Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - “Batı Medeniyet(!)i” Barbarlıkta Sınır Tanımıyor! - Ömer Öngüt
“Batı Medeniyet(!)i” Barbarlıkta Sınır Tanımıyor!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Aralık 2004

 

“Batı Medeniyet(!)i”
Barbarlıkta Sınır Tanımıyor!

 

Azgınlık, pervasızlık, sömürü, yağmalama, katliam, soykırım, işkence, tecavüz, yalancılık, sözünde durmama, kibir, yapılan andlaşmalara sadık kalmama, iki yüzlülük, sahtekârlık....

“Bir insanda bulunsa onu hayvandan daha aşağı yapacak bu sıfatları hangi devlet veya devletler hakediyor?” diye sorulsa ne cevap verirsiniz?

 

Batı’nın İkinci Yüzü:

Batı, her devirde daima iki yüze sahip oldu. İnsanlığa zulüm ve işkence taşıyan yüzünü hiçbir devirde kaybetmedi. Batı’nın tarihi aynı zamanda kesintisiz bir zulüm ve soykırım tarihidir.

Haçlı seferlerinde yaptıkları zulmü kendi tarihçileri itiraf etmek zorunda kalmıştır. Kudüs’e girdiklerinde kadın-çocuk ayırmadan yaptıkları katliam havsalanın alacağı boyutların çok ötesinde idi, sokaklar ceset parçaları ile dolmuştu, kan deryası yürüyen insanın ayak bileklerini geçecek kadar çoktu.

“İlk haçlı seferinde Hıristiyanlar Kudüs'ü aldıklarında, ... Harem-ül Şerif'deki Müslüman olan tüm kadın ve çocukları öldürmeyi sürdürdüler. Size bu hikayenin bugün hala Ortadoğu'da anlatıldığını ve hala bunun bedelini ödediğimizi söyleyebilirim.” (Bill Clinton, Hürriyet, 10 Kasım 2001)

Yine bu seferler esnasında kendilerini buyur eden Bizans’ı ve İstanbul’u -yani kendi dindaşlarının yaşadığı ülkeyi- yağmaladılar.

“...Bartholomeos'u önceki gün kabul eden Papa 2. Jean Paul, Haçlı ordularının 1204'te İstanbul'u yağmalamasından dolayı ondan özür diledi.” (Akşam, 1 Temmuz 2004)

Harun Reşit zamanında İstanbul’da yaşayan müslümanların sayısı çoğaldı diye bir araya gelen Bizansın din adamları ve devlet ricali İstanbul müslümanlarının yokedilmesine karar verdiler. Bugün Karaköy olarak bilinen yerde yaşayan onbinlerce müslüman -çocuklar dahil- kılıçtan geçirildi. Harun Reşit bu hadise üzerine o kadar üzülmüştü ki rivayetlere göre ömrünün sonuna kadar gülmedi. Bizans üzerine seferler düzenledi.

Avrupa’nın “Aydınlanma çağı” diye kibirlene kibirline bir yere koyamadığı devir, ilham aldıkları Endülüs’ü yerle bir etmeleriyle başladı. Bugünkü İspanya ve Portekiz’in bulunduğu İber yarımadasında yaşamış yaklaşık 800 yıllık bir İslâm medeniyeti bütün Avrupa’ya ilim ve irfan yaymıştı. (Bütün Avrupa sefalet ve pisliğin içinde yaşarken, 10.000, 20.000 nüfuslu şehir yokken İslam ülkelerinde nüfusu yüzbinlerle ifade edilen metropolller vardı.) Bu medeniyeti yerle bir etmekle kalmadılar. Bütün müslümanları ya öldürdüler ya da sürgün ettiler, zorla din değiştirmeye mecbur ettiler.

Bu katliamın hemen beraberinde İspanyollar’ın Orta ve Güney Amerika katliamları başladı. Aztek ve Maya medeniyetleri haritadan silindi. Milyonlarca insan öldürüldü, yerli halk maden ocaklarında öldüresiye çalıştırıldı. Bugün Arjantin’in tamamı beyaz Avrupa (İspanyol) insanıdır. Bu ülkedeki bütün yerliler yok edillmiştir. (O devrin en büyük Avrupa devleti İspanya idi. İspanya’nın zayıflama sebeplerinden birisi de bu yeni kıtadan getirilen kirli altın ve madenlerin sebep olduğu enflasyon idi.)

Daha sonra İngiliz ve Fransızların Kuzey Amerika katliamı devam etti. Buradaki Kızılderililer soykırımdan geçirildi. (Gerçek bu iken bize filimlerde hep Kızılderilileri kafa derisi yüzen caniler olarak gösterdiler.)

Bu arada Afrika katliamı da devam etti. Batı Afrika’nın Senegal, Nijerya gibi ülkelerinin iri yapılı yerlileri köle ticaretinin en kıymetli malları idi. Zenciler Amerika’da 1950’li yıllara kadar kanun önünde dahi ikinci sınıf insan muamelesi gördü. Kölelik kalksa da pratikte devam etti. Amerika’da binbir eziyet ve işkence ile çalışmaya, yoksulluk ve sefalet çekmeye devam ettiler.

