İleri gelen müşrikler ilâhî vahyin göz kamaştırıcı aydınlığı karşısında âciz kalınca, işi daha çok şarlatanlığa vurdular.
Bir akşam vakti Kâbe-i muazzama’nın gölgesine oturup Resulullah Aleyhisselâm’ı dâvet ettiler. Gayeleri onu mahçup etmekti.
“Dediler ki: Sen bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana aslâ inanmayız.” (İsrâ: 90)
Böyle bir mucize gösterirsen inanırız.
“Veya senin hurma bahçen ve üzüm bağın olsun ve içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.” (İsrâ: 91)
Böyle bir şey yap da görelim!
“Yahut iddiâ ettiğin gibi, göğü üzerimize büyük parçalar halinde düşürmelisin.” (İsrâ: 92)
Sana inanmadığımız takdirde bizi korkuttuğun ve Allah’ın bize azap edeceğini iddiâ ettiğin gibi, gökleri parça parça üzerimize düşür.
“Veyahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin.” (İsrâ: 92)
Onlar gelip senin doğruluğunun şâhidi olsunlar.
“Yahut da altından bir evin olmalı.” (İsrâ: 93)
Görüyoruz ki senin evin taştan ve çamurdan.
“Veya göğe çıkmalısın.” (İsrâ: 93)
Sana inanmamız için sadece göğe yükselmen yeterli değildir:
“Oradan bize okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece, senin yükselmene de aslâ inanmayız.” (İsrâ: 93)
Maksatları doğru yolu bulmak değildi, bu istekleriyle küfürlerinde inat ettiklerini göstermek istiyorlardı.
Allah-u Teâlâ müşriklerin kabalık ve edepsizliklerini reddetti ve Resulullah Aleyhisselâm’a hitap ederek şöyle buyurdu:
“De ki: Rabb’imi tenzih ederim! Ben sadece beşer olan bir peygamber değil miyim?” (İsrâ: 93)
Melek değilim ki benden göğe çıkmak gibi haller beklensin. Allah-u Teâlâ beni size peygamber olarak gönderdi.
“Kendilerine hidayet rehberi geldiği zaman, insanları iman etmekten alıkoyan şey, sadece: ‘Allah peygamber olarak bir insanı mı gönderdi?’ demeleri oldu.” (İsrâ: 94)
Resulullah Aleyhisselâm’ın insan cinsinden olduğunu inkâr ederek bu sözleri söylediler. Halbuki bunun herhangi bir inkâr ve itiraz sebebi olmaması gerekir. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın insanlara; onu iyice anlasınlar, onunla konuşsunlar, ona uysunlar diye kendi cinslerinden bir peygamber göndermiş olması, kullarına engin rahmetinin bir tecellîsidir.
“De ki: Eğer yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melekler olsaydı, elbette onlara peygamber olarak gökten bir melek indirirdik.” (İsrâ: 95)
Sizler beşer olduğunuz için, size rahmetimizin bir tecellîsi olarak beşerden peygamber gönderdik.
“Eğer peygamberi melekten gönderseydik, insan şeklinde gönderirdik de, onları içine düştükleri şüpheye yine düşürürdük.” (En’âm: 9)
Ona da: “Sen melek değil insansın, biz sana inanmayız!” derler, getirdiği dini kabul etmezlerdi.
“De ki: Benimle sizin aranızda gerçek şâhit olarak Allah kâfidir.” (İsrâ: 96)
Benimle gönderilenleri size ulaştırdığıma, sizin de yalanlayıp inkâr ettiğinize dair O’nun şâhitliği yeterlidir.
“O şüphesiz ki kullarından haberdardır, onları görmektedir.” (İsrâ: 96)
Kimlerin hidayeti, kimlerin sapıklığı hak ettiklerini en iyi bilen O’dur. Buna göre onları cezalandırır.
“Onların cezaları işte budur! Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler ve: ‘Biz bir yığın kemik ve ufalanmış toprak olduktan sonra mı, biz mi yeni bir yaratılışla diriltilmiş olacağız?’ dediler.” (İsrâ: 98)
İlâhî kudretin yüceliğini azametini göremediler, kendi kafalarınca fikir yürüterek sapıklıkta inat ettiler.
•
Allah-u Teâlâ kudretinin eserlerine ve azametinin işaretlerine dikkatleri çekmek için şöyle buyurdu:
“Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerlerini yaratmaya da kâdirdir. Onlar için şüphe olmayan bir ecel kılmıştır.
Buna rağmen zâlimler küfürden başka bir şeyde diretmediler.” (İsrâ: 99)
Gerçek gün gibi açıkta olmasına rağmen, kâfirler küfür ve sapıklıkta devam etmekten başka hiçbir şey yapmadılar.
“Onlar acaba buluttan gölgeler içinde Allah’ın ve meleklerin kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Halbuki iş bitirilmiştir. Bütün işler Allah’a döner.” (Bakara: 210)
Bütün deliller ortaya konulmuştur, artık bundan sonra sadece azabın gelmesi kalmıştır.
“‘Ona bir melek indirilseydi ya!’ derler. Eğer biz bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı.” (En’âm: 8)
Haber verilen azap hemen uygulanır, hiçbir şekilde süre tanınmaz, hepsi de birden toptan yok olur giderlerdi.
Müşrikler karşı çıkmak için her sözü söylediler. Fakat bunların hiçbirisi halk arasında kabul görmedi. Sonra da çaresiz kalınca başka bir teklifte bulundular:
“Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize melekleri getirmeli değil misin?” (Hicr: 7)
Sana görünen neden bize görünmesin?
Allah-u Teâlâ bunların hilelerini reddederek buyurur ki:
“Biz melekleri ancak hak ile indiririz. İşte o zaman onlara mühlet verilmez.” (Hicr: 8)
Şayet biz melekleri indirirsek onlara herhangi bir süre tanınmaz ve azapları sonraya bırakılmaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde bir kısım müşriklerin küfürlerinde ne kadar ileri gittiklerini beyan buyurmaktadır:
“Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi.” (Şuarâ: 198-199)
“Yabancı değil, pekalâ Arapça biliyormuş!” derlerdi. Onlar Kur’an-ı kerim’in mucize olduğunu anladılar, fakat inkârlarına mazeret aradılar, inat ve kibirleri yüzünden inanmadılar.
“İşte böylece onu o günahkârların kalplerine soktuk.” (Şuarâ: 200)
Onlar ne kadar ikaz edilirse edilsin, Kur’an-ı kerim’i yalanlamaktan başka bir tavır sergilemelerine imkân yoktur.
“Peygamber dedi ki: Ey Rabb’im! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terkettiler.” (Furkân: 30)
Resulullah Aleyhisselâm’ın bu şekilde şikâyet etmesi büyük bir tehdittir. Çünkü peygamberler kavimlerini Allah-u Teâlâ’ya şikâyet ettikleri zaman, haklarındaki azabın inmesi çabuklaşmış olur.