Yeni Dünya Düzencileri, Büyük Ortadoğu Projecileri çerez toplar gibi ülkelerdeki iktidarları deviriyor; mafya bağlantılı geçmişi karanlık kişileri allayıp, pullayıp, cilalayıp demokrasi havarisi olarak başa geçirerek bu ülkeleri yedeğine çekiyor. Dönüştüremediklerini ve özellikle İsrail’e tehdit potansiyeli olan ülkeleri ise silahlı yöntemlerle hizaya getirmeyi planlıyor. Türkiye, bu planda; silahsız yöntemle dönüştürülecek -hatta dönüştürülmeye pek de fazla gerek olmayan- “Çantada keklik”, “Oltada balık” olarak öngörülüyordu. “Bir-iki ekonomik kriz, bir-iki siyasî operasyon derken işi hallederiz!” diye hesap etmişlerdi.
Fakat, şu kadere bakın ki, Rusya’nın arka bahçesi sayılan ülkeleri tereyağından kıl çeker gibi elinden alırken, “ABD’nin oltadaki balığı” Rusya ile aşık atmaya başlıyor. Böylece dünyanın dayısı, alemin mafya babası, teröristlerin anasını zıvanadan çıkarmak için yeterince sebep ortaya çıkmış oluyor.
Halbuki her şeyi hazırlamışlardı. Türkiye’ye has -tarihteki sahte mezhep örneklerine benzer- fırka icat etmişlerdi. Türk askerini kullanmanın adına “Osmanlı”, İslâm’ı kullanmanın adına “Hilafet” adını takacaklar, ılımlı İslâm adı altında Ortadoğuyu çekip çevireceklerdi. Kendi tabirleriyle “Küresel düzene entegre olmakta direnen” ülkeleri hizaya getireceklerdi. Türkiye ise, “Osmanlı” şekeri ile birlikte “Büyük Kürdistan Eyaleti”nin hamisi olmakla sevindirik olacaktı.
Türkiye’yi anlayamadıkları, Türkiye’yi çözemedikleri, Türkiye’nin gizli dinamiklerini farkedemedikleri için hüsrana uğradılar. Halbuki bunun sinyallerni almaya başlamışlardı. Son birkaç büyükelçi kötü sicille buradan ayrılmıştı. Sonra tuttular kıdemli bir dönüştürücüyü gönderdiler, ancak çok şükür ki o da zamansız ülkemizden ayrılmak zorunda kaldı. Türkiye Amerikan diplomatlarına yaramadı. Sicilleri kırmızı kalem gördü.
Ancak bu dönüştürücüler o kadar akıllı insanlar değiller. Planlarını çok önceden ve çok büyük yapmışlar. Ezbere oynamaya devam ediyorlar. Ancak çok pervasızlar, bütün dünyayı ateşe sürüklemekten çekinmiyorlar.
Türkiye’ye ekonomik pranga vurmakla işi halledebileceklerini hesap etmişlerdi. Yıllar yılı manevî değerleri dejenerasyona uğratılmış bir millet nasıl olsa fazla bir direnç göstermezdi. Yanıldıklarını görünce çok şaşırdılar. Bu dirence sebep olan geriye ne kaldı diye düşündüler ve pervasızca bu milletin son kalelerine saldırmaya başladılar. Gün geldi Çanakkale Şehitliği’ni dillerine doladılar. Orada yaşanan manevî hakikatlere “Hurafe” yaftasını vurdular. Gün geldi hakiki maneviyat önderlerini halkın gözünden düşürmek için tertiplerde bulundular. Ve gün geldi bayrak yerlere atıldı.
Hırsızlık, terör, vatana ihanet sıradan işler haline getirildi. Millet alıştıra alıştıra maneviyatından, maddiyatından soyuldu.
Hangi cesarettir ki “Türk Vatandaşı” sıfatını taşıyan bir kimse yabancı bir gazeteye “Türkiye bir milyon Ermeni’yi, otuzbin Kürdü öldürdü.” diye beyanat verebilir? Hangi cesarettir ki, “Prof” sıfatlı bir Türk vatandaşı “Soykırım vardır.” diyebilir? Hangi cesarettir ki “Biji Apo” sloganları bütün bir yurtta yankılanır? Hangi cesarettir ki, “Avrupa Mahkemesi Apo’yu yeniden yargılayın derse bu karara uymak zorundayız” diye propaganda yapılabilir? Hangi cesarettir ki “Türk bayrağı” bu vatanda yerlere atılıp çiğnenebilir?
Bayrak vatandır, bayrak namustur. Bayrak vatanın sembolüdür. Onun uğruna nice kanlar akmıştır, nice şehitler verilmiştir. Çanakkale harbinde bir alayımızın sancağı Avusturalyalıların eline düşmüştür. Ancak esir edilememiştir. Çünkü alayın son neferi bu bayrağı ağaca astıktan sonra, ağacın altında ruhunu teslim etmiştir. Şimdi binlerce kilometre ötede bu sancak teşhir edilirken altında aynen bu ifadeler durmaktadır. “Bu sancak elimize geçmiştir, ancak teslim alınamamıştır.”
