdıran O'dur. Yerden fışkırtıyor, fışkırtan O'dur. Sonsuz nimetleri ihsan ve ikrâm eden yine O. Hazine-i ilâhî'den durmadan akıyor.
Âyet-i kerime'sinde:
"Hazinesi bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz." buyuruyor. (Hicr: 21)
Zerreden kürreye kadar her yaratık O'na muhtaçtır.
Diğer Âyet-i kerime'lerinde ise şöyle buyuruyor:
"Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır." (Fetih: 4 ve 7)
Gökleri ve yeri tutan, yukarıda ve aşağıda var olan bütün kuvvetler, âlemin bütün orduları O'nundur. Bu ordular sayılamayacak kadar çoktur. Dilediğine dilediği gibi yardım eder, dilediği şekilde işlerini idare eder.
"Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Fetih: 4)
Hiçbir şey O'nun ilminin dışında kalamaz. Her şeyi ezelî ve âlî ilmi ile bilir, hikmeti ile takdir edip yönetir.
"Allah Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Fetih: 7)
Dengi ve benzeri bulunmayacak derecede değerli ve şereflidir, her şeye gücü yeter. Mahlûkatı üzerindeki bütün takdirlerinde ve tedbirlerinde çok ince hikmetler vardır. Hikmetinin güzellikleri varlıklar üzerinde apaçık görülmektedir.
•
Allah-u Teâlâ iradesini yerleştirmek ve kudretini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etmiştir. Yoksa ihtiyacı için değil. O Samed'dir, hiç kimseye muhtaç değildir, herkes O'na muhtaçtır.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnîdir." (Âl-i imrân: 97 - Ankebût: 6)
Kim iman ederse kendi lehine, kim de inkâr ederse yine kendi aleyhinedir. Ne itaat edenlerin itaati O'na fayda verir, ne de âsilerin isyanı zarar verir.
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır." (Nisâ: 126)
Yalnız gökler ve yerdekiler değil, onların ötesinde, gerek âfâkta gerek enfüste hiçbir varlık yoktur ki, başlangıcından ve sonundan, görünen ve görünmeyeninden, Allah-u Teâlâ'nın kudreti ve azameti ile, ilâhî hükmü ile kuşatılmış olmasın. Şu halde zâhirde ve bâtında, yükseklik ve alçaklıkta, maddelerde ve mânâlarda, dünyada ve âhirette ilâhî kuşatmanın dışında bir şey tasavvur etmek mümkün değildir.
Uludağ bir karıncaya göre çok büyüktür. Fakat güneşin büyüklüğü karşısında karınca gibi küçük kalır. Güneş de Arş-ı Rahman'ın yanında karınca gibidir.
Allah öyle bir Allah'tır ki, O'nun varlığı ve azamet-i ilâhîsi karşısında bütün kâinat bir karınca mesabesindedir. Her şeyi O kuşatmıştır.
"Allah her şeyi çepeçevre kuşatandır." (Nisâ: 126)
Zerreden kürreye kadar her şey her şeyi kuşatmıştır. Kimini zar ile kuşatmış, kimini deri ile, kimini kabuk ile... Yani Allah-u Teâlâ her zerreyi bir şey ile çevirmiştir. Yerler de böyledir, gökler de böyledir. Arş-ı Rahman ile de her şeyi kuşattırmıştır. O ise her şeyi kuşatmıştır.
"Doğu da batı da Allah'ındır. Yüzünüzü hangi cihete çevirirseniz çevirin, vech-i ilâhî oradadır. Şüphesiz ki Allah Vâsi'dir, O her şeyi bilendir." (Bakara: 115)
Mülk O'nun, bütün tasarruf hakkı ve hüküm O'nundur.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"İşte Rabb'iniz Allah budur. O'ndan başka ilâh yoktur. O her şeyi yaratır." (En'âm: 102)
Bundan önce her şeyi yaratmış olan O olduğu gibi, gelecekte de her şeyin yaratıcısı O'dur.
O'nun "Ol!.." emri ile her şey hayat bulur. "Öl!.." demesiyle de ölür.
"Bak! Onlar iyice anlasınlar diye âyetleri nasıl açıklıyoruz." (En'âm: 65)
Nitekim aklını kullanan kimseler, O'nun âyetlerinden pek çok istifade etmekte ve kendilerine yön vermektedirler.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur." (Muhammed: 19)
Tapılacak, ibadet yapılacak, kulluk edilecek, mabud tanınacak başka hiçbir mabud yoktur, yalnız ilâhlık kendisinin hakkı olan Allah vardır.
Allah-u Teâlâ her cihetten tektir, vâhid sıfatı ile muttasıftır. İlâhlıkta tektir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır." (Bakara: 163)
Fakat insanların kendi uydurdukları bâtıl ilâh çoktur. Bunun içindir ki bir mümin "Lâ ilâhe illâllah" dediği zaman; onların hak olmadıklarını, ancak hak mâbud olarak Allah'ın var olduğunu ispat ve tasdik etmiş oluyor.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden uzaktır." (Tûr: 43)
Allah-u Teâlâ müşriklerin söylediklerinden, iftiralarından ve şirk koşmalarından kerim zâtını tenzih etmektedir.
Allah-u Teâlâ'nın birliğini "İhlâs" sûre-i şerif'i en güzel ve en kâmil bir mânâda beyan etmektedir. "Bir tek" mânâsına gelen "Ehad" lâfzı, zât-ı ilâhîye ait has bir sıfat olup, başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ zâtında birdir ve tektir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah ile beraber başka bir ilâh edinip yalvarma! O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur, O'nun zatından başka her şey helâk olucudur. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz." (Kasas: 88)
Kimin haddinedir ki bu hükme boyun eğmesin!
Sıfatlarında da birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkta, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzeri değil nişaneleri vardır. O nişanelerden Allah-u Teâlâ'nın ilâhî sıfatları sezilir ve iman edilir. Fiillerinde birdir, yaratmakta, yarattıklarını idare etmekte yardımcıya ihtiyacı yoktur. İsimlerinde birdir, Esmâ-i hüsnâ'sında hiçbir isimde hakikî mânâsıyla benzeri yoktur.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah o Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, en güzel isimler O'nundur." (Tâhâ: 8)
Allah-u Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Zâtının evveli ve âhiri, dengi ve benzeri olmadığı gibi, sıfatlarının da öncesi ve sonrası yoktur.
