– Rüyâmda Zât-ı âlî’nizin önünde yürüyordum, sonra kendimi geriye alıp yürümeye başladım.
– İstemediğiniz halde nefsiniz hep öne geçiyor. Çünkü idare onun elinde. Vaktaki idareyi ele alırsanız, siz de yerinize gelmiş olacaksınız. Size her şeyi o kadar güzel açıyorlar ki, biz de kapalı bırakmamak için durumu arzediyoruz. Çünkü bilirsek cidden icabeden sığınmayı yaparız da sırat-ı müstakimde yürümüş oluruz.” (3 Nisan 1976)
– Efendim! Annem memur bir kızla evlenmem için ısrar ediyor.
– Anneler ekseri zaman ilerisini göremez, zannı ile hareket eder. Lâkin çocuk şunu düşünecek. Annemin bana karşı çok emeği var. Şimdiye kadar benim arzularımı hep yerine getirdi, ben de onun arzusunu yerine getireyim.
Yalnız kabul edeceği şeyi sırf rızâ-i Bâri için kabul edecek. Böyle yaparsa Hakk Celle ve Alâ Hazretleri kulunu er-geç selâmete çıkarır. Ya hidayet bahşeder, veya ayrılmasına vesile olur.” (23 Mayıs 1976)
•
– Efendim! Bir kardeşimiz rüyâsında babasını güreşte yenmiş, yendikten sonra da elini öpmüş.
– Eğer o nefsini yenerse, nefsi onun elini öpecek. Ruhun emri altına girince ister istemez ruha tâbi olacak. Yalnız Hazret-i Allah’a sığınıp çok mücadele etmesi lâzım. Çok çok zikir-fikir yapması lâzım ki, işgal ettiği odalardan onu kovmuş olsun. Kovmadıkça ona tâbi olmaz.” (23 Mayıs 1976)
•
– Mânâda beyaz bir elbise giydim. Kanatlı kelebek gibi bir şeyler üzerimde kümeleşiyordu.
– Hakk Celle ve alâ Hazretleri lütfundan elbise giydirirse, melekler o halden hoşlanırlar. (29 Ağustos 1976)
•
– Rüyâmda gördüm ki iki otomobil çarpışmış, tamiri çok güçmüş. Zât-ı âliniz: “Bu arabalar mutlaka tamir edilecek!”dediniz.
– Demek ki neye mal olursa olsun, işin tamirat kısmına gidilecek. Olanları hep bırakacağız, unutacağız. Neye mal olursa olsun, bu işin artık tamir kısmına geçeceğiz inşaallah.” (26 Eylül 1976)
•
– Nasıl, bulunduğunuz yerde rahat mısınız?
– Hamdolsun efendim, bir derdimiz yok!
– Efendim, mümin ibtilâsız olmaz. Muhakkak bir taraftan bir şey gelecek. Geldiği zaman da sabredeceğiz.
– Efendim bugün bize herkes ve herşey yabancı, garip bir hâlimiz var.
– Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Dünyada garip, yahut yolcu gibi ol. Nefsini ehl-i kuburdan say.” buyururlar.
Bu hâl iyidir, bu gariplik lâzım. Çünkü garip insan kötülük yapamaz. Yolcu insan dünyaya kökleşemez. Nefsini öldürüp, ehl-i kuburun haliyle hallenen kötü hareketlerden kendisini alıkoymuş olur.” (5 Nisan 1975)
•
– Rüyâmda beğenilmeyen çok kötü bir iş yapmışım. “Ben bu işi nasıl yaptım!” diye de kendi kendime ikrah ettim.
– Bizim bir iyiliğimiz varsa Hakk Teâlâ’ya âittir. Biz iyilikleri kendimize kötülükleri başkasına mâlederiz. Halbuki iyilikler hep Sahibimiz’indir, kötülükler kendi malımızdır.
Bırakmasın Hazret-i Allah bizi bize. Bırakıldığı zaman bir insanın yapmayacağı şey tasavvur edilemez. Fırsat bulmasın o.” (24 Ekim 1976)
•
– Boş bir iş yerimiz var, kahvehane olarak tutulmak isteniyor, ne buyurursunuz?
– Orada işlenecek bir menhiyatın hissesini muhakkak siz de alacaksınız. Kalacağımız yer muvakkat, gideceğimiz yer ebedî. Kazandıklarımızın hepsi burada kalacak. Boş durması daha iyi. Niçin bu mesuliyet altına girelim? (18 Aralık 1976)
•
– Hacc-ı şerif’iniz mübârek olsun efendim!
– Allah râzı olsun. Teşekkür ederim. Allah’ımız size de nasip etsin. Bize de tekrar tekrar ihsan buyursun. (15 Ocak 1975)
•
– Rüyâmda bir Kabristana gittim. “Esselâmu aleyküm ya ehlel-kubur.” dedim.
