Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - ABD’nin Kurduğu Dengeler Böyle Devam Edecek mi? - Ömer Öngüt
ABD’nin Kurduğu Dengeler Böyle Devam Edecek mi?
GÜNDEM
Şinasi Çapa
1 Temmuz 2005

 

ABD’nin Kurduğu Dengeler
Böyle Devam Edecek mi?

 

ABD doymak bilmeyen bir iştah ve saldırganlıkla ülkeleri değişik kılıflara bürünerek işgal etmeyi has bir vazife addetmektedir. Oyununu aslında pençelerine kaderini teslim ettiği çok uluslu şirketlerin bir piyonu olarak beş-on yıl kadar oynadıktan sonra tepe aşağı düşecek ve zavallı hâle gelecek bir ülkedir. Evet şu anki dünya siyasetinde alternatifsiz olduğu görülüyor. Rusya’nın kendi kabuğuna çekilerek daha düne kadar “Arka bahçe” mantığı ile ezdiği, sömürdüğü özellikle Türk Cumhuriyetleri’nde gözle görünen bir ayrışma ve ABD Mandaterliği hakimiyeti fikri yerleştirilmektedir. İngiltere zaten babası olduğu ABD’nin siyasetinin paralelinde AB’ni bile takmadan derin yörüngesinde yürümektedir. Almanya her geçen gün iktisadi ve siyasi parlaklığını kaybetmektedir. Şimdilik bir milyara varan kalabalık nüfusuyla Hindistan global sermayenin uykusunu kaçıracak bir irade ve yapıya sahip değildir. Kaldı bir Çin. Yarınların rakipsiz bu gücü, İlâhî İrade’nin kontrolü ile savaşlardan uzak kalarak dünyanın istilası işini Avrupa’nın ve ABD’nin çöküşünden sonra gerçekleştirmek için harekete geçecek ve ebediyen yok olacaktır.

Haklı olarak ABD Eski Başkanı Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan ve Soğuk Savaş Yılları’nın ünlü teorisyenlerinden ABD’nin Strateji ustası Brzezinski şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır:

“İyi de olsa, kötü de olsa Amerika küresel hızı belirleyendir ve görünüşe göre şu anda herhangi bir rakibi yoktur. Avrupa Amerika’ya ekonomik olarak rakip olabilir ama siyasi rekabet edilmesi için gereken seviyedeki bütünlüğe ulaşması uzun zaman alacaktır. Bir sonraki süper devlet olarak görülen Japonya bu yarışın dışındadır. Ekonomik gelişimine rağmen Çin de en azından iki nesil daha bu yarışta zayıf gibi görünüyor ve bu sırada çok ciddi siyasi zorluklarla karşı karşıya kalabilir. Rusya artık koşuda yok. Özetlemek gerekirse Amerika’nın küresel bir rakipi yok ve yakın zamanda olmayacak. Bu yüzden, hüküm süren Amerikan hegemonyasının ve küresel emniyetin vazgeçilmez bir unsuru olarak ABD gücünün rolüne gerçekçi bir alternatif yoktur...” (Tercih, sh: 7)

Bütün ülkeler başta Türkiye olmak üzere adeta bu teoriye uygun olarak Amerikan patentiyle işi götürmeye çalışmaktadır. Ciddi bir alternatif arayış ve yöneliş oluşturulamamaktadır. Bu konuda hiçbir ülkenin cesur ve kalıcı bir atağı görülmemektedir. Türkiye bütün sıkıntılarını ısmarlama politikalarla atlatamaz. Ama cesur açılımlarda da bulunamamaktadır. Siyasetini Avrupa-Amerika ekseninde çoğu defa İsrail eksenli bir arabulucu ile şekillendirmeye, iktisadını ise tamamen IMF adlı kuruluşun emperyal arzu ve direktifleri doğrultusunda düzene sokmaya, içinde yaşadığı kaoslardan kurtulmaya çalışmaktadır.

Bölge ülkeleri Amerikan Çemberi ile elde edilmiştir. Bilindiği üzere yakın komşularımızda pek çok hareketlenmeler, bir nevi Halk İhtilalleri meydana getirilerek iktidarlar değiştirilmekte iken Rusya’nın tavrı beklemekten ve seyretmekten ibaret olmuştur. ABD sömürge düzeninin uygulayıcılarından Soros kurduğu vakıf aracılığı ile ülkeleri karıştırmaktadır. Gürcistan, Ukrayna, Irak, Afganistan, Kırgızistan, Özbekistan ve diğer ülkelerde sesli-sessiz neler yaşandı bütün dünyanın gözleri önünde? Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da yapılan iktidar değişikliklerinin yeni adresi İran olarak görülüyor. Bu ülke içeriden karıştırılarak olası bir savaşa meydan vermeden ABD yörüngesine oturtulmak istenmektedir. Rejim muhalifi İranlıların desteklenmesi için Soros ve benzeri kişi ve kuruluşların devrede olduğu bilinmektedir. İran bölgemizde diğer ülkelere benzemeyen yapısıyla dikkat çekmektedir. Kadim bir millet olan İranlılarda devlet geleneği kuvvetlidir. ABD İran’da istediğini bulamayınca sertleşecek ve askeri bir müdahale ve ardından savaşlar başlayacaktır. Irak, bölgenin işgalinin sadece bir ayağıdır.

