Habbab bin Eret -radiyallahu anh- ilk müslümanlardandı. Müşrikler her türlü işkenceyi kendisine tattırıyorlardı. Boynunu kırarcasına saçlarından şiddetle çekerler, acı verirlerdi. Kıpkırmızı kor halindeki kömürlerin üzerine yatırılarak göğsünün üzerine bir adam çıkarılırdı. Kömürler sönüp kararıncaya kadar bu işkence sürerdi. Bu yanıklardan hasıl olan yara izleri ömrünün sonuna kadar vücudundan silinmediği gibi, hayatı boyunca zaman zaman tekrar iltihaplanmak gibi durumlar ortaya çıkmış, tedavi ile meşgul olmuştur.
Habbab -radiyallahu anh- şöyle anlatır:
Bir gün Resulullah Aleyhisselâm'ı Kâbe'nin gölgesinde dinlenirken gördük. "Yâ Resulellah! Çektiğimiz şu işkencelerden dolayı Allah'a duâ etmeyecek misin?" dedik.
Bunun üzerine hemen doğrulup oturdu, benzi kızarmıştı. Şu cevabı verdi:
"Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, inancı sebebiyle yere çukur açılır, sonra bir testere getirilip başının ortasına konur, vücudu ikiye bölünürdü de yine dininden dönmezdi.
Öyleleri de vardı ki, dininden dönmesi için vücudu demir taraklarla taranır, bütün derileri ve etleri kemiklerinden ayrılırdı da, bu işkence yine onu dininden döndüremezdi.
Sabredin! Allah'a yemin ederim ki, O bu dini tamamlayacak, hedefine ulaştıracaktır. Öyle ki, San'a'dan Hadramevt'e gitmek isteyen bir kimse Allah'tan başka hiç kimseden korkmaksızın emniyet içerisinde gidecek, koyunu için sadece kurttan korkacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz!"
•
Bu dönemde eziyete katlananlardan birisi de Osman bin Affan -radiyallahu anh- idi. Amcası Hakem bin Âs onu zincire vurup karanlık bir odaya hapsetmiş, dinini terkedip kavminin dinine dönünceye kadar bu cezanın devam edeceğini bildirmişti.
•
Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh- da amcası Nevfel'in hışmına uğramıştı. Zübeyr'e atalarının dinine geri dönünceye kadar çeşitli şekillerde işkence edeceğine dair yemin etmişti. Ellerini arkadan bağlayıp karanlık bir odaya hapsetmiş ve odayı dumana boğmuştu. Boğulmak üzere olan Hazret-i Zübeyr -radiyallahu anh-i bu durumdan ancak annesi Safiye kurtarabildi.
•
Ebu Fükeyhe -radiyallahu anh- Safvan'ın kölesi idi. Ayağına ip bağlarlar, kızgın kumların üzerinde sürüklerlerdi. Göğsüne büyük bir kaya parçası koyarlardı. Aklı başından gider, çoğu zaman herkes onun öldüğünü sanırdı.
•
Allah yolunda işkence edilenlerin, hakarete uğrayanların listesi çok uzun ve çok acıdır. Esasen ilk müslümanlardan, işkenceye uğratılmayan hemen hemen yok gibidir. Sadece kimsesiz müslümanlara değil, varlıklı ve yakınları olanlara dahi sıkıntı vermişlerdir.
Bütün bu işkence ve eziyetler yapılırken Resulullah Aleyhisselâm, nâzil olmakta olan ve müminlerin kalplerini kuvvetlendiren Âyet-i kerime'leri onlara okuyor, onları teselli ediyordu:
"Elif Lâm Mim. İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?" (Ankebût: 1-2)
İmtihan, doğru sözlüyü yalancıdan ayıran yegâne ölçüdür. Sâdıkların doğruluğunu, yalancıların yalanını ortaya çıkarır.
"Andolsun ki biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir.
Elbette Allah doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır." (Ankebût: 3)
Eziyetlere karşı sabretmeye ve iman üzerinde sebat etmeye kendilerini alıştırsınlar diye, Allah-u Teâlâ bunun bir imtihan olduğunu bildirmiştir. Gönülleri daralmış olan müminler böylece rahatlamış oluyorlardı.
Bütün bu tazyiklere rağmen inananlar imanlarında sebat etmişler, birkaç hadise müstesnâ dininden dönen müslüman bulunmamıştır.
"Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır." (Sâff: 8)
Âyet-i kerime'si anbean tecellî ediyordu.
Müslümanlara korku ve dehşet saçmak suretiyle gözdağı vermek isteyen müşriklerin silahları bu sefer geri tepti. Onların bu gaddarlığını, inananların metanet ve bağlılığını, azim ve kararlılığını görenler İslâmiyet'e ilgi duymaya başlıyorlardı. İslâm'ı ve müslümanları kötülemek için açtıkları kampanya; İslâm'ın bütün Arabistan'a ve hatta Arabistan sınırlarının dışına kadar duyulmasına sebep oluyordu. Dolayısıyla Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine-i münevvere'ye hicretine kadar, yakında ve uzakta bir veya birden çok müslümanın bulunmadığı hiçbir kabile kalmadı.