Dünya bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesad arttığı bir zamanda, Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği kullarından birini gönderip, onunla o ifsâdı kaldırır.
Hele hele dünyanın son zamanında; dinsizliğin, ahlâksızlıkların her türlüsünün son haddine vardığı, bilhassa deccâlden daha beter olan saptırıcı imamların türeyip dîn-i İslâm’ı aslından çıkarmak istedikleri bir anda; Allah-u Teâlâ yeni bir din değil de, ancak İslâm dînini kuvvetlendirmek ve halkı imana dâvet etmek için bir dâvetçi gönderir.
“Hatmü’l-velâye” adlı eserde beyan buyurulduğuna göre; Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri âhir zamanda gönderilecek olan bu “dâvetçi” hakkında şöyle söylemiştir:
“Âhir zamanda Mehdî yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken, aradaki boşlukta (fetrette) Hâtemü’l-velâye’den başka adâleti ayakta tutan kimse olmaz. O kıyamet gününe kadar bütün velîlere Allah’ın bir hücceti olur.
Nasıl ki peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e ‘Hâtemü’n-nübübüvve’ verilmişse ve o kıyamet gününe kadar bütün peygamberler üzerine Allah-u Teâlâ’nın bir hücceti ise, velîlerin sonuncusu olan bu velî de âhir zamanda öyle olacaktır.” (“Hatmü’l-velâye”; 168b vr.)
Dikkat edilirse; “Ondan başka adâleti ayakta tutacak kimse bulunmaz!” buyuruyor. Bu söz sadece Türkiye’yi değil, dünyayı kapsıyor; bu nûr değil Türkiye’ye, bütün dünyaya yayılıyor.
Hazret bu beyânı ile, onun Hazret-i Mehdi gelmeden evvel adâleti ayakta tutacağını haber vermekle her ikisini de bitiştirmiş oluyor. Çünkü Allah-u Teâlâ adâleti onunla ayakta tutacak. Daha doğrusu Allah-u Teâlâ onu öne sürmüştür. Tek kelime ile; o bir robot gibidir, tecelliyât-ı ilâhî Allah-u Teâlâ’nındır. Onu O öne sürmüş ve onda tecellî etmiştir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri böyle murâd etmiş, dînin üstünlüğünü ve adâletini onunla ayakta tutmayı dilemiş!..
•
Âl-i imrân sûre-i şerîf’inin seksen birinci Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere; Allah-u Teâlâ bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’e Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in geleceğini duyurmuş; îmân edeceklerine ve ona sadâkat göstereceklerine dâir onlardan söz almıştı. Binâenaleyh hepsi de onun geleceğini biliyorlardı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resulullah size neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!” buyuruyor. (Haşr: 7)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de alâmetleri ile beraber Hazret-i Mehdî’nin geleceğini bildirmiş; onun hakkında bir çok Hadîs-i şerif’ler beyan etmiştir.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’ne de “Hâtemü’l-velî”yi bildirmek emri ve vazifesi verilmiştir.
O nûrunu ve ilhâmını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerîf’lerinden aldı, Allah-u Teâlâ ona dilediğini bildirdi ve gösterdi; o nûr ışığı altında, Allah-u Teâlâ’nın ilhâmı ile gördü, bildi ve yazdı. Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Mehdî hakkında bir çok beyanlarda bulunduğu gibi; “Hâtemü’l-velî” hakkında da sahtelerinin çıkmaması için beyanlarda bulunmuş ve bazı işâretler vermiştir.
•
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Hatmü’l-evliyâ” adlı kitabında Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer -radiyallahu anhümâ-’yı Hâtemü’l-evliyâ ile kıyaslarken, Hâtemü’l-evliyâ’nın da tıpkı Hazret-i Mehdî gibi ilâhî adâleti ayakta tutup, zulmü yoketmeye muvaffak olacağını haber vermiştir:
“İşte (âhir zamandaki) bu fitnelerde de bir kimsenin ilâhî adâleti ayağa kaldırıp, zulmü yokettiği vakit, ikisinin üstünlüğüne kavuşabileceğini görmez misin?” (Hatmü’l-evliyâ”, s. 429.)
Allah-u Teâlâ “Hâtemü’l-velî”nin hâkimiyet kesbedeceğini, gâlip geleceğini ve muvaffak olacağını Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’ne o zaman göstermiş. Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri böyle buyurmuştu ve gerçekten de dediği gibi oldu.
Allah-u Teâlâ böyle murâd etmiş; böyle tecellî etti, böyle oldu. Mübârek zât, ne kadar açık konuşuyor. Görmüş de konuşmuş!..
Bu neye benzer?
Allah-u Teâlâ Mûsâ Aleyhisselâm’ı firavunu imana dâvet için vazîfelendirdiği zaman, henüz işin başında:
“Seni kardeşinle destekleyeceğiz. İkinize öyle bir güç vereceğiz ki, onlar size aslâ erişemeyecekler. Âyetlerimizle siz de, size uyanlar da üstün geleceksiniz!” buyurmuştu. (Kasas: 35)
Üstün gelmediler mi?
Halbuki o emri aldığı zaman karşısında azgın bir firavun ve onun büyük bir ordusu vardı, kendisi ise zayıf ve nâhif idi. Fakat Allah-u Teâlâ’nın destek vaadi üzerine firavundan da ordusundan da kuvvetli oldu.
İslâm’ın ilk yıllarında da durum aynıydı, nice zorluklarla karşılaşıldı!..
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitâben;
“Ey Peygamber! Allah sana da, sana tâbî olan müminlere de yeter!” buyurdu. (Enfâl: 64)
Allah-u Teâlâ’nın beşeriyete büyük bir lütfu olan Muhammed Aleyhisselâm, şirk içinde yüzen beşeriyeti hidâyet ve saâdete kavuşturmak için tek başına dâvete başladı, kısa zamanda da muvaffak oldu. Beşeriyet uyandı, gönüller nurlandı.
•
Bundan sonra bizimle Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm arasında çok az bir boşluk olacak. Nûr gelecek, kitaplar tutulacak ve bu boşluğu dolduracaklar. Bu boşluk sırasında nasipdar olanlar bu kitaplara çok sarılacak, Allah-u Teâlâ “Nûr”unu indirince dilediğine hidâyet verecek. Halkın çoğu ise boşlukta kalacak; nasipdar olmayanlar büsbütün lâçka olacak.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fethu’r-Rabbânî” kitabında buyururlar ki:
“Bir kurtarıcı olarak ellerinden tutar, dünya denizinden çeker çıkarır. Tabii ki nasibi olanı, Hakk’a uyanı!..” (“Fethu’r-Rabbânî”, 5. Meclis.)
Nasibi olan onu bulacak ve nasibini alacak; nasibi olmayan onu bulamayacak ve hüsranda kalacak. Rûhu ölmüş bir kimsenin hakikatla ne işi var!
“Hâtemü’l-velî”den sonra ikinci bir velî yok; ancak Hazret-i Mehdî gelecek. Velî gelse de kendi çapında; yani resulden sonra gelen nebîler gibi olacak. Fakat irşâda mezun değildir. Bundan sonra kimseden bir şey beklemeyin, bu kitaplara tutunun! Çünkü bu “mühür”dür. Hâtemü’n-nebî’den sonra peygamber çıksa inanılır mı? Çıkar, fakat sahteler çıkar; onlar da yalancıdırlar!..