Âyet-i kerime'de:
"En yüce vasıflar Allah'ındır." buyuruluyor. (Nahl: 60)
İradesini yerleştirmek ve kudretini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etti, yoksa ihtiyacı için değil. O Samed'dir, hiç kimseye muhtaç değildir, herkes O'na muhtaçtır.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah öyle bir Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Teğabün: 13)
Allah-u Teâlâ şerefi en üstün olan Şerif'tir, azameti en yüce olan Azîm'dir, hilmi en mükemmel olan Halîm'dir, ilmi en mükemmel olan Âlim'dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O'ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz.
Zaman kendisini hudutlandıramadığı gibi, mekân da kendisini ihata edemez. O'nun mekânı yoktur, bütün mekânlar O'nda mekândır. Her yerde hazır, kullarının her hâline nazırdır.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sizin ilâhınız kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır." (Tâhâ: 98)
Zaman ve mekânı yaratmadan önce O var idi. Onları yaratmadan önce nasıl idiyse, yarattıktan sonra da aynıdır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O evveldir, O âhirdir, O zâhirdir, O bâtındır." (Hadîd: 3)
Cemâl ve Kemâl sıfatlarında daim, noksan ve zeval vasıflarından münezzehtir.
Her kemâl kendisinden geldiği için, kemâlini artırmaya ihtiyacı yoktur. En güzel isimler O'nundur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! De ki: İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, hangisi ile çağırırsanız çağırın, en güzel isimler O'nundur." (İsrâ: 110)
O'nun bütün isimleri güzeldir, bütün güzel isimler yalnız O'na âittir.
İşlerinde hikmet, hükümlerinde adalet sahibidir. Her emrini yürütür, hükmünde galiptir. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Varlığına şâhit yine kendi varlığıdır. Her varlık O'nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa, O'nunla var olmuştur. Bütün varlıklar O'nunla kâimdir.
Kuvvet ve kudret O'nundur. Ululuk ve azamet O'nundur. Kahr ve galebe O'nundur. Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. O'nun her şeye gücü yeter.
Âyet-i kerime'sinde:
"Resul'üm! Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben onlara yakınım." buyuruyor. (Bakara: 186)
O bize bizden yakın, fakat mahlûk olduğumuz için bizim O'nun "Ehadiyet" hâline dair hiçbir bilgimiz yoktur. Kendisini ancak kendisi bilir.
•
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Şüphesiz ki ben Allah'ım, benden başka ilâh yoktur, öyle ise bana kulluk et!" (Tâhâ: 14)
Müslümanın ilk görevi, O'nun kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, tek ve ortaksız Allah olduğunu bilmesidir.
"Allah o Allah'tır ki, kendinden başka hiçbir ilâh yoktur. Ezelî ve ebedî hayat ile bâkidir. Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O'nunla kâimdir." (Bakara: 255)
Uluhiyet ve ubudiyet yalnız O'na mahsustur. Her cihetten tektir. Varlığına şahid yine kendi varlığıdır. Her varlık O'nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa O'nunla var olmuştur.
O zâtı ile hayattadır, yarattıkları ise O'nun hayat vermesi ile O'nun kudreti ile yaşamaktadırlar. Her şeye belirli bir zamana kadar ayakta durmak için sebepler ihsan buyurmuştur.
Her şey Hakk ile kâimdir.
"O'ndan başka ilâh yoktur. O diriltir, O öldürür. Sizin de Rabb'iniz, önceki atalarınızın da Rabb'idir." (Duhan: 8)
Dilediğini hayata erdirir dilediğini hayattan mahrum bırakır. Bu ise vahdâniyetinin en büyük delilidir.
"O ezelî ve ebedî hayat ile bâkidir, O'ndan başka ilâh yoktur. O halde dinde ihlâs ve samimiyet erbabı olarak O'na duâ edin. Hamd âlemlerin Rabb'ine mahsustur." (Mümin: 65)
Kulluk edilmeye lâyık olan sadece O'dur ve sadece O'na kulluk edilmesi gerekir. Kulların en mühim vazifesi Hâlik-ı Azîmüşan'a hamd ve senâda bulunmaktır.
"İşte Rabb'iniz Allah budur. O her şeyin yaratıcısıdır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde nasıl olup da döndürülüyorsunuz?" (Mümin: 62)
Rubûbiyet, ulûhiyet ve mâbudiyet ancak O'na mahsustur. O'na ibadet ve taati terk ederek başkalarına tapınmaya, itaat göstermeye nasıl cür'et ediyorsunuz?
"Allah öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Geleceğinde asla şüphe olmayan kıyamet gününde sizi mutlaka bir araya toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (Nisâ: 87)
Vaadlerinde ve azap tehditlerinde O'ndan daha doğru sözlü hiç kimse yoktur.
O halde bütün ilâhî beyanları tasdik etmek, bütün akıl sahiplerine teveccüh eden bir vazifedir.
"O doğunun da batının da Rabb'idir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O'nu vekil tut, O'nun himayesine sığın." (Müzzemmil: 9)
Her hususta O'nun irade ve gücü geçerlidir. Oysa O'nun hükmüne uymayan her fikir ve düşünce bâtıldır, geçersizdir.
"İşte Rabb'iniz Allah budur. Hükümranlık O'nundur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?" (Zümer: 6)
Akıllarınız nerededir?
Nasıl oluyor da O'na kulluk yapmayı bırakıyor, başkasına ibadete yöneliyorsunuz?
"Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, çok şerefli olan Arş'ın Rabb'idir." (Müminûn: 116)
Yaratmak, yok etmek, hayat vermek ve öldürmek suretiyle mülkünde tasarruf sahibidir. O'nun ne mukaddes zâtında ve ne de ulvî sıfatlarında ortağı ve benzeri bulunamaz.
"O öyle Allah'tır ki, kendisinden başka bir ilâh yoktur. Önünde de sonunda da hamd O'nundur. Hüküm de O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz?" (Kasas: 70)
Kıyamet gününde bütün mahlûkat sadece O'na dönecek; iman edenler o âlemde ilâhî lütuflara nâil olacaklar, iman etmeyenler ise lâyık oldukları cezâlara kavuşacaklardır.
"O öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Görülmeyeni de bilir, görüleni de bilir. O Rahman'dır, Rahim'dir." (Haşr: 22)
Kâinatın bilgisi O'ndadır. Ne yeryüzünde ne gökyüzünde, ne büyük ne küçük hiçbir şey O'nun için gizli ve saklı değildir.
Dünya ve ahiretin Rahman ve Rahîm'i O'dur, bu iki isim ancak O'na lâyıktır.
