ABD’nin sınır tanımaz emperyal uygulamaları sebebiyle küresel güç kapasitesine sahip ülkeler arasındaki makas gittikçe açılıyor. Daha doğrusu, tabir caizse kılıçlar çekildi... Güç mücadelesi şimdilik siyasi arenada ve değişik sahalarda devam ediyor.
Türkiye bilinen sebeplerden dolayı bu mücadelenin kilit ülkesi haline geldi. Nitekim Türkiye ABD’nin tam bir uydusu olmuş olsaydı; ABD büyük ihtimalle hedeflerinden çok büyük bir kısmına ulaşmış olurdu: Türk askeri Irak’ta jandarmalık yapar, Türkiye okyanus ötesinde biçilen rolleri ezbere oynardı. Ilımlı İslâm adı altında F. Gülen Türkiye’ye getirilir, kendisine halifelik kisvesi giydirilir, “Hıristiyanlar ve Yahudiler de cennete girecek dini” bütün bir İslâm dünyasına empoze edilirdi. Türk askerinin Ortadoğu’da, Kafkasya’da ABD adına kurşun sıkmasının adına da “Osmanlı” denirdi. Böylece “Türk”ü biraz pohpohlayarak ABD dünyanın üzerine kurulurdu.
Türkiye’nin direnişi bütün hesapları alt-üst ettiği gibi, ağırlığı ve önemi de ona göre arttı. Dünya adeta Türkiye sayesinde silkelendi bile diyebiliriz. Halbuki ne güzel de her şeyi hazırlamışlardı. IMF’ye kul-köle olmuştuk. ABD’den gelecek birkaç dolar için yerlere serilmiştik.
Bu badireler biraz olsun atlatılıp tam da “ABD’nin kucağından kurtulduk!” diye sevinirken, kendimizi Avrupacıların elinde buluverdik.
Türkiye büyük ülke. Türkiye hangi tarafa destek verse orası ağdıracak. Avrupa bunu bildiği için bize kapıyı gösteremedi. (Avrupa’nın iflah olmaz Türk düşmanları bile “İmtiyazlı Ortaklık” dediler.) Rusya bunu bildiği için bizimle dostluğunu ilerletmeye çalışıyor.
Şimdi herkesin kafasında “AB” var. Tarih verdiler iyi mi oldu? Kötü mü oldu? ABD AB üyeliğimizi gerçekten destekledi mi? (Türkiye’nin AB’den tarih alma süreci ABD için iki tarafı keskin bir kılıca dönüştü. Türkiye AB’ne yakınlaşsa bir dert, AB’den tokatı yedikten sonra ne yapacağı belli olmaz bir ülke olsa başka bir dert.)
Bu kadar patırtıyı özetlemek gerekirse AB bize 15 yıl sonra “Sen her şeyi yaptın ama ben seni istemiyorum.” diyebilmenin her türlü zeminini hazırlamıştır. Aslına bakılırsa 2005 Ekim ayına kadar neler olacağını kestirmek bile güçtür.
Ancak esas üzerinde durmak istediğimiz husus şudur ki ülke olarak adeta sırat köprüsünde yürüyoruz. Zira gayr-i nizami harp taktiklerinin hemen hepsinin uygulandığı, her türlü ajanlık faaliyetinin uygulandığı bir ülke olduk. Önümüzdeki günler pek hayra alamet değil. Kuzey Irak kaynayan kazan. İsrail pervasızca burayı kaşıyıp duruyor.
Binaenaleyh çok netameli (sıkıntılı) günler yaklaşıyor. Ancak basın halkı uyarma ve uyandırma görevini yapmıyor. Bilakis uyutma ve uyandırmama görevi görüyor. Bu vakıanın ülkemize verdiği zarar tahminlerin çok ötesindedir. Unutulmamalıdır ki basın “Psikolojik Harp”te en önemli silahtır. Bu silah kimin elinde ise harbe galip başlıyor demektir.
Henüz “İletişim devrimi”nin yaşanmadığı yıllardaki büyük harp günlerinde dahi savaşçı ülkelerin bombalar, tanklar yanında kullandığı bir başka silahları daha vardı: Propaganda ve dezenformasyon. Bu görünmez ama etkili silah “iletişim devrimi”nin yaşanmasıyla günlük hayatımızın bir parçası haline geldi. Askerî öğretide bu silahla uygulanan harp yöntemleri “Psikolojik harp” başlığı altında başlı başına bir eğitim konusu olarak karşımıza çıktı. Bu yüzden güçlü ülkeler enformasyon (haberleşme) teknolojilerini tekelleri altına almaya çalıştılar. Tehdit altındaki ülkeler ise bu tehlikeye karşı korunma yöntemleri geliştirmeye çalıştılar.
“ABD'nin Irak saldırısında 'propaganda savaşının' ön plana çıkması, Türkiye'yi de harekete geçirdi. Milli Savunma Bakanlığı, savaş ve seferberlik durumunda radyo ve televizyonların denetiminde RTÜK'ün yanı sıra Genelkurmay'ın da söz sahibi olabilmesi için yasa tasarısı hazırladı. Tasarı yasalaşırsa, TRT ve özel televizyonlar savaş durumunda milli ve manevi duygulara pekiştirmeye yönelik haberler yapacak.
Milli Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan tasarı, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Meclis'e gönderildi.