Bütün kabristandakiler: “Ve aleykümüsselâm!” diye cevap verdiler. “Nasılsınız?” diye sordum, hiç cevap vermediler.
– Bununla anlaşılmış oluyor ki, onların hepsinde kendilerine mahsus bir hayat var. Her şeyi işitiyorlar. Gerisini karıştırmayın, gerisi kapalıdır. Yalnız şu kadar bilin ki:
‘Sizin her hareketinizi biliyoruz, her sözünüzü işitiyoruz, fakat gerisi kapalıdır.’ diyorlar. (17 Ocak 1975)
•
– İşleriniz nasıl?
– Elhamdülillâh çok iyi, şükründen âciziz.
– Efendim, şükründen hepimiz âciziz. Hazret-i Allah’ın ihsanı sonsuzdur, biz insanların da isyanı sonsuzdur.
Allah’ımızın nimetleri ihsanları derya gibidir, bir mahlûkun şükrü damla gibidir. Bir damla, bir deryaya düşerse hükmü nedir?
Cenâb-ı Allah’a tekarrüb etmiş kullar, gece sabaha kadar yalvarır, sonra sabahleyin gözyaşları ile yaptığı ibadete: ‘Allah’ım, ben kusurlu ibadetler ettim, beni affet.’ diye istiğfar eder.
Biz ise, hem hiçbir şey yapmayız, hem de çok yapmış gibi görünürüz. (5 Nisan 1975)
•
– Bu bina sana mı âit hacı emmi?
– Şimdilik oturuyoruz, kira da istemiyorlar. (5 Nisan 1975)
•
– Efendim biz İslâm’a hizmet gayesiyle gazetelerde dergilerde yazı yazıyoruz. İlmimiz yok, takvâmız yok. Bir yanlışımız birçok insanları ifsât edebilir, vebâle düşebiliriz. Bu hususta zât-ı âlinizden duâ ve himmet istirham ediyoruz. (A. İnan)
– Bunu bildiren Hazret-i Allah’a çok şükredin. Mühim olan kişinin noksanını bilmesidir.
Ben noksanını itiraf edenden korkmuyorum, biliyorum diyenden korkuyorum. Noksanını bilen Hazret-i Allah’a sığınır, biliyorum diyen o ihtiyacı hissetmez. (15 Nisan 1984)
•
– Mânâda zât-ı âlinize ziyarete gelmişiz. ‘Soyunun, size banyo yaptıracağım!’ buyurdunuz.
– Soyunmadan giyinilmez. Hakk’tan gayrı her şeyden soyunacaksınız ki, Allah’ımız bize elbise giydirsin. Hâyâ elbisesi, edep elbisesi... (8 Eylül 1984)
•
– Efendim ‘Dileğim dileğindir.’ buyuruyorsunuz. Biz de bunu sizi taklit ederek söylüyoruz. (M. Ali)
– Ben de takliden söylüyorum canım. Belki Allah’ım hakikatine tahvil eder diye söylüyorum. (15 Nisan 1984)
•
– Oğlum sıkıntı halleri için istihare yapmış. Teybin pili bitmek üzereymiş. Üzerindeki kırmızı ışık yanıp yanıp sönüyormuş.
– Pil mânevî gıdadır. O bitince insan sönmeye mahkum olur. Cenâb-ı Hakk’a istiğfarla, ibadet ve taatle pili doldurması lâzım. Büyük bir tehlikede olduğuna işaret ediliyor. Nefis ve şeytan istilâ etmek üzere. (15 Nisan 1984)
•
– Mânâda Allah-u Teâlâ’nın üç mevsim birden yaşattığını gördüm. Sonra bir de bakıyorum lâpa lâpa kar yağmaya başladı. ‘Hikmetine sual sorulmaz yâ Rabb’i!’ diyorum.
– Rüyânız iki mânâ taşıyor: Birinci mânâ, insanın da mevsimleri var. Yirmi yaşına kadar ilkbahar, kırk yaşına kadar yaz, altmış yaşına kadar sonbahar, daha sonrası kış.
İkinci mânâ ise, şu güzelim ortalığın içinde birdenbire bir azap bir felâket gelebilir. “Bunu da görebilirsiniz, haberiniz olsun!” diyorlar. (4 Ağustos 1984)
•
– Efendim on gün hastanede yattım, bir taraftan tedavi görürken, bir taraftan da çok feyizli anlar yaşadım.
– Orada iki hâl zuhur ediyor: Birisi âcizlik, birisi gurbet. İnsan böyle durumlarda Allah-u Teâlâ’ya muhtaç olduğunu daha çok hissediyor, daha çok sığınıyor.