İran’ın olası bir Amerikan saldırısı ile karşı karşıya kalması başta Türkiye olmak üzere bütün bölgeyi ve özellikle petrol değerleri bakımından dünyayı derinden etkileyecektir. Hâlâ teknolojik gelişmelerin ana motorunun petrol ve türevleri olduğu dikkate alınırsa İran’ın işgalinin nerelere acılar yaşatacağı tartışılamaz. Türkiye Irak’ın işgali ile en çok zarara uğrayan bir ülkedir, buna bir de bölücü PKK terör örgütünün yıllardır ülkemize vurduğu darbeler hesaba katılırsa işin vehameti ortaya çıkmaktadır.

ABD bütün uyarı ve ikazlara rağmen PKK hamiliğinden vazgeçmemektedir. Bir oyun kartı olarak Türkiye’nin önünde daima yeni tavizler için kullanılmak üzere bekletilmektedir. PKK ülkemiz üzerinde eylemlerine yeniden başlatılmıştır. Her ne kadar PKK bitinceye kadar mücadeleye devam edileceği hususunda açıklamalar yapılsa bile operasyonel faaliyetlerin dışında başka bir şey yapamıyoruz. Siyasetçiler Şaron’un elini sıkarak bir nevi Jandarma devletle yeniden anlaşma ve birlikte hareket etme zemini aramaktadırlar ama bu Türkiye’nin daima aleyhine bir durum oluşturmaktadır.

Gerek Kafkaslardaki, gerekse Balkanlar ve Ortadoğu’daki gelişmeler bizi ülke ve millet olarak çok yakından ilgilendirmektedir. Oralar bizim ‘Arka bahçemizdir’. Ermenilerin devam eden Türkiye düşmanlıkları ve gasbettikleri Azeri toprakları, sınır kapısının açılmaması, sözde soykırım palavraları, Yunanistan’ın ABD’nin yeni stratejik ortağı olarak sıyrılması, Bulgaristan’da ABD’nin yeni askeri üsler açmaya başlaması, Ukrayna’nın sivil darbe ile boyun eğişi, kardeş Türk Cumhuriyetlerinde derin dalgalanmalar hiç de hayra alâmet olaylar değildir. Global sermayenin dizginlerini elinde tuttuğu ABD, parlak kariyerini hiç de umulmadık bir şekilde başaşağı düşerek tamamlayacaktır.

Irak’ta işgal bütün dehşeti ile sürmektedir. Felluce, Telafer, Necef gibi kentler tonlarca bombalarla harabeye çevrilmektedir. Devamlı saldırılar, öldürmeler Irak şehirlerini yaşanılan hâlden çıkarıp tamamen harabeye çevirmiş bulunmaktadır. Musul, Kerkük gibi Türkmenlerin bölgeleri ise tamamen Kürtlerin insafına terkedilmiştir. Türkmenler Amerikan zulmünü aratmayan bir zulümle kıyıma tabi tutulmaktadırlar. Türkiye bırakınız Türkmenlerin haklarını korumayı ve kollamayı, kendi meşru haklarının bile hesabını istemek cesaretini gösterememektedir. Yakın geçmişte yaşanan olaylar hatıralardadır.

Suriye’de gözle görülen bir değişiklik yaşanıyor. Beşar Esat Lübnan’dan uzun yıllardır işgal ettiği topraklardan askerlerini çekerek bir nevi sessiz devrimin işaretlerini vermiştir. Şimdi Lübnan’ı daha kaoslu günler beklemektedir. Çünkü bu ülke her zaman sancıların yaşandığı bir ülkedir. Türk Dostu Hariri’nin öldürülmesi ülkenin ve bölgenin daha derinden çalkalanmasını tetiklemektedir. Burada sağlam bir devlet geleneği olmadığından istikrarın sağlanması güçtür. Toplumda huzur ve güven duygusu kaybolmuştur. Kabilecilik anlayışı hüküm sürmektedir. Değişik mezheplerin, meşreplerin, grupların cirit attığı ve her türlü terör kampının bulunduğu Lübnan sarsılmaya devam edecektir. ABD burayı da kendi istekleri doğrultusunda “Dönüştürmek” hakkını saklı(!)tutacaktır.