"İşte Rabb'iniz Allah budur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O her şeyi yaratır. Öyleyse O'na ibadet edin. O her şeye vekildir." (En'âm: 102)
Başkasının mabud olmaya, ibadet ve kulluk edilmeye hakkı yoktur, bu hak ancak O'nundur.
Her hususta ve her şeye karşı O'na tevekkül olunur. O her şey üzerine ve her şeye karşı vekildir.
"De ki: O benim Rabb'imdir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O'na tevekkül ettim, dönüş de yalnız O'nadır." (Ra'd: 30)
Çünkü böylesine O'ndan başkası lâyık değildir.
•
O Allah ki, ortağı ve benzeri olmayan bir Allah'tır. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez ve benzetilemez. Zerreden kürreye kadar ne varsa O'nun varlığı ile var olmuştur.
O'nun zâtı yarattığı varlıklara benzemediği gibi, sıfatları da mahlûkatın vasıflarına benzemez. Her cihetten tektir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Rabb'in dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir." (Kasas: 68)
Tercih ve irade sadece O'nundur. Yarattıklarından hiçbirinin O'na karşı tercih hakkı yoktur. O'nun verdiği hükme hiç kimse itiraz edemez.
"Göklerin ve yerin Rabb'i, arşın da Rabb'i olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir." (Zuhruf: 82)
Bütün bu mükevvenâtın yaratıcısı O'dur. O tektir, birdir, O'nun benzeri ve dengi yoktur.
"Âlemlerin Rabb'i olan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Neml: 8)
Allah-u Teâlâ kendi zâtını, kendisine lâyık olmayan teşbih ve benzeri şeylerden tenzih etmektedir.
"Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Yâsin: 83)
Her şeye sahip olmak Allah-u Teâlâ'ya mahsustur. İnsanların bir şeye sahip olmaları hakiki değil, geçicidir.
Göklerin ve yerin anahtarları O'nun yed-i kudretindedir. Yaratmak da emretmek de yalnız O'na mahsustur.
"Senin çok üstün çok güçlü olan Rabb'in, onların isnâd etmekte oldukları vasıflardan münezzehtir." (Sâffât: 180)
Kuvvet ve kudretine karşı gelinmesine ihtimal bulunmayan Zât-ı kibriyâ, o müşriklerin kâfirlerin isnad ettikleri eksik sıfatlardan münezzehtir, pek çok yücedir.
Kur'an-ı kerim'de göklerin ve yerin yaratılması ile ilgili olarak pek çok Âyet-i kerime mevcuttur.
Göklerin ve yerin yaratılmasının mânâsı, bu muazzam kâinatın ve mahlûkatın yoktan var edilişi demektir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktardır:
"O'nun âyetlerinden (delillerinden) birisi de gökleri ve yeri yaratmasıdır." (Rûm: 22)
Allah-u Teâlâ'nın yaratışında öyle yüksek bir sanat vardır ki, her noktası O'nun emsalsiz irade ve gücünü göstermektedir.
"Gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu döşeyene andolsun ki!" (Şems: 5-6)
Göğün bina edilmesi, düzenlenip dengede tutulması, yeryüzünün insanlar için döşenip hazırlanması, hem bir planın hem de bir planlayıcının varlığını ve azametini göstermektedir.
İçindekilerle birlikte bütün kâinatı "Ol!" emr-i şerif'i ile yaratan, kudret, azamet ve ululuk sahibi Hazret-i Allah'tır.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Gökleri ve yeri hak ile yaratan O'dur." (En'âm: 73)
Yaratan şüphesiz ki yönetme yetkisine de sahiptir. Gökleri, yeri ve onlardakileri yaşatan ve yöneten O'dur.
"'Ol!' dediği gün her şey oluverir." (En'âm: 73)
Allah-u Teâlâ'nın iradesinin sonsuz olduğunu gösteren bu ilâhî beyan, bir şeyi yokluk âleminden varlık âlemine çıkarmayı ve bunun süratini gösteren bir temsildir. Yoksa burada kendisine emir verilen bir şey yoktur. Her şey O dilediği an meydana geliverir.
"O'nun sözü haktır." (En'âm: 73)
Göklerin ve yerin yaratılmış oldukları kesindir ve yaratıcılarının da Allah-u Teâlâ olduğu muhakkaktır. Aynı zamanda bunların Hakk'a delâletleri, Hakk'ın eseri oldukları da gerçektir.
Allah-u Teâlâ ne ki yaratmışsa, yarattığı şeylerde büyük hikmetler ve yüksek gayeler vardır.
Bu muazzam ve muhteşem nizamın binlerce seneden beri hiç şaşmadan devam edegelmesi, ancak ezelî ve ebedî olan Allah-u Teâlâ'nın hikmeti mucibince mümkün olmaktadır.
"Yükseltilmiş tavana andolsun ki!" (Tûr: 5)
Yıldızlar âlemi dünyaya göre bir tavan görünümündedir.
"İçinde yollar bulunan göğe andolsun ki!" (Zâriyât: 7)
Allah-u Teâlâ halkaları iç içe girmiş ve ustaca örülmüş bir zırh gibi muhkem yapılı, hareli yolları bulunan göğe yemin etmektedir.
Bütün kâinat O'nun sağlam temelleri üzerine kurulmuştur. O bütün kâinata hâkimdir. Yaratıcı olduğu için, kâinat üzerinde hakimiyetini sürdürür. Gerçek yönetici O'dur.
"Göklerin ve yerin gaybı Allah'a âittir." (Nahl: 77)
İnsanlar ise kendi beşeri bilgilerinin sınırı nereye varırsa varsın, o gayb noktasından öteye geçemezler.
"Şüphesiz ki Allah göklerin ve yerin gaybını bilir." (Hucurât: 18)
O'nun ilmi bütün mevcudâtı ihata etmektedir.
"Rabb'in göklerde ve yerde olanları en iyi bilendir." (İsrâ: 55)
O'nun bir ism-i şerif'i de "Vâli" dir. Mülkünü ve mülkünde olup biten her şeyi tek başına tedbir ve idare eder. O öyle bir Vâli-i âzam'dır ki; yarattığı bütün mahlûkatın işlerine mütevelli olup, her şeyi ezelî takdir plânına göre yürütmektedir.
Her şey O istediği anda meydana gelir.
"Bir şeyin yaratılmasını hükme bağladığında ona sadece 'Ol!' der, o da hemen oluverir." (Bakara: 117)
Buyruğu bir an bile geciktirilmez. O böyle bir yaratıcıdır.
