Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtla ilgili bir esrar hazînesi ve apaçık bir kerâmet olarak kaleme aldığı "Ankâ-i Muğrib fî Ma‘rifeti Hatmü’l-Evliyâ’" adlı kitabında, Hâtemü’l-evliyâ’nın dış görünüşüne ve ismine işâret ederek şöyle buyurmuştu:
"Bil ki, velâyet bayrağının taşıyıcısı ve makâmın ve gâyenin nihâyeti olan Hatm, hiç bilmezken ‘Hatm’ oldu ve cesedlenmiş bir rûhâniyyet ve müteaddit bir ferdâniyyet içinde, dilemeksizin ve tasarruf etmeksizin iş onda vâr oldu. Hatm’in cismî işi gizli ve örtülüdür. Hatm ile ilgili olarak açığa çıkarılabilen ise, (onun) yalnız makâmî olan işidir."
"O sanki Arap’dan değil de Acem’dendir. O, rengi kırmızımsı beyaz olan; uzuna yakın, ondan biraz kısa bir âdemdir. O âdetâ pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. İsmi, ‘Allah’ın kulu’dur. O, Allah’ın her kulunun ismidir. Onun kendisine has olan ismine gelince; yapısı husûsunda net bir belirti sarfedildiği halde, o net bir belirti şeklinde açığa vurulmadı." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma‘rifeti Hatmü’l-evliyâ’"; s. 71+75, bas.: Mısır, 1954)
Hazret, bir nevî kerâmet olan bu muhteşem açıklamalarının hemen ardından;
"Te’vil noktasındaki açıklamayı sona bırakarak, şimdi de sana onun ismini ve nesebini tâyin edeceğim!" buyurmuş ve Hâtemü’l-evliyâ’ olan zâtın ismi nesebi ile ilgili rumuz şeklinde bir metin çizmiştir. ("Anka-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ"; s. 75. Bas.: Mısır, 1954)
•
Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, husûsiyetle Hâtemü’l-evliyâ’ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici husûsiyetlerini tespit etmek için yazdığı "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ" adlı kitabındaki ifâdesine göre;
"Hâtemü’l-evliyâ’, batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, ‘Cüz’î Muhammedî imamlığın Hâtem’i’ olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir." (s. 15)
Mâlûm-u fâzilâneleriniz olduğu üzere, bunun böyle olduğunu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadîs-i şerif’lerinde daha evvel haber vermişti!..
Bundan sonra sahteleri çok çıkacak, onların sahte olduklarını gösteren alâmetler de bunlar olacak.
"Onun ‘Hâtemü’l-evliyâ’lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir." ( s. 48)
Nasıl ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Sıddîk-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretleri’ne "zikrullah"ı tâlim ettiyse ve onun vekâletini yapıyorsa, o talimatın vekâletini o da yürütecek. O’na Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tâlim etti ve o tâlim ile yürüdü; fakat sonra bu tâlim ona intikâl edecek ve bunu o yürütecek!..
Bizim yolumuz tasavvuf üzerinde "irşad"dır. Çünkü Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Allah-u Teâlâ onun şânını ve irşâdını yayacak." buyuruyor. ("Nevâdirü’l-Usûl", c. 1, s. 620)
İşte bu, bu mânâyı taşıyor...
Ve dikkat ederseniz, Amerika’dan tutun; Almanya’ya, İngiltere’ye, Fransa’ya, diğer bir çok ülkelere, tâ Avustralya’ya kadar her tarafa yayılıyor. Bu irşad dünyayı kapladı!.. Bu ise ancak O’nun yayması ile mümkündür.
O’ndan gelen vekâlet devam ederken, şimdi irşâdını dünyaya yaydı!..
"O uzuna yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir." (s. 75)
Şimdi ise; yaşlandıkça boyum küçülüyor, kemikler eriyor. Fakat Rabb’im yine de ihtiyarlatmıyor, bizde renk attırmadı...
"En şerefli Arap soyuna mensuptur; fakat görünüş itibâriyle daha çok Acem’leri hatırlatır." (s. 75)
Arap da değil, Acem’de değil!.. Her ne kadar onlara benziyorsa da, Allah-u Teâlâ’nın yüzdeki verdiği parlaklığın ışıldaması daha ayrı bir iştir. Acem’lerde o parlaklık yoktur, ayrı yaratmış Cenâb-ı Hakk...
"Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır." (s. 16)
Bu Allah-u Teâlâ’nın bir lütfudur, Allah-u Teâlâ hidâyeti dilediğine verir. İhvan olana ne mutlu!.. Ancak nasipli kim ise o olur. Yaşadığı devirde Resulullah Aleyhisselâm’ı herkes gördü amma; kimisi ashâb oldu, kimisi "Abdullah oğlu Muhammed" olarak gördü, orada kaldı!..
"Fesad ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir." (s. 16)
Gelmedi mi?
Öyle bir zaman geldi ki; nice türemeler üredi, Allah’lık dâvâsında bulunan firavunlar yine türedi!.. O’nu böyle bir zamanda gönderdi ve Allah-u Teâlâ’nın indirdiği "Nûr" ile, bu cihadçılarla bu fesâdı ortadan kaldırdı. Fesâdın iyice alevlendiği bir zamanda, bu "Nûr"u indirmesiyle, cihadçıların hareketiyle bu fesad ateşi söndü, putlar kırıldı; din kurucu bölücülerin hepsi yok oldu!.. Sahte İsa’lar, sahte Mehdî’ler, sahte Dâbbetü’l-arz’lar bir bir söndü... Ne üreme kaldı, ne türeme kaldı, ne de putları kaldı; hepsi bitti artık!.. Allah-u Teâlâ fitne ateşini böylece söndürdü, onları O isimle söndürdü!..
