Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ olan zâta ve vasıflarına, "Hatmü'l-evliyâ" kitabından önce yazmış olduğu diğer kitap ve risâlelerinde de değinmişti. Bu beyanlar, "Hatmü'l-evliyâ" kitabı'nda kapalı kalan bazı noktaların, bir nevî şerh ve izahı mâhiyetindedir.
Nitekim o "Nevâdirü'l-Usûl" isimli eserinde; velâyet'in en yüksek derecesini elinde bulunduran bu zâtın bugün ayan beyan müşâhade edilen bazı alâmetlerini aynen zikretmiş ve kendisinden sonra pek çok tartışmalara sebep olan, onun yakınlık cihetinden peygamberlerden öne geçme meselesini şer'î bir delille ispat ederek şöyle buyurmuştur:
"Hepsi Enbiyâ Aleyhimüsselâm'dan olmalarına rağmen, kalpler ve dereceler hususunda peygamberler arasında bir farklılık vardır. Her biri velilerden oldukları halde, velilerin aralarında da böyle bir farklılık mevcuttur.
İşte bu kimsenin vasfı, Resulullah Aleyhisselâm'ın Allah-u Teâlâ'dan hikâye ettiği gibidir.
Şöyle buyurmuştur:
'Velilerimden kendisine en çok gıpta edilen kişi, benim katımda derecesi ulu ve yüksek peygamberlerin derecelerinden bile daha yakın olan gizli bir kimse; Üveysü'l-Karnî'ye ve onun benzerlerine denk olan hafîfü'l-haz bir mümindir.
İşte bu onun zâhirî sıfatıdır, bâtını ise târife sığmaz.'
Velilerden bir kimse, en yüksek dereceye sâhip olur. Bu, Allah'ın kendi adına, velî olarak kullandığı bir kuldur. O Rabb'inin himâyesi içinde hareket eder; O'nunla konuşur, O'nunla bakar, O'nunla tutar, O'nunla anlar. O, yeryüzünde onun şöhretini yaymış; kendisini halkın imamı, velilerin bayrağının sâhibi, yer ehlinin emini, gök ehlinin nazar yeri, gönüllerin reyhânı, Allah'ın has'ı, O'nun nazargâhı ve kendi sırlarının kaynağı yapmıştır.
O yeryüzünde Allah'ın; halkı kendisiyle terbiye ettiği ilâhî bir kırbaçtır. Ölmüş olan kalpleri onun ru'yetiyle diriltir ve halkı (onunla) kendi yoluna çevirir. Hukûk-u ilâhî'sini onunla ayakta tutar. O hidâyet anahtarı, yeryüzünün nûru, velilerin defterinin emânetçisi ve onların rehberidir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzurunda Rabb'ini anmakla meşgul olur. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu yerde onunla iftihar eder, Allah da bu makamda onun ismini yüceltir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bizzat onunla yetinip karar kılar.
Allah onun kalbini dünyaya kapılmaktan alıkoyar. O'na 'Hikmetü'l-ulyâ'sını, yani 'En yüce hikmet'ini bağışlar. O'nu kendi Tevhîd'ine sevkedip yönelterek, nefsini görmekten ve hevanın gölgesinden yolunu uzak eder. Velilerin defterini ona emânet eder, onların makamlarını kendisine tanıtır ve menzillerine muttali kılar.
O neciplerin seyyidi, hikmet sâhiplerinin sâlihi, mânevî tabiplerin imamıdır. Sözü kalpleri esir eder, görünümü nefislere şifâ verir, yönelmesi hevâ ve hevesleri yok eder, yakınlığı kötü huyları temizler. O bir çiçek misâli baharda açar, meyveleri ise güzün toplanır. Kendisine sığınılan bir sığınaktır. Elde edilmek istenen şeylerin kaynağıdır. Hakk ile bâtılın arasını ayırır. O sıddîk'tır, fâruk'tur, velî'dir, ârif'tir, muhaddes'tir.
O Allah'ın yeryüzündeki 'Tek'idir." (Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resul" c.1, s. 619-620)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in "nübüvvet"ini, "risâlet"ini ve "velâyet"ini herkes biliyor; fakat ona "vâris" olan velînin gerçeği bilinmiyor.
Niçin bilinmiyor?
Çünkü yaratılışı ezelîdir; onu o zaman yaratmış, koyacağını da o zaman koymuştur. "Hâtemü'n-nebî"nin de, "Hâtemü'l-velî"nin de ezelden yaratılışında büyük bir hikmet mevcuttur. O Peygamber Aleyhimüsselâm'dan evvel yaratıldığına göre, şimdi size bunun izâhını arzedeceğiz.
O'nun üstünlüğü nereden geliyor?