Her neyin yaratılmasını veya yok edilmesini dilerse, derhal dilediği şekilde zuhur eder. Bir anda bir değil, sayılamayacak ve hesap edilemeyecek şeyler yaratıp yok edebilir.
Bütün bu âlemler kendiliğinden değil, O'nun yaratması ve varlık âlemine çıkarması ile meydana gelir. O'nun terbiyesi ile olgunlaşır ve yine O'nun dilemesi ile yok olurlar. Hiçbir şey O'nun mülkünden dışarı çıkamaz.
"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." (Tevbe: 116)
Kullar da O'nun mülkünün ve taatinin ehlidirler, hâkimiyeti altında bulunmaktadırlar. Emir ve yasaklarını dinleyip bunlara boyun eğmeleri gerekir.
"Diriltir ve öldürür." (Tevbe: 116)
Dünyada dirileri öldürür, ahirette ise haşrı ve neşri gerçekleştirmek için ölülere hayat verir. Yaptıklarına hiç kimsenin itiraz etmeye salâhiyeti yoktur.
"Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı yoktur." (Tevbe: 116)
Velâyet hakkı ancak O'nun, inayet ve yardım yalnızca O'ndandır. İşte bundan dolayıdır ki O'na teslim olmalı, özünü O'na vermeli, gözünü O'nun hoşnutluğuna dikmeli, mâsivâya iltifat etmemelidir.
Allah-u Teâlâ'nın bir ism-i şerif'i de "Velî" dir. "Salih kullarına dost olan" demektir. Sevdiği ve seçtiği kullarının yakın dostudur, onları hususi himayesine alır. Onlara yardımda bulunup başarıya erdirir, hayırlı işlere muvaffak kılar. Karanlıklardan kurtarıp nûrlara çıkarır, gönüllerini nûrlandırır. Onları gören Allah'ı hatırlar.
Onlar da Allah'tan başka dost tanımazlar. O'ndan başka hiç kimseden korkuları veya bekledikleri olmadığı için; herkes korktuğu zaman onlar korkmazlar, herkes tasalandığı zaman onlar tasalanmazlar.
Dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık varlık Allah'tır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Yaptıklarından ötürü Allah onların dostudur." (En'âm: 127)
Onları sever, hıfz-u himaye eder, yardımcıları olur.
•
Allah-u Teâlâ kudretinin eserlerine ve azametinin alâmetlerine dikkatleri çekmek için Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?" (Nâziât: 27)
İnsan dünyada bir zerrecik mesabesinde olduğu gibi, dünyada da âlemlerin içinde bir zerre mesabesindedir.
Büyüklüğüne rağmen bu göğü yükselten Zât-ı kibriyâ'ya insanları yaratmak ve öldükten sonra diriltmek son derece kolay bir şeydir.
"Onu Allah bina etti." (Nâziât: 27)
Gökleri sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir şekilde yüksek olarak yaratmıştır. Bu öyle bir yapıdır ki, gökteki cisimlerin her biri yörüngelerinden ayrılmadan dönerler, hepsi de birbirleriyle ahenkli bir durumdadırlar.
"Onun boyunu O yükseltti, sonra onu bir düzene koydu." (Nâziât: 28)
Dengesini koyup denkleştirdi, düzene koyup düzeltti, onu karanlık gecelerde yıldızlarla müzeyyen kıldı.
Yarattığı her şeyin kendisine has bir güzelliği vardır. Her şey kendi yaratılış tarzı ile mütenâsiptir.
Bütün bu düzenlemelere bakılınca görülür ki, hepsi de O'nun emrine uyarak ayakta durmaktadırlar. Yaratan, yaşatan ve yöneten O'dur. O "Mâlik'ül-Mülk" tür, mülkün yegâne sahibidir.
"Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlık yaptı." (Nâziât: 29)
Güneş battıktan sonra gece gelir ve güneşin doğması ile de gün başlar.
Daha sonra Allah-u Teâlâ yeryüzünün düzenlenmesinden söz ederek şöyle buyurdu:
"Bundan sonra da yeryüzünü döşedi." (Nâziât: 30)
Üzerinde yaşama ve yerleşme imkânı olacak şekilde yayıp serdi. Yeterince gıda maddeleri yetiştirecek özellikte donattı.
"Ondan suyunu ve otlağını çıkardı." (Nâziât: 31)
Kaynaklarını fışkırttı, nehirlerini akıttı ve her sahasında insanların ve hayvanların yaşamalarını sağlayacak olan bitki ve yeşillikler bitirdi.
Su da yaratılmıştır. Çünkü su insanlar, hayvanlar ve bitkiler için zaruri bir ihtiyaçtır.
"Dağları dikti." (Nâziât: 32)
Ki yeryüzü istikrar bulsun, üzerindekileri sabit tutup sarsmasın.
Dağlar aynı zamanda dünyamıza ayrı bir görünüm vermektedir.
"Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için." (Nâziât: 33)
Dünya, güneş sistemi içindeki durumu itibariyle benzeri olmayan bir gezegendir ve hayat şartları bir çok bakımından üzerinde toplanmış bulunmaktadır.
Hiçbir şey gayesiz maksatsız yaratılmamış, Allah-u Teâlâ'nın kemâlât ve hikmeti her yerde müşahede edilmektedir.
Bir ism-i şerif'i "Mukît" tir. Ruha ve bedene kuvvet veren maddi ve mânevî besleyici gıdaları yaratan, mahlukâtını geçindiren ve barındıran O'dur. İnsanlar için geçim sebepleri yaratmış, maîşetlerini temin etmek için kullarını meşru bir sebebe başvurmakla mükellef tutmuştur.
•
Allah-u Teâlâ göklerin ve yerin yaratıcısının Zât-ı Akdes'i olduğunu, kendisinden başka ilâh bulunmadığını bir Âyet-i kerime'sinde ferman buyurmaktadır:
"De ki: Göklerin ve yerin Rabb'i kimdir?" (Ra'd: 16)
Gökleri ve yeri yaratan ve onların işlerini idare eden kimdir? Hayatınızı idame ettiren şeyleri, rızıklarınızı size kim sağlıyor?
Böyle bir soruya verilebilecek tek cevap:
"De ki Allah'tır!" (Ra'd: 16)
Göklerin ve yerin bir Rabbi'nin olduğu ve her şeyin O'nun hükümranlığı altında bulunduğu, O'nun emriyle hareket ettikleri ve musahhar kılındıkları gayet açıktır. O'ndan başka Rabbül-âlemin yoktur.
Hep O, hep O'ndan.