İsrail Filistin’le barış anlaşması yapmayı taahhüt etmişti. Ama bildiğinden asla şaşmamaktadır. Asla bölgede kalıcı bir barış beklemiyoruz. Çünkü böylesi bir barış, huzur ve güven ortamı sömürgeci yönetimlerin önüne engel çıkaracaktır. Bu bakımdan bu ülkeler ve yakın coğrafyamız devamlı bir siyasi baskı altında tutulmalıdır. Şöyle geriye doğru bir baktığımızda ABD’nin yaptığı yardımları görüyoruz ve bunların ne amaçlı verildiğini biliyoruz. Şöyle ki:

“Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra başladı. ilk savunma anlaşması 23 Şubat 1945’te imzalandı. Askeri nitelikli ilk yardım anlaşması ise 12 Temmuz 1947 yılında Truman Doktrini çerçevesinde yapıldı. Bu doktrine göre ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı ‘Çevreleme’ siyasetinin ve soğuk savaşın da başlangıcını simgelemekteydi. Truman doktrini Türkiye ve Yunanistan’ı, Eisenhover Doktrini de Ortadoğu’yu komunizm tehlikesinden korumak amaçlı gösterilmesine rağmen asıl sebep, Boğazlar ve Anadolu yarımadasının stratejik konumu ve Ortadoğu ve İran’ın zengin petrol yataklarının ele geçirilmesi idi...” (Haydar Tunçkanat, Amerika Emperyalizmi ve CIA, sh: 17)

Tabi olaylar bununla bitmemiştir. Yeter ki sanayi gelişmesin, tarımda ilerleme sağlanmasın. Buğdayınız, mısırınız, çayınız, şekeriniz bizden olsun, biz daha ucuza satalım, tarımda destekleme fiyatlarına ne gerek var vs. gibi geçerliliğini bugün dahi sürdüren baskıcı ve yardım maskeli dayatmalar dünden bugüne hangi çemberin içine sokulduğumuzu ve yakamızı kaptırdığımızı gözler önüne sermmektedir.

Haluk Gerger’in şu değerlendirmesine ne demeli?:

“Bu anlaşmaları, Türkiye’nin NATO’ya kabulü ile birlikte çeşitli ve çoğu gizli olan birçok ikili anlaşmalar izlemiştir. ABD tarafından Türkiye’ye yapıyan askeri yardımların dış politikadan ordunun düzenleniş ve modernizasyonuna, Türkiye toprakları üzerinde üsler kurulmasından nükleer füzeler yerleştirilmesine, Amerikan askeri personeline Türkiye’de önemli ayrıcalıklar verilmesinden Amerikan yaşam biçiminin egemenliğine kadar uzanan bir dizi kökten etkileri ortaya çıkarmıştır. Bir başka deyişle ABD’nin Türkiye’ye yaptığı kapsamlı ve sürekli askeri yardımlar Türkiye’nin iç ve dış politikasını, temel kurumlarını, ekonomik, siyasi ve kültürel alandaki temel tercihlerini derinden etkilemiştir...” (O yıllar, sh: 154-155)

Gerçekten böyle olmadı mı? Türkiye’nin hangi kurum ve kuruluşunda Amerikan etkisi ve baskısı görülmüyor? Milli Eğitimden sanayi ve teknolojiye, Milli Savunmadan bürokratların seçimine kadar el atmadıkları alan kalmadı. Biz genelde dışardaki etkilerden ve tepkilerden bahsederken içimizdeki Amerikan severliğine, etkisine göz atmayı düşünmeyiz. Buna Batı da dahildir.

Dünyada küresel bir kirlenme, erozyon, değerlerin alt-üst oluşu, yıkım, kaos gibi ortamların oluşmasında bu güç çok derin etkilidir.

Bu güce karşı milli seviye, sevgi, sezgi, amaç, tedbir ve tavır almak icabediyor. Bu gerçekleşmezse başımıza daha çok çorap geçirilir, teröre kurban verilir, itibarımız beş paraya indirilir, büyükelçiler ikide bir bize akıl vermeye kalkarlar. Millet güdülen sürü hâline sokulur, soyanlar, yolanlar, çalıp çırpanlar heykeli dikilecek kadar alkışlanır, elde tutulur, vatanı yağmalatanlar iktidar mevkiinde oturtulur. Yani yangın her yanı sarar. Büyük kıtlıklar, ölümler, savaşlar yaşanır. Bunun faturasını millet öder.


  Önceki Sonraki