Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı’nın “Hâtemü’l-Evliyâ” Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (70) - “Rükneddîn Eş-Şîrâzî -Kuddise Sırruh-” - Ömer Öngüt
“Rükneddîn Eş-Şîrâzî -Kuddise Sırruh-”
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı’nın “Hâtemü’l-Evliyâ” Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (70)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Mayıs 2005

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (70)

Rükneddîn eş-Şîrâzî -kuddise sırruh-

HAYATI ve ESERLERİ

Tasavvuf tarihinde “Baba Rüknî” adıyla anılan ve ilk dönem “Fusûs” şârihleri arasında farklı ve çarpıcı üslûbu ile göze çarpan Rükneddîn eş-Şîrâzî -kuddise sırruh- Hazretleri İran’da yaşamış olup, hayatı hakkında ayrıntılı bir bilgi bulunmamaktadır.

Asıl ismi Rükneddîn Mes’ûd bin Abdullah eş-Şîrâzî olan Hazret’in tasavvuf sahasında şöhretini sağlayan en önemli eseri, “Fusûsu’l-Hikem”in ilk şârihi olan Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Fusûsu’l-Hikem Şerhi” üzerine yazdığı “Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs” adındaki hâşiyeyi anımsatan şerhidir. Müellif eserinde Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin şerhinden uzun iktibaslar yapmış, yaptığı muhteşem izâhlarla müphem ve karmaşık noktalara açıklık ve netlik kazandırmıştır. Farsça kaleme alınmış olan bu eserin Süleymâniye kütüphanesi Pertev Paşa kısmı, 295-296 ve Ayasofya kısmı 1895 numaralarda kayıtlı iki nüshası vardır.

“Fusûsu’l-Hikem”deki gizli mânâları ortaya çıkarmadaki ustalığı ile, kendisinden sonra gelen velîler üzerinde derin bir etki uyandıran Hazret’in eserinden; Yavuz Sultan Selîm Han dönemi Fusûs şârihlerinden Şeyh Mekkî Efendi ve son dönem Fusûs şârihlerinden Yâkubhan Kâşgârî -kuddise sırruh- Hazretleri uzun alıntılar yapmışlardır. 1359 hicrî yılında Tahran’da basılan eser “Ekberiyye” meşrebinin husûsiyetlerini yansıtan ve “Hâtemü’l-velâye” mevzusuna damgasını vuran mühim kaynaklar arasındadır.

 

“HÂTEMÜ’L-VELÂYE” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI

Rükneddîn eş-Şirâzî -kuddise sırruh- Hazretleri “Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs” adını taşıyan şerhinde Hâtemü’l-velâye mertebesinin risâlet, nübüvvet ve velâyet mertebeleriyle bağlantısı üzerinde durmuş; “Hâtemü’n-nübüvve” ve “Hâtemü’l-velâye” mertebesini ince ve keskin bir izâha tâbî tutmuştur.

Öyle ki; Hâtemü’r-rüsul’ün kendisine nâzil olan vahyi “Hâtemü’l-velâye” mertebesinden vâsıtasız olarak öğrendiğini söyleyerek, daha önce hiç açılmamış gizli bir sırra damgasını vurmuştur.

 

Hâtemü’l-Evliyâ’nın Ahkâmı Müşâhadesi:

Rükneddîn eş-Şirâzî -kuddise sırruh- Hazretleri “Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs” adlı eserinde Hâtemü’l-evliyâ’nın ahkâmla arasındaki gizli bağa işaret ederek, onun ilâhî hükümlerden bâtın yönüyle de haberdar olduğunu haber vermiştir:

“Hâtem-i velâyet, ilâhî hükümlerin zâhiri olan şerî’ata bâtın yönü ile de tâbîdir. Zîrâ Hâtem-i velâyet, ilâhî hükümlere dâir gösterilmesi gereken bilgiye velâyet hükmüyle de muttalî olmuştur. İlâhî hükümler ise bir olan Şerî’at-ı Muhammedî’dir. Şu hâle göre velî’nin ahkâmı müşâhade etmesi ancak bâtınıyla gerçekleşir.” (“Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs”; Pertev Paşa, nr.: 295, 73b vr.)

 

Hâtemü’l-Evliyâ İlâhî Hükme Velâyet’iyle Nasıl Muttalî Olur?

Rükneddîn eş-Şirâzî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ’nın zâhirde tâbî olduğu ilâhî hükmü kendi bâtınında “İlmullah”la çözeceğine işaret ederek, bu zâtın Kur’an-ı kerim’in mânâsıyla ziynetlendirileceğini haber vermektedir:

“Eğer ki sen, peygamberlerin -aleyhimüsselâm- velâyetle ilgili olarak gördüklerini Hâtem-i evliyâ mişkâtından gördüklerine dâir sana verdiğim işaretleri anlayabildiysen, senin için faydalı bir ilim hâsıl olmuş demektir.