"O, göklerin yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb'idir. O Rahman'dır." (Nebe: 37)
Vasıfları bu olan, hikmeti gereğince her bir varlığa cömertçe iyilik ve ihsanda bulunandır.
"Eğer inanıyorsanız O, göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabb'idir." (Duhan: 7)
İnsanların O'nu bırakarak tapındıkları şeyler aslâ ilâh olamazlar.
"Allah ile beraber başka bir ilâh edinme! Sonra kınanmış ve tardedilmiş olarak kalırsın." (İsrâ: 22)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in tebliğ vazifesini yaptığı ilk yıllarda Mekke-i mükerreme ve çevresindeki müşriklere "Göklerin ve yerin yaratıcısı kimdir?" diye sorulduğunda "Allah!" derlerdi. Buna rağmen Allah-u Teâlâ'dan istenecek şeyleri putlardan, yıldızlardan ve bazı canlı yaratıklardan isterlerdi. Bunun içindir ki onlara hem putperest, hem de müşrik denilmiştir.
Nitekim Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Andolsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, elbette: 'Onları güçlü olan ve her şeyi bilen Allah yarattı.' derler." (Zuhruf: 9)
Bunu itiraf ettikleri halde, cehalet ve beyinsizlikleri yüzünden, O'nunla birlikte başkasına ibadet ettiler.
"De ki: Siz onu bırakıp da kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?" (Ra'd: 16)
Size fayda vermekşöyle dursun, onlar kendi kendilerine de fayda ve zarar veremezler.
Ancak ve ancak, âlemlerin Rabb'i olan Allah izin verir, takdir ederse fayda hasıl olur ve zarar önlenir.
Nasıl ki putlar kendi kendilerine tesir etmek gücünden mahrum ve yoksun iseler, Azamet-i ilâhî karşısında bütün varlıklar aynı durumdadırlar.
"Andolsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ay'ı musahhar kılan kimdir?' diye sorsan, 'Allah'tır!' derler.
O halde nasıl çevrilip döndürülüyorlar?" (Ankebût: 61)
Her şeyin yaratıcısı olduğunu ister istemez kabul ederlerken, ulûhiyete gelince nasıl O'ndan dönüp şirke sapıyorlar?
"Andolsun ki onlara: 'Gökten su indirip de onunla ölümünden sonra yeryüzünü dirilten kimdir?' diye sorsan, şüphesiz ki: 'Allah!' diyecekler.
De ki: 'Hamd Allah'a mahsustur.' Onların çoğu aklını kullanmazlar." (Ankebût: 63)
Zira Allah-u Teâlâ'nın, yaratan ve rızık veren olduğunu söylüyorlar da, başkasına ibadet ediyorlar.
"De ki: Hiç körle gören bir olur mu? Yahut karanlık ile aydınlık bir midir?" (Ra'd: 16)
Burada körden maksat, kalp gözü kör olan kâfirdir. Görenden maksat; Hakk ile hakikati görüp kabul eden, Allah-u Teâlâ'nın ulûhiyetini tasdik eden muvahhid mümindir.
Küfür ve şirk kat kat karanlıktır. Önü de karanlık sonu da karanlıktır. Delili ve isnadı yoktur. Mârifetullah ise nûrdur, aydınlıktır. İnsanlar o nûr ile Allah-u Teâlâ'yı bilirler ve bulurlar.
"Yoksa Allah'a, O'nun gibi yaratan ortaklar buldular da yaratmaları birbirine mi benzettiler?" (Ra'd: 16)
Böyle bir şey imkân dahilinde midir ki, sapıklıklarının mazereti budur denilebilsin?
Durum böyle değildir. Hiçbir şey O'na benzemez. O'nun dengi, veziri, yardımcısı yoktur. O bütün bunlardan münezzehtir.
"De ki: Allah'tır her şeyi yaratan." (Ra'd: 16)
O'ndan başka yaratıcı yoktur, yaratmada hiçbir ortağı da yoktur. Şey denilebilen ne varsa hepsini yaratan O'dur.
"O Vâhid'dir, Kahhar'dır." (Ra'd: 16)
Yaratıcılıkta, ulûhiyette, rubûbiyette eşi ve benzeri olmayan, bütün yaratılmışları hükmü altına alan ve onların mukadderatlarını kudretiyle elinde tutan bir Rabb'dir.
O ki, zâlimlerin zorbaların gurur ve kibirlerini kırar, kahreder.
•
Göklerin ve yerin varlık âleminde bulunması hep Allah-u Teâlâ'nın "Kün!" emri iledir. Çekim ve denge kanunları hep O'nun emrinden ibarettir. Her şeyi O var etti, her şey O'nun varlığı ile kâimdir.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"O'nun âyetlerinden (delillerinden) birisi de, göğün ve yerin O'nun emriyle durmasıdır." (Rûm: 25)
Kur'an-ı kerim'de insandan okuması ve araştırması istenen iki türlü "Âyet" vardır. Bunlar Kur'an-ı kerim'deki Âyet-i kerime'lerle, kâinattaki varlık âyetleridir.
Âyet-i kerime'ler okuyup düşünme ile, diğerleri ise araştırma ile öğrenilip anlaşılırlar. Her iki çeşit âyet de insanı Allah-u Teâlâ'nın varlığına, birliğine, ululuk ve azametine götürürler.
Yaratılan her şeyin, Kur'an-ı kerim âyetleri dışında birer âyet oldukları Kur'an-ı kerim'de beyan buyurulmaktadır:
"Biz göğü de korunmuş bir tavan yaptık." (Enbiyâ: 32)
Gökyüzünün "korunmuş bir tavan" oluşunun en önemli örneklerinden biri, dünyayı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası manyetik bir kuşaktan meydana gelir. Bu kuşak dünyanın çekirdeğinin sahip olduğu özellikler sebebiyle ortaya çıkar. Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementler ihtiva eder. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan meydana gelmiş olmasıdır.
Dünyayı saran "Ozon tabakası" da güneşten gelen ve canlılar için zararlı olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneşten gelen ultraviyole ışınları, yeryüzündeki bütün canlıları öldürecek kadar fazla enerji yüklüdürler. Bu sebeple, dünyada yaşamanın var olabilmesi için, gökyüzünün "Korunmuş tavan" ına bir ozon tabakası eklenmiştir.
Eğer dünya çekirdeğinin manyetik alan meydana getirecek bir özelliği olmasaydı, atmosfer zararlı ışınları süzecek yapı ve yoğunlukta olmasaydı, şüphesiz ki dünya üzerinde hayat olmazdı. Yaratıcı'dan başka hiç kimsenin bunları düzenlemesi mümkün değildir.