Onun için fakir der ki:
“İbtilâya düşene acımayın, zevk içinde yaşayana acıyın.”
Başına gelince insan bunları daha iyi anlıyor. (15 Nisan 1984)
•
– Rüyâmda Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri’ni gördüm. Bastonunu boynuma taktı, başımı yere değdirdi.
– İşte efendim, aynen arzedildiği gibi, fenâ olmayan bekâ bulamaz. İki mânâsı var; Zâhirde tevâzu, bâtında varlığı ifnâ etmek. ‘Bunun üzerinde dur!’ diyorlar size.” (7 Temmuz 1984)
•
– Bir arzunuz var mı?
– Arzum zât-ı âlinizi görmekti.
– Allah râzı olsun, Allah’ım hakikati göstersin. (20 Haziran 1984)
•
– Rüyâmda çok güzel yazılmış bir reçete verdiler. (M. Ali)
– Allah’ım hayırlı şifâ ihsan buyursun. Demek ki size başka yerden şifâ gelecek efendim. İnşaallah bir de Zemzem-i şerif’i deneyin. Cenâb-ı Fahr-i Kâinât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ihlâsla içilirse her derde devâ olduğunu beyan buyurmuşlardır. (2 Ağustos 1984)
•
– Siz nasılsınız efendim?
– Çok şükür.
– Hep şükür, hep şükür, hep şükür... (26 Aralık 1984)
•
– Bir arzunuz varsa buyrun!
– Arzumuz sizi görmekti, hamdolsun gördük. Duâ buyurun efendim.
– Allah’ım hakikati göstersin, bizi bize bırakmasın, lütuf rızâsından ayırmasın. (26 Aralık 1984)
•
– Mânâda zât-ı âlinizi ziyarete gelmiştik. Birisi: “Ben yapamam!” dedi ve çıkıp gitti.
– Bizim yolumuzda gaye-maksat-menfaat, yeme-içme yoktur. Bunlar için gelenler gelmesinler.
Gelseler bile barınamazlar, çünkü aradıkları yok. Bu yoldaki gaye, rızâ-i ilâhîyi tahsildir. Onu hedef alan hakikate ulaşır. (29 Ocak 1985)
•
– Nasılsınız efendim?
– İyiyiz hamdolsun.
– Allah’ımız iyilere nâil, lütfuna dâhil etsin. Hiç şüphesiz ki iyiyiz dememiz bir alışkanlık eseridir. Fakat şunu çok iyi bilmemiz lâzım ki, bütün iyilikler Hakk’tan gelir. İnsanın bir kumbaradan hiç farkı yoktur. Sahibi ne koyarsa kumbarada o vardır, alırsa hiçbir şey yoktur. Fakat insanoğlu bu gerçeği bir türlü kavrayamıyor. Bunu ne zaman öğreneceğiz? Hakikate erdiğimiz zaman.” (6 Nisan 1985)
•
– Mânâda zât-ı âliniz için: ‘Herkese not dağıtıyor.’ dediler. Bir de yanınıza geldim ki, herkese ekmek dağıtıyordunuz.
– Fakir der ki: Arkadaş üç türlüdür. Ekmek gibi, ilâç gibi, zehir gibi... Ekmek gibi olanın, her sözü her kelimesi ruhu doyurur. Hazret-i Allah onu o hâle getirmiştir, o ruhlara gıda verir. Onunla her zaman görüşmek lâzımdır.
İlâç gibi olanla arasıra görüşmek faydalıdır. Her zaman görüşülürse zararlı olur. Cenâb-ı Hakk ona az vermiştir, o onu verir.
Zehir gibi olanla ne zaman görüşülürse zarar verir. O gibilerle hiç görüşmemek lâzımdır. (6 Nisan 1985)
•
– Ramazan-ı şerif’te zikrullah yapabildiniz mi?
– Haftada bir yaptık.
– Burada kardeşler her gece yaptılar. Güzel efendim, ona da şükür, elhamdülillâh... İnsan hiç olmazsa haftada bir kere yapmalı, o feyiz ve berekete mazhar olmalı.
Sırf Allah için toplanıldığı zaman, orası cennet bahçesi olur. Kişi görünüşte odadadır, aslında mânevî cennet bahçesindedir. Oranın güzel kokusu üzerine siner. (21 Haziran 1985)
•
– Efendim mânâda zât-ı âlinize âit bir vitrin camının çatladığını gördüm.
– Size: ‘Hayat boyunca dikkatli olun!’ deniliyor. Gönül kırılması camın kırılmasına da benzemez.
Cam kırıldığı zaman camcıyı çağırır taktırırsın, gönül kırılması ise çok korkunçtur. (21 Haziran 1985)