Dinden imandan nasibi olmayan bedbahtların bu bayrağı hazmedemediklerini biliyorduk, bu nasipsizlerin bu bayrağı yere indirmek için küffarla işbirliği yaptıklarını biliyorduk, ancak öz yurdumuzda bayrağımızı yere atıp çiğneyecek kadar ileri gidebilmeleri vatana ihanetin ne kadar normal bir iş gibi sıradanlaştırıldığını gösterdi. Alıştıra alıştıra bayrağımızı, vatanımızı her şeyimizi elimizden almaya çalışıyorlar. Neredeyse muvaffak olacaklar. Bu hadiseden sonra birkaç cılız ses duyuldu, ancak milletin gözünü askerin hamaset yüklü açıklaması açtı. Düşmana gözdağı veren bu açıklamanın bazı cümleleri şu şekildeydi:
“...yüce Türk Ulusunun sembolü, her zerresi şehit kanıyla bezenmiş şanlı Türk Bayrağına saldırı densizliğinde bulunulacak kadar ileri götürülmüştür.
Türk Milleti engin tarihinde iyi ve kötü günler görmüş, sayısız zaferler yanında ihanetler de yaşamıştır. Ancak hiçbir zaman kendi vatanında kendi sözde vatandaşları tarafından yapılan böyle bir alçaklıkla karşılaşmamıştır.
...
Dost ve düşman herkes şunu çok iyi bilmelidir ki; Ne bu Ülkenin Bölünmez Bütünlüğü ne de bu birlik ve bütünlüğün sembolü olan şanlı Türk Bayrağı asla sahipsiz değildir. Başta yüce Türk Milleti olmak üzere onun bağrından çıkmış Türk Silahlı Kuvvetleri, tıpkı atalarının yaptığı gibi, Ülkesini ve Bayrağını koruma ve kollamaya, bunun için gerekirse kanının son damlasını akıtmaya hazırdır. Yeminlidir. Onun vakar ve ciddiyetini, sabrını yanlış yorumlayanlara, yanlış hesap peşinde koşanlara, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Vatan ve Bayrak Sevgisini denemeye kalkışanlara, tarihin sayfalarına bakmalarını öneririz.”
Böyle bir açıklama yapılmış olmasından ziyade açıklamadaki duygu yükü aylardır, yıllardır Avrupa adı altında bütün değer ve varlıkları ezilen millette bir patlama oluşturdu.
Aslında bütün fesat yuvalarının hülyası budur. Bir tarafta PKK’sı diğer tarafta Hizbülvahşetçisi, şucusu, bucusu...
Bu milleti bu hale getirmek için çok uğraştılar. Yıllardır bütün manevî değerlerimize saldırdılar, saldırdılar. Bu işi o kadar sinsi yaptılar ki koca bir milleti maymuna çevirdiler, uyuttular. Birçoklarımız bu oyuna alet oldu. Birkaç kelime ile milleti evirdiler çevirdiler. Din ve maneviyat düşmanlığını devletle özdeşleştirdiler. Biraz dinden bahsedeni hemen aforoz ettiler. Devlet görevlileri maneviyatını gizlemek zorunda kaldı. Sonra da diğer tarafta ahmakların yanına gidip “Bu devlet din ve maneviyat düşmanıdır, senin devletin değildir” dediler. Bir başkasına gittiler, “Bu devlet halk düşmanıdır, senin devletin değildir.” dediler. Fitne-fesat dört bir tarafta kol gezdi. İdare makamındakiler yıllar yılı bu oyuna alet oldu. Uyanık bazı yönetcilerimiz ya bertaraf edildi, ya da öldürüldü. Sonuçta birçoklarının şeytanı devlet oldu. Düşman yıllar yılı ilmek ilmek ördüğü “Şeytan devlet” diye özetlenebilecek fitneyi geniş kitlelerin yüreğine saldı.
Nihayetinde geri dönüşü olmayan bir yola girdik. Öyle bir yol ki ihanet insanların damarlarına işledi. Senin ekmeğini yer, senin ticaretine muhtaçtır, ama fırsatını bulur bulmaz ihanet eder. Senin malını gasbetmeyi, senin malına zarar vermeyi bir hak, hatta bir vazife sayar. Devlet malına zarar vermek ise bir ibadet gibidir. Bu zihniyet öyle üç beş kişi ile sınırlı değildir. Görüyorsunuz öyle hadiseler oluyor ki paranızı vermekle de kurtulamıyorsunuz. Bütün bunlar bu fitnelerin eseridir.
Yıllar yılı bu fitne ve fesat bir kanser gibi yayılırken bizi uyuttular. Basını kullanarak bizi maymuna çevirdiler. Son yıllarda o kadar pervasız hareket ettiler ki ister istemez maymunun gözü açıldı. Ancak hala maymunluktan kurtulma istidadını gösterebilmiş değil. Okuyucularımızı, vatenperver insanlarımızı tenzih ederiz ancak milletimizin genel durumu bu. Zira basın hala aynı icraatına devam ediyor. Bir konunun üzerine gittiği zaman bir bakıyorsunuz herkes tırsmış. Her şeyimizi adeta esir almışlar: Vatanımızı, imanımızı, dinimizi, siyasetimizi...
Dağda teröriste karşı gözünü kırpmadan ölüme atılan vatan evlatlarının cesareti; ovada, rahat ve istirahat içindeki insanımızda yok. Rahatım bozulmasın, bana kimse dokunmasın. Sonra iş işten geçtikten sonra, bu güzel vatan kan deryasına döndükten sonra bu rahatın ne kıymeti kalacak? Memleket bu hale geldikten sonra bu rahat nasıl bulunacak.
Bu hastalıkların ilacına yıllar yılı kerih gözle bakmışız. Baktırmışlar. Uyutmuşlar.
Bakalım sonu nereye varacak!