"Onlar ise hâlâ gökyüzünün âyetlerinden yüz çevirmektedirler." (Enbiyâ: 32)
Güneş, ay, yıldızlar ve onların bir hesap içinde hareket etmeleri, dönüşleri, gökyüzünün korunması hep "Âyet" olarak takdim edilmişlerdir.
Bu gibi "Âyet" ler ele alınıp incelenmeden, Allah-u Teâlâ gereği gibi bilinemeyeceğinden, Kur'an-ı kerim'de insanlar onları araştırmaya dâvet edilmiştir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de:
"Şüphesiz ki göklerde ve yerde müminler için bir çok âyetler vardır." (Câsiye: 3)
İmanı olanlar gökleri ve yeri, onlardaki en ince yaratılış sırlarını tefekkür ederek, işaret ettikleri ilâhî hikmetleri anlayarak, ona göre güzel güzel ameller yapmaya gayret ederler, imanlarına iman katarlar.
"Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphesiz ki bunda müminler için bir âyet vardır." (Ankebût: 44)
Mümin olmayanlar ise Allah-u Teâlâ'nın âyetlerini göremeyecek derecede kördürler. Bu apaçık âyetlerin farkına varamazlar. Dolayısıyle bu âyet ve işaretler onlar için bir mânâ ifade etmez. Ne ders alırlar ne de düşünürler, hidayet ve rahmetten faydalanmazlar.
Bunu da yine Kur'an-ı kerim'den öğreniyoruz:
"De ki: Göklerde ve yerde neler var, baksanıza! Fakat inanmayan bir topluluğa âyetler ve uyarılar fayda sağlamaz." (Yunus: 101)
Onlar yine küfürlerinde ve isyanlarında devam eder dururlar.
•
Bu muhteşem kâinat Allah-u Teâlâ'nın izniyle ayakta durmaktadır. Gökleri ve yeri tutup zevalden koruyan, ortaksız olarak takdir ve tedbir eyleyen O'dur.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Görmez misiniz, Allah yedi göğü birbirleriyle ahenkdar olarak nasıl yaratmıştır?" (Nuh: 15)
Öyle bir yaratış ki, hiçbirinde bir düzensizlik bulunmaz. Ne hârikulâde bir sanat!
"Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor." (Fâtır: 41)
Onların belirli vakitlerden önce yok olmalarını istemediği için muhafaza buyuruyor da henüz yıkılmıyorlar.
"Andolsun ki eğer nizamları bir bozulacak olursa, onları kendinden başka kim tutabilir?" (Fâtır: 41)
Göklerin ve yerin, oldukları şekilde devamlarını sağlamaya O'ndan başka kimsenin gücü yetmez.
"Gerçekten O Halim'dir, çok bağışlayıcıdır." (Fâtır: 41)
O, bunca güç ve kudretine rağmen yine de halimdir. Cezayı hak ettikleri halde inançsızları ve âsileri cezalandırmakta acele etmez, onlara mühlet verir. İsyanları sebebiyle bu âleme son vermez. Tevbe edip yola gelmeleri için fırsat verir.
Onlarda hidayete yönelme isteği olduğunu görürse, günahlarını bağışlar.
"Allah O'dur ki, gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükseltti." (Ra'd: 2)
Yükseltmek için direk dikmeye muhtaç olmadan sırf kudretiyle kaldırdı ve orada tuttu, düşmesini önledi.
"Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmemesi için O tutar." (Hacc: 65)
Mevcut düzen ilâhi kudretin tezahürüyle kurulduğu gibi, yine o ilâhî kudretin tecellîsi ile bozulacaktır. İzni olduğu gün göğün düşmeden durması imkânsızlaşır.
Bu ise kıyamet koptuğunda olacaktır.
"Doğrusu Allah insanlara çok şefkatli çok merhametlidir." (Hacc: 65)
Onlar için nice nice menfaat kapıları açmış, kendilerine istifade kabiliyeti vermiştir. Ta ki bu nimetlerine karşılık insanlar O'na şükretsinler.
"Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allah'a mahsustur." (Fâtır: 1)
Yerden göklere kadar var olan her şeyin arasında bir ahengin bulunması ve bütün bu varlıkların binlerce yıldan beri aynı mükemmel ahenk içinde var olmaya devam edip durmaları bir tesadüf eseri olamaz. Bütün bunlar bir düzenleyicinin iradesi ile gerçekleşmektedir.
"Hamd, göklerin Rabb'i, yerin Rabb'i ve âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur." (Câsiye: 36)
Çünkü kâinatın ve bütün mahlûkatın yaratıcısı ve sahibi O'dur.
•
Allah-u Teâlâ dış âlemdeki iman delillerini gözler önüne sererek şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık." (Müminûn: 17)
Gök kubbede üst üste, ardarda gelen katları ne kadar muazzam bir surette vücuda getirmiştir.
Allah-u Teâlâ hususi bir şekilde göklerin yaratılışına, umumi bir şekilde de bütün yaratıklara dikkatleri çevirerek Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"O ki, yedi göğü bir biri üzerinde kat kat yarattı." (Mülk: 3)
Her gök, diğerinin kubbesi gibidir.
"Rahman'ın yaratmasında hiçbir uyumsuzluk göremezsin." (Mülk: 3)
Allah-u Teâlâ bütün bu gökleri hikmetinin eseri olarak, hepsinin de üstünde Zât-ı akdes'inin Ehadiyet'ini ve Samediyet'ini tanıtmak üzere yaratmıştır.
Âyet-i kerime'de Rahman ism-i şerif'inin zikredilmesi ile göklerin yaratılışı tâzim edilmekte, onların düzensiz ve ahenksizlikten, eksiklik ve bozukluktan, kopukluktan uzak oluşlarının sebebi açıklanmaktadır. Bu sebep ise, onların Rahman olan Allah tarafından yaratılmış olmalarıdır.
"Gözünü çevir de bir bak! Bir bozukluk görüyor musun?" (Mülk: 3)
Yarattığı her şey gayet düzenli, ahenk ve uyum içindedir. Ne kadar bakılırsa bakılsın, yine de bir eksiklik ve kusur bulunamaz.
"Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak! Göz (aradığı bozukluğu bulamayıp) bitkin ve yorgun olarak sana döner." (Mülk: 4)
Maksat sadece iki defa bakmakla yetinmek değildir. "Defalarca bak ve bütün inceliklere dikkat et!" demektir. İnsan bir şeye bir kere baktığında, tekrar bakmadıkça kusurunu göremez. Bakışlar ne kadar genişletilirse genişletilsin, gözünü ne kadar çevirirse çevirsin, gözü eksiklik görmekten ümitsiz ve bitkin olarak geri döner. Hiçbir eksiklik görememenin yorgunluğundan bitip tükenir. Varılacak sonuç da budur.