O bizzat Resulullah Aleyhisselâm'ın "velâyet"ine vâristir, bunun içindir ki şaşırmayın, hudûdunuzu da aşmayın. Gerçek budur, amma sizin hafsalanız almıyor o başka. Çünkü siz "peygamber"liğin ayrı şey, "velâyet"in ayrı şey, "Hâtemü'l-velî'nin velâyeti"nin de ayrı şey olduğunu bilemiyorsunuz.
"Velâyet"te derece derece çıkılır, o kadar çıkılır ki; İbrahim Aleyhisselâm'ın hâlâtına, Mûsâ Aleyhisselâm'ın hâlâtına dahi erişilebilir. Amma Muhammed Aleyhisselâm'ın hâlâtına "Hâtem" olandan başkasının erişmesi mümkün değildir.
Nitekim Hazret'in; "Bu, Allah'ın kendi adına, velî olarak kullandığı bir kuldur." buyurmasında ne büyük incelikler vardır! Zira o bu "velâyet"i kendisi elde etmiş gitmiş değildir. Allah-u Teâlâ onu öyle yaratmış; onu O kullanıyor, O yürütüyor, onun irâdesi yok. "Hâtem"lik mevzusu işte burada ayrılıyor. Niçin? "O"kullandığı için! O Hakk ile hemhâldir, Hakk ile meşguldür, halk ile değil. Hakk da ancak O'nunla meşguldür. Çünkü Hakk onu kendisi için yaratmıştır, halk için yaratmamıştır.
Resulullah Aleyhisselâm'ın huzurunda Rabb'ini anmakla meşgul olması, Resulullah Aleyhisselâm'ın bu yerde onunla iftihar etmesi, bizzat onunla yetinip karar kılması, Allah-u Teâlâ'nın bu yerde onun ismini yüceltmesi hep ilâhî birer lütuftur. O Resulullah Aleyhisselâm'dan ayrı-gayrı değildir. O ondan emîndir, "velâyet"vazîfesi de ona geçmiştir. O vazîfesini hakkıyla yapıyor, onu ona muhtaç bırakmamıştır.
Binâenaleyh Resulullah Aleyhisselâm onun bu hâlinden çok memnun; onunla övünüyor, seviniyor ve birliği de istiyor. Bu ne büyük bir devlettir!
Gerçekten de onun irâdesi Allah-u Teâlâ'nın irâdesine bağlıdır. O yarattı, O yürüttü! Onun aslında bir sıfatı, bir hayâli, bir maskesi vardır; bütün değer ise içinde O olduğundan, O yürüttüğünden dolayıdır. Ona verdiğini diğerlerine vermemiştir.
Hadîs-i kudsî'de geçen "Hafîfü'l-haz"ın mânâsına gelince; onun bir tek Allah'ı var, başka hiçbir şeyi yok. O'nda Allah'tan gayrısı yoktur, kimsesi de yoktur. Bir Allah'ı var, bir de Resulullah'ı var!..
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sıruh- Hazretleri yukarıdaki beyanlarında "O bir çiçek misâli baharda açar, meyveleri ise güzün toplanır." buyurmuşlardır. Bu sözün mânâsını şöyle izâh edelim:
Şimdiki zaman açılma zamanı, bizden sonra halk sıkıştığında, meyveler o zaman toplanacak. Şimdi her şey açılıyor. Açılıyor amma, muârız olanlar var, anlamayanlar var, umursamayanlar var. Fakat zaman geçtikçe iş kıymete ve değere binecek, nasibi olan nasibini alacak. Beşeriyet bir gün ayılacak, onun sözlerinden istifâde edecek. Şimdi hiç kimse anlamıyor. O bir çiçektir, güzün de meyve verir.
Bizden sonra halk bu kitaplara sarılacak. Şimdi çiçek açma zamanı, Allah-u Teâlâ'nın ihsânı ile her şey açılıyor. Halk zamanla ayılacak, o zaman bunlara sarılacak ve istifâde edecek. Çünkü kimseyi bırakmıyorum, esas da budur.
Nasipdar olanlar bunların üzerinde duracak, açıklamalar yapacak, ondan sonra meyvesini o şekilde alacak. Allah-u Teâlâ dilediğine dilediği kadar duyuracak, O'nun duyurması ile hakikati anlamış olacak.
Kişinin varlığı kişiye perdedir, o perde kalkınca daha iyi nazar eder. Bunlar Allah-u Teâlâ'nın istifâde ettirmesi ile kâimdir, kişinin kendisinin bilmesi mümkün değildir. Ona o "Nûr"u verir, ona duyurur, o da o gözlükle bakar ve istifâde eder. O artık âhirete intikâl ettiği için oradan istifâde edecek.