Sana verdiğim bu işaretlerden biri, Hâtem-i evliyâ’nın letafet yönünden müşâhadede bulunan şahıslardan, daha doğrusu şahısların ruhlarından müşâhadede bulunanların en kâmilleri(nin yolu) olan zâtî yol üzere; intikâl yoluyla, ‘ayn’ıyla (özüyle) zâhir mişkâtı olan resullerin Hâtem’i oluşudur.

Onun zâhir mişkâtı Allah ile ve ilâhî hakîkatlerle ahlâklandıktan sonra; hem ilâhî ahkâma bağlı olmasının, hem de tâbî olduğu şeyleri görerek onunla ziynetlenişiyle, mânâ bakımından yüksek olmasının ardından, o onların hem en sonuncusu, hem de en ilki olur. O Kur’ân’ın nice ibârelerinin mânasıyla ziynetlenir!

Nitekim Allah-u Teâlâ’dan onun bu yönü hakkında şöyle bir haber gelmiştir:

‘Resul’üm! Sana onun (Kur’ân’ın) vahyi bitmeden önce Kur’ân’ı okumakta acele etme!’ (Tâ-hâ: 114)

Resul Aleyhisselâm’a (vahiy) başlangıçta risâlet ve kelâmı gördükten sonra nâzil olduğu için hâl böyle olmuştur. İşte velîler de ona, velâyet’in göstermesiyle; ‘İlmullah’ ile, yâni ‘Allah’ın ilmi’ ile muttâlî’ olur. Onun kaynağı da, menba’ı da artık O’nun göstermesi olur.” (“Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs”; Pertev Paşa, nr.: 295, 74a vr.)

 

Velîleri ‘Velî’ Yapan İlâhî İsmin Mazharı:

Rükneddîn eş-Şirâzî -kuddise sırruh- Hazretleri “Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs” adlı eserinde Hâtemü’l-evliyâ’nın, velîleri “Velî” yapan ilâhî ismin mazharı olduğuna dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:

“İşte Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktan ibâret olan velâyet şartları nedeniyle ‘evliyâ’ diye isimlendirilen velîlerin tümüyle ilgili olarak, Hâtemü’l-evliyâ’nın hâli de böyle olur. Ben her velînin bürünebileceği (sıfatları) beyân ederken; varlıkla isimlendirilerek resmedilmiş hayâllere ve nûrlara mazhar olunarak isme dönüşmüş birtakım sıfatlara göre; zamâna bağlı olan velînin ilâhî ahlâkla ahlâklanışını sağladıktan sonra, sırayla Hakk’ın fiillerinde, sıfatlarında ve zâtında fânî kılıp; fiilî, sıfâtî ve zâtî mevcûdiyetlerle onları varlıklarından sıyırarak yol aldıran velâyet şartlarını kastediyorum.

Zîrâ ‘Velâyet’ Hakk’ın zâtının isimlerinden bir isimdir. O hem Velî, hem de Hamîd’dir. Şimdi velî nerededir, onları velî yapan ismin mazharı nerededir?” (“Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs”; Pertev Paşa, nr.: 295, 74b-75a vr.)

 

Hâtemü’l-Evliyâ’ya Kayıtlanan Velâyet:

Hazret eserinin başka bir noktasında ise “Hâtemü’l-evliyâ”ya kayıtlanan “Hâtemü’l-velâye” mertebesinin sıradan bir mertebe değil, peygamberlere ve velîlere kaynak olan en yüksek velâyet mertebesi olduğunu beyân buyurmuştur:

“Hâtemü’r-rüsul’ün Hatm’e nispet edilmesi, derin ve yerleşik mânâsıyla; diğer nebilerin ve resullerin velâyetine kaynak olan Hâtem-i velâyet mişkâtının da kaynağı olduğunu tevehhüm eden kişinin aldandığına delâlet eden işâretin def’ini gösterir.

Hâtem-i rüsul’ün Hâtem-i evliyâ’ya nisbeti de, Hâtem-i rüsul’e nisbet edilen diğer peygamberlerin ve velîlerin Hâtem-i rüsul’e nisbet edilişlerine dâir kendilerine bir alâmet olur.

Zâhiri risâlet ve nübüvvetlerin aslı, bâtını ise velâyet olan Hâtem-i rüsul -sallallâhu aleyhi ve sellem- hem resul, hem nebî, hem de velîdir. Hâtem-i evliyâ ise velâyetin kendisine kayıtlandığı; yâhut nübüvvetin Seyyid’inin mazharı olarak adlandırılan diğer peygamberlerin yokluk zamânında zâhir olup, hatme erdiren sonuncuları olarak getirildiği tıynetinin zûhurundan önce açığa çıkarılan mazhardır.

Nübüvvetin hem kayıtlı olanı, hem de mutlak olanı vardır. Velâyet’in de hem mutlak, hem de kayıtlı olanı vardır. Hâtem-i velâyet ise ona kayıtlanmıştır. Allah-u Teâlâ’nın izniyle inşaallah anlamışsındır!” (“Nusûsu’l-Husûs fî Tercemeti’l-Fusûs”; Pertev Paşa, nr.: 295, 75a vr.)


  Önceki Sonraki