Bu Âyet-i kerime aynı zamanda diğer mânâlara işaret etmekten uzak değildir.
Şöyle ki;
Ufuklarda dolaşan bakışın, yaratılış nizamında bir çatlak bulmaktan körleşmiş olarak nefse dönüşünde marifet sırrının nefiste tecellî edeceğine dair bir tenbih vardır. En derin bakışlarda bile O'nun Vahdâniyet'ini bozacak bir kusur bulmak ihtimali olmadığı ve bu hakikati kâinattan nefislerine geçerek içlerinde bulabilecekleri işaret edilmektedir.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Nefsini bilen Rabb'ini bilir." buyurmuşlardır. (K. Hafâ)
Allah-u Teâlâ'nın mülkünün genişlik ve büyüklüğü, yaratılışlarındaki düzen ve intizam, akılları hayrette bırakacak mükemmelliktedir.
"Onlar üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, donatmışız bir bakmazlar mı?" (Kâf: 6)
Burada gökyüzünün gözlerimize olan tecellîsine dikkat çekilmiştir. Onu yapan Yaratıcı'nın ilim ve kudretindeki yücelik ve azamet gözlerde ve gönüllerde derhal kendini gösterir.
"Onda hiçbir çatlak da yok!" (Kâf: 6)
Herhangi bir çatlaklık ve dengesizlik bulunmadığı gibi, her türlü kusurlardan da uzaktır. En üstün bir incelikle ve akıllara durgunluk veren bir kudretle yükseltilmiştir.
"Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik." (Nebe: 12)
İnsanların yaptıkları binalar gibi zamanla yıpranmazlar. Binlerce asırlardan beri bozulmaktan korunmuşlardır. Sayısız yıldızlar dolaşıyor, herbiri kendi yolunu takip ediyor, buna rağmen birbirleriyle çarpışmıyorlar.
"Gökleri ve yeri hak olarak yarattı." (Teğabün: 3)
Tabii güzellikleri seyretmek hususunda bıkma bilmeyen gözler, kâinattaki akıllar durdurucu incelik ve güzellik karşısında hayran kalır.
Bu ise bütün bu kâinatın yaratıcısının, yaşatıcısının, yöneticisinin, sahibinin, hâkiminin bir tek Allah olduğunu bize ispat etmektedir.
Şuurun kavradığı her zerre ve her cisim hak bir delildir. Allah-u Teâlâ'nın ululuğunu ve azametini kavrayan şuur ise daha büyük bir Allah vergisidir.
Yeryüzü de aynı gökyüzü gibidir. Göz alıcı mükemmelliklerle ve güzelliklerle doludur, açık bir kitap sayfası gibi gözler önünde durmaktadır.
"Yeryüzünü de döşedik ve oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her güzel türden çift çift bitirdik." (Kâf: 7)
Her türlü ekin, meyve, bitki ve çeşitleri yaratılmış; her birinin manzarası seyredenlere sevinç ve ferahlık vermekte, kudret-i ilâhî'nin azametini göstermektedir.
•
Mülk Hazret-i Allah'ındır. Mülkünün hem sahibi, hem hükümdarıdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır." (Âl-i imrân: 129 - Nisâ: 132)
Göklerin ve yerin bir yönetici sahibe muhtaç olduğunu hissetmek, Allah-u Teâlâ'nın varlığını duymak demektir.
"Vekil olarak Allah yeter." (Nisâ: 132)
Şu halde herkes O'na tevekkül ve itimat etmeli, işlerinde muvaffak olmak için O'na müracaat edip teslim olmalıdır.
"Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi O'na boyun eğer." (Rûm: 26)
Göklerde ve yerde bulunan melekler, insanlar, cinler, ne varsa hepsi O'nun mülküdür, yarattığı ve yönettiği varlıklardır.
"Göklerde ve yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar yalnız O'nundur." (Tâhâ: 6)
Her birisinde yegâne mutasarrıf O'dur. Hepsi O'nun idaresi, gücü ve hâkimiyeti altındadır. Dilediğini var eder, dilediğini yok eder.
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur ve din de sadece O'na âittir." (Nahl: 52)
O'nun dininden başka dinler aslında din değildir, birer bâtıldır. Mensuplarını ebedî azaplara kavuşturan çıkmaz yollardan ibarettir.
"Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?" (Nahl: 52)
Menfaat vermek de zarar vermek de O'nun yed-i kudretinde olduğuna göre, O'ndan başkasından nasıl korkarsınız?
"O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur." (İbrahim: 2) (Bakınız. Şûrâ: 4)
Yalnız göktekilerin değil, yeryüzündekilerin de Rabb'idir. Ululuğu ile göktekileri yere indirir, inâyet nuru ile yerdekileri göklere çıkarır.
"O çok yüce, çok büyüktür." (Şûrâ: 4)
O'nun zâtı gibi hiçbir zât, sıfatları gibi hiçbir sıfat, ismi gibi hiçbir isim, fiili gibi hiçbir fiil yoktur.
"İyi bilin ki göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır." (Yunus: 55) (Bakınız. Yunus: 66)
Mülkünü yaratan O'dur, sahibi de O'dur. Dilediği gibi tasarruf eder.
"De ki: Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" (En'âm: 12)
Göklere ve yere ibretle bakanlar için bu sual son derece zorunlu ve açık olduğu gibi, bu suale "Allah'ın!" cevabını vermek de o kadar zorunlu ve açıktır.
"De ki: Allah'ındır." (En'âm: 12)
"Allah'ın!" demek, bunların sebebi, yaratıcısı, sahibi, hakimi demektir. Allah-u Teâlâ hem mekân ve mekânlılara, hem de zaman ve zamanlılara mâliktir, hepsinin sahibidir.
"O, rahmeti kendi üzerine yazmıştır." (En'âm: 12)
Bütün bu varlıkları rahmetiyle yarattı, rahmeti bütün kullarını kuşatmaktadır. Her şey bu rahmet sayesinde ayakta durmaktadır.
•
Âlemdeki bütün küllî tasarruf, var etme, yok etme ve diğer bilinen bilinmeyen tasarrufların hepsi Allah-u Teâlâ'ya âittir.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur." (Zümer: 63)
Her şey O'nun ezelî iradesi altındadır. Dilediği kimselere lütfunun hazinelerini dilediği kadar açar.