… Gerekçede, radyo ve TV'nin 'en önemli psikolojik harp vasıtası' olduğu şöyle açıklandı:
'Geniş halk kitlelerine hitap eden radyo ve televizyonların, toplumu etki altına almada olağanüstü bir güce sahip bulundukları ve toplum hayatında büyük önem taşıyan kamu hizmeti gördükleri bilinen bir gerçektir. Seferberlik ve savaş halinde en önemli psikolojik harp vasıtası olan radyo ve televizyonların özellikle; milli birlik ve bütünlüğün güçlendirilmesinde, milli ve manevi duyguların pekiştirilmesinde, milli politikanın desteklenmesinde, halkın ve TSK mensuplarının moralinin en üst düzeyde tutulmasında ve benzeri konularda, şüphesiz çok büyük katkıları olacaktır.'”
Aslında savaş hali devam ediyor. Ancak seferberliği sadece saldırganlar yapıyor.
İletişim istihbaratı da bu gayretlerin bir parçasıdır. ABD’nin pek fazla bilinmeyen istihbarat örgütü NSA özellikle bu konu üzerindeki faaliyetleri ile bilinir:
“Geçenlerde yayınlanan ‘Body of Secrets’ kitabıyla gündeme gelen NSA'nın (National Security Agency) sadece Maryland Eyaleti'ndeki merkezinde 22 bin personel çalışıyor ve toplam çalışanların sayısı 50 bini buluyor.
Eski ajan Wayne Madsen, ...NSA'nın tüm dünyadaki, telefon, faks, cep telefonu, e-mail, uydu telefonu konuşmalarını ve yazışmaları çözebilen SIGNET adında ileri teknoloji ürünü bir ağ kurduğunu belirtti. Wayne Madsen' ... SIGNET, istenilen herkes ve herşeyi izliyor. dedi. Madsen, NSA'nın Türkçe dahil 66 yabancı dili ve hatta aynı dilin farklı şivelerini bile rahatlıkla dinlediğini, NSA'nın Ft. Meade'deki merkezine ‘kripto şehri’ denildiğini, kurumun başına hep ‘üç yıldızlı bir general’ atandığını söyledi.” (4 Haziran 2001, Hürriyet)
İletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı değişim günlük hayatı kolaylaştıran bir gelişme olarak karşımıza çıktığı kadar aynı zamanda zayıf ülkeler için çok büyük bir tehdit haline gelmiştir.
Güçlü devletler ve özellikle ABD iletişim teknolojisinde önde olmak kadar, iletişim araçları ile insanlara ulaşan materyaller üzerinde de tekel kurmaya çalışmaktadır. Yani yazılı ve görsel medya, film endüstrisi, müzik endüstrisi bu tekelleşme gayretinin hedefi olan sektörlerdir. Evet müzik sektörü bile tekelleşme gayretlerinin hedefidir. 20 Haziran 2004 tarihli bir haber:
“Avrupa mahkemeleri daha önce de üç kez, bu gerekçeyle Monti'nin şirket birleşmelerine karşı yaptığı başvuruları reddetmişti.
Sony Music and BMG'nin birleşmesi sonrası, müzik piyasasının yüzde 80'i, sadece dört şirket tarafından kontrol edilecek.
Bu şirketler mecvut pazar paylarına göre sırasıyla Universal, Sony-BMG, EMI ve Warner olacak.”
Bizler haberleri, programları tek pencereden alıyoruz. Zira ABD’den sonra bu konuda en başarılı oldukları ülke Türkiye’dir.
ABD’den sonra en fazla televizyon kanalı olan ülke hangisi biliyor musunuz? Türkiye. Peki ABD ile birlikte dünyanın en fazla televizyon izleyen ülkesi hangisi biliyor musunuz? Türkiye. “Daha önce, günde 3.5 saat ile dünya ikincisi olan Türkiye, dizi film furyasıyla birlikte 4 saat ortalamayla dünyada ilk sırada olan ABD'yi yakaladı. Türkiye, kitap okuma oranı açısından ise oldukça gerilerde. Bir Japon yılda 25 kitap okuyor, 6 Türk'e bir kitap düşüyor.” (Milliyet internet, 23.10.2004)
Peki bu kadar televizyon seyrediyoruz da ne öğreniyoruz? Falanca filanca ile ne yaptı? Falan kadın kocasına nasıl ihanet etti? Filan manken bilmem ne yaptı?
Avrupa ve Amerika birçok noktada müşterek çalışır. Fonlarla, vakıflar aracılığı ile Türkiye aleyhindeki yayınları, bu tür yayın yapan gazetecileri desteklerler. Kitap yazdırtıp para verirler. Para verip haber yazdırtırlar. Bizim beynimiz lüzumsuz ve çarpıtılmış haberlerle uyuşturulmuş olduğu için çok zaman yapılmak istenenleri göremeyiz.
Amerikan CNN televizyonunun Irak savaşından sadece bir-iki yıl evvel Türkiye’de yatırım kararı alması sizce bir tesadüf mü? Eski düşman Rusya’nın devlet başkanı Putin 500 yıllık Türk-Rus tarihinin en üst düzey ziyaretini gerçekleştirdiğinde televizyonlarda ne kadar yer bulabildi? Hiç Bush’un gelişi ile kıyasladınız mı? Bush hakkında yapılan haberin tarzı ile Putin hakkında yapılan haberlerin tarzını, gazetelerdeki manşetleri karşılaştırdınız mı? Putin’in ziyaretini önemsiz gibi göstermeye çalışan onlarca haberi hiç bu gözle değerlendirdiniz mi?
Birçok önemli haber medyada kendine yer bulamıyor. Farkında mısınız? Bir adam çıkıyor Türkiye’yi derinden sarsacak açıklamalar yapıyor, televizyonlar kendisiyle röportajlar yapıyor, ancak hiç kimse yayınlamıyor. Farkında mısınız?
Halk bunlara artık inanmıyor, ancak uyuşturulmuş olduğu için gözünü açamıyor. Bu göz açılacak, hiç merak etmeyin.