Bu fesat ateşi söndükten sonra, bu mücâhidler "Siyah Bayraklılar" vasfını aldı. Bunlar bu meziyetleriyle Ashâb’ın yerini tuttu. Binâenaleyh ümmetin başı ile sonu birleşti. Biz Hakk ile meşgulüz, halk ile meşgul değiliz!
"O’nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr’u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir." (s. 73)
O’nun ilmi "İlmullah"tır; yâni ona ilim ancak Allah-u Teâlâ tarafından gelir. O doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın ilmiyle, hilmiyle ve desteğiyle yürür.
Ebu’d-Derdâ -radiyallahu anh-den, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
"Allah-u Teâlâ İsâ Aleyhisselâm’a hitâben:
‘Yâ İsâ! Ben senden sonra öyle bir ümmet getireceğim ki, onlar sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa Allah’a hamd ve şükrederler. Hoşlanmadıkları bir şeye rastlarlarsa sabrederler ve Allah’tan ecir beklerler. Bunların ilimleri ve hilmleri yoktur!’ buyurdu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Yâ Rabbî! İlimleri ve hilmleri olmadığı halde onlardan bu işler nasıl sâdır olabilir?’ diye sorunca, Cenâb-ı Hakk:
‘Onlara kendi ilmim ve hilmimden ihsân ederim!..’ buyurdu." (Ahmed bin Hanbel)
Onun için çok yüksek olacak. Niçin? O’nda Allah-u Teâlâ’nın ilmi ve hilmi olduğu için. Nasîbinin bu kadar yüce olması ise, Allah-u Teâlâ’nın böyle ayırmış olmasındandır.
"Tıpkı resul ve nebîlerinin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk’ı onun diliyle söyler." (s. 73)
O tasarruf ederse, içinde O olursa; onun ağzına kelâmı Allah koyar, o da söyler! O’nun diliyle konuşur, O’nun lütfu olmadıkça mahlûktan hiçbir şey husule gelmez.
"Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler." (s. 16)
Elhamdülillâh, her şeyi bahşetmiş... Fakat perdeyi de çekmiş, kimse görmez!..
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mesnevî"sinde, "Bayraklılar"ın öncüsü olan bu zâtın her fırsatta Allah yolunu tarif edip, halkı Hakk’a ve istikamete dâvet vazifesini yürütmesini apaçık bir kerâmet olarak zikretmiş; bunca kerâmetini halkın göremeyeceğini de ifşâ ederek şöyle buyurmuştur:
"Bunca kerâmetleri vardır da, yine ululuklarını hiç kimsenin gözü görmez.
Hem uludurlar, kerâmetleri vardır; hem de Allah hareminde gizlenmişlerdir." ("Mesnevî", c. 3, s. 253. trc.: Veled İzbudak)
"Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamanında, ihvânı ile birlikte Hakk’a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder." (s. 22)
Bizim Hakk’la ilgimiz var, halkla ilgimiz yok... Onlar hangi fesâdın içine düşerlerse düşsünler, bizim onlarla ilgimiz yok!..
Herkes asâletinin icâbını yapar, yediği lokmanın icraatını yapar. Bunun için hiç kimsenin işine karışmıyorum, hiç kimseyi de işime karıştırmak istemiyorum; âlemin çürük cevizlerini de yutmak istemiyorum, huzurumu bozmamak için...
Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri; "İhvânı ile Hakk’a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder." buyuruyor.
Çünkü bu noktada "Ashâb" ile "İhvân" birleşti. Sıddîk olan ihvan için bu çok büyük bir müjdedir!
"O, hiç bilmezken ‘Hatemiyyet’ mertebesiyle kemâl bulur." (s. 71)
Rabb’imiz onu öyle tayin etmiş... Bu Hakk’ın tayini iledir, halkın tayini ile değildir!
"Onun Hatemiyyet’i ‘Nûrun alâ Nûr’; yâni ‘Nur üstüne Nur’dur." (s. 15-16)
Sâhib’imiz öyle murad etmiş... Dikkat ederseniz, bizim halkla hiçbir meşguliyetimiz yoktur. Bana Allah gerek!.. Eğer halka uyarsak, her rüzgâra doğru dalga vururuz. Hayır, biz hiçbir rüzgâra tâbî değiliz!..
Şeyhü'l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, husûsiyetle Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici hususiyetlerini tespit etmek için yazdığı "Ankâ’-i Muğrib fî Ma‘rifeti Hatmü'l-evliyâ’" adlı kitabındaki ifâdesine göre;
• Hâtemü'l-evliyâ’, batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, "Cüz’î Muhammedî imamlığın Hâtem’i" olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir. (s. 15)
• O’nun "Hâtemü'l-evliyâ"lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir. (s. 48)
• O uzuna çok yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. (s. 75)
• En şerefli Arap soyuna ve nesline mensuptur; fakat görünüş itibâriyle daha çok Acem’leri anımsatır. (s. 75)
• Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır. (s. 16)
• Fesad ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir. (s. 16, 18, 74)
• O’nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr’u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir. (s. 73)
• Tıpkı resul ve nebîlerin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk’ı onun diliyle söyler. (s. 73)
• Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler. (s. 16)
• Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamânında, ihvânı ile birlikte Hakk’a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder. (s. 22)
• O, hiç bilmezken "Hatemiyyet" mertebesiyle kemâl bulur. (s. 71)
• O’nun Hatemiyyet’i "Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne Nûr"dur. (s. 15-16)