"O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabb'idir." (Meryem: 65)
Hepsinin de Hâlik'ı, sahibi ve hâmisidir. O'ndan başka Rabb yoktur, O'ndan başka ilâh yoktur.
"Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O'nundur." (Hadîd: 2)
Bütün hepsi de şerik ve nezirden münezzeh olan Allah-u Teâlâ'nın hâkimiyetinde bulunmaktadırlar.
Bu nihayetsiz mülke ve saltanata bir baksana! Kâinatta her gün, her gece, her saat ve her anda neler yapılıyor, neler yıkılıyor? Ne icatlar ne imhâlar oluyor? Ne kudretler açığa çıkarılıyor, ne hikmetler ortaya konuyor ve uygulanıyor?
Böyle bir saltanatın sahibi olan Allah nelere kâdir olmaz?
"Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır." (Âl-i imrân: 189)
O'nun mülkünde ancak O'nun emirleri ve kudreti hüküm sürer. Takdirine ve tedbirine kimse karşı gelemez. Hükümlerinin tersine hareket etmek isteyenler, elbette cezaya müstehak olurlar.
"Diriltir ve öldürür." (Hadîd: 2)
Hayat da ölüm de Allah-u Teâlâ'nın göklerde ve yeryüzündeki mutlak hakimiyetinin tezahürlerinden başka bir şey değildir.
Dünyada dirileri öldürür, ahirette ise haşrı ve neşri gerçekleştirmek için ölülere hayat verir.
"O her şeye kâdirdir." (Hadîd: 2)
O'nun dilediği olur, dilemediği olmaz. Kudreti sonsuz ve sınırsızdır. Dilediğini yapmakta hiç kimse O'na mâni olamaz.
O her şeye karşı kâdirdir, hiçbir şey O'na kâdir değildir. O'nun kudreti hiçbir şekilde kayıt ve tahdide uymaz. Dilediği şeyi yaratır ve o yarattığı şeyde dilediği kadar kudret ve şeref de yaratır. O'ndan başka her şey, yer ve gökleriyle ve aralarındaki bütün kâinâtıyla âlemin bütün sistemleri âcizdir. Onları her an yaşatmakta ve yok etmekte ve hepsinin üzerinde mülk ve melekûtunu açıklayıp durmaktadır.
"Allah her şeye şâhittir." (Bürûc: 9)
Kullarının yaptıkları işlerinden hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
"Bütün işler ancak Allah'a döndürülür." (Âl-i imrân: 109 - Hadîd: 5)
Çünkü ilk ve son O'dur, mutlak tasarruf sahibi de O'dur. Dönüş, kıyamet gününde O'nadır. Yarattıkları arasında dilediği gibi hüküm verecektir.
"Sonra O'na döndürüleceksiniz." (Zümer: 44)
O, adaletiyle aranızda hükmedecek ve herkes yaptığının karşılığını görecektir.
"Dönüş de ancak O'nadır." (Nûr: 42)
Kıyamet gününde herkes O'na dönecek, huzur-u ilâhî'de toplanacaklardır.
"Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, kötülük edenlere yaptıklarının karşılığını vermesi, güzel davranışta bulunanları da daha güzel ile mükâfatlandırması içindir." (Necm: 31)
En güzel mükâfat olan cennet ile yahut amellerinin daha güzeli olan kat kat sevapla karşılık verecektir.
Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ'nın dünyayı yaratıp bu melekûtu düzenlemesinin sebebi, mükellefler arasında iyilik yapanlara da kötülük yapanlara da yaptıklarının karşılığını vermesidir.
•
Göklerin ve yerin hak üzere yaratılmış olması, eşsiz bir gücün ifadesidir.
"Allah'ın, gökleri ve yeri hak olarak yarattığını görmedin mi?" (İbrahim: 19)
Gökleri ve yeri, kudretine delil getirilsinler diye yaratan O'dur. Hiçbir şey boş ve mânâsız, maksat ve hikmetsiz yaratılmamıştır.
"Dilediğini yaratır." (Mâide: 17 - Şûrâ: 49)
Dilediğini dilediği şekilde yaratır. Dilerse çok yaratır, dilerse nâdir ve benzersiz yaratır.
"Dilediğini mutlaka yapandır." (Bürûc: 16)
Ne dilerse dilediği gibi yapar. İradesi hiç şaşmaz. Yok etmek istediklerini muhakkak yok eder, kurtuluşa erdirmek istediklerini de kesinlikle kurtuluşa erdirir.
"Dilerse sizi götürür, yepyeni bir halk getirir." (İbrahim: 19)
Gökleri ve yeri yaratmaya gücü yeten zât, insanları tamamen ortadan kaldırıp yerlerine bir başka cinsi veya milleti getirmeye daha çok muktedirdir.
"Bu Allah'a göre hiç de güç değildir." (İbrahim: 20)
Olmayacak ve imkânsız bir şey değildir. Çünkü her şeye kâdir olan bir Yaratıcı'ya hiçbir şey zor gelmez.
"O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır." (Şûrâ: 11)
Modelsiz ve numunesiz ilk yaratma kudreti Allah-u Teâlâ'ya mahsustur.
"Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin hükümranlığı kendisine âit olan Allah ne yücedir!" (Zuhruf: 85)
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde, nereye gittiğini, hangi yolu takip edeceğini bilmeyen şaşırmış kimselerle, apaçık nûrlu bir yolda bulunan ve o yolda ilerlemekte olan kimseler için misal getirerek şöyle buyurmaktadır:
"Yüzüstü tökezleyerek yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa dosdoğru yolda düzgün yürüyen mi?" (Mülk: 22)
Bu onların dünyadaki misalleridir. Ahirette de durumları böyle olur.
Bu bakımdan insan bir düşünmelidir: Hangi taraftan olmalı, hangisinin ardından gitmelidir?
"Bunlar Allah'ın âyetleridir. Belki düşünüp ibret alırlar." (A'râf: 26)
•
Allah-u Teâlâ insanların ve cinlerin, isterlerse göklerin ve yerin çevresinden kaçıp kurtulma çareleri arayabileceklerini meydan okuyarak beyan buyurmaktadır:
"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa hemen geçin.
Amma geçemezsiniz, ancak bir sultan (Allah'ın verdiği bir güç) ile çıkabilirsiniz." (Rahman: 33)
Allah-u Teâlâ tarafından bahşedilecek bir kuvvet veya bir emir olmadıkça çıkamazsınız, kaçamazsınız. Zaten öyle bir kuvvetiniz de yoktur.