“Biz köleleri kullanarak ABD'yi kurduk ve masum olmalarına rağmen sürekli onları öldürdük. Topraklarına ya da madencilik haklarına sahip ya da sadece onları tam bir insan olarak görmediğimiz için yerlerinden yurdundan edip öldürdüğümüzde bu ülke görmezden geliyordu. Ve bugün hala bunun bedelini ödüyoruz.” (Bill Clinton, Hürriyet, 10 Kasım 2001)

20. yüzyıl eski yüzyılları pek de aratmadı. Afrika’da yerli halkı tıp deneylerinde habersizce kobay olarak kullandılar. AIDS’in Afrika’da bu kadar yaygın olmasının sebebinin bu deneyler olduğu iddia edilmektedir. (Nitekim kimi iddialara göre AIDSvirüsü yapay bir virüstür.)

Fransızlar yaklaşık bir milyon Cezayirli’yi öldürdü, esir Cezayirli’leri aynı şekilde tıbbi deneylerde kullandı.

Unutulmamalıdır ki Yahudilik gibi hıristiyan öğretisi de kendi dininden olmayanları soykırımdan geçirmeyi mübah görür.

Avrupa ve özellikle Amerika sömürge düzenine devam edebilmek, kukla yönetimler ihdas edebilmek için dünyanın her yerinde anarşi, terör ve savaşların tetikleyicisi, katliamların destekçisi oldular. (Batı’nın soykırım tarihi ve sebep oldukları katliamların tamamı sıralanmaya çalışılsa kitaplar almaz.)

"Sadece Reagan yıllarında bile, Orta Amerika’da ABD destekli teröristler, gerilerinde binlerce işkence edilmiş ceset, milyonlarca sakat-yetim ve kalıntılar içinde 4 ülke bıraktı" (Noam Chomsky, Ntv-msnbc, 6 Kasım 2001)

Haberleşme ve istihbarat tekniklerinin gelişmesi maskeli operasyonların önünü açtı. Gerçek yüzlerini gizlemeleri daha kolay hale geldi. Ancak Bosna’da olduğu gibi, Irak’ta olduğu gibi katliam ve soykırıma devam ettiler. Birçok yerdeki katliam ve insanlık dışı uygulamaya sessiz kaldılar. Ruanda’da kendilerine sığınan 1 milyon insanı kaderlerine terk ettiler, soykırıma seyirci kaldılar.

Öldürülen insanlar kendi ırkından değilse, ekonomik çıkarlarına aykırı bir durum yoksa hiçbir insanlık dramı umurlarında bile olmadı.

“Clinton’ın ilk iki yılında öne çıkan temel girişimlerden biri Amerikalıların sağlık hizmetlerinden daha iyi yararlanabilmelerini hedefliyordu. Ancak 1994 yılında ilaç şirketlerinin emriyle Uruguay Turu çerçevesinde ‘başarıyla’ dayattığımız patent ve telif hakları rejiminin dengesizliği, diğer ülkelerin sağlık hizmetlerinde tam tersi sonuçlara neden oldu.” (Joseph E. Stiglitz, 90’ların Yükselişi, sh: 236)

“...IMF Batılı bankalar konusunda milyarlar değerinde teminat sağlamaya istekliydi; yoksullara yardım sağlayacak daha küçük rakamlara sıra gelince ise para tükenmişti. Bu kesintiler ilan edildikten bir gün sonra başkaldırılar patlak verdi; öngördüğümüz felaket gerçekleşti. Ülke (Endonezya) henüz tam olarak kendine gelememiş durumda.” (Joseph E. Stiglitz, 90’ların Yükselişi, sh: 217)

İcad ettikleri bombaları kullanmaktan çekinmediler. Atom bombası, kimyasal bomba, biyolojik silahlar hepsini denediler. Sıkıştıkları takdirde hepsini kullanmaktan çekinmeyecekler. Çünkü bunların genlerinde barbarlık var. Düşmanlık var. İslâm düşmanlığı var. Batı milletleri bir düşmana muhtaçtır. Kendisini düşmanı ile tanımlar. Düşmanı yoksa Batı da yoktur. Nitekim bugünkü Batı dilleri düşmanlık -İslâm ve Türk düşmanlığı- temelinde vücuda gelmiştir:

“Batı'nın zihninde her zaman hazır bir İslam düşmanlığı imajı vardır. Bunun tarihi kökleri vardır ve 11 Eylül'den sonra olduğu gibi her olayda bu tarihsel şuuraltı ortaya çıkmaktadır. Bu şuuraltının temeli 9. yüzyılda İspanya'da Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki mücadeledir. O dönemde Batı büyük bir cehalet içerisindeydi. Yeni tanıdıkları İslam'ın medeniyet anlayışına hayran kaldılar ve bu onlar için adeta bir şok etkisi yaptı. Bu da İslam dünyasına doğru bir ilgi ve yönelmeyi getirdi. İslam'ın yayılmasından endişe eden dönemin Hıristiyan otoriteleri tedbir aldılar. ...İlk olarak da Müslümanları zalim göstermek için propagandaya giriştiler. ...Böylelikle Avrupa'da ciddi bir İslam karşıtlığı başladı. Haçlı seferlerinin temelini de bu olay atmıştır. Bu savaşlar esnasında 'Sanshon de jest' denilen savaş destanları yazılmaya başladı. O zamana kadar Avrupa'da sadece Latince yaygın ve yerel diller de yok. Yazılan bu 200'ü aşkın İslam'a karşı kahramanlık destanları yerel dilleri de doğurdu. Bunlar İspanyolca, İtalyanca gibi bugünün Avrupa dillerinin ilk yazılı metinleridir. Fransız Roland'ın destanı Fransızca'nın ilk yazılı metnidir ve bugün de bütün Avrupa okullarında bu destanlar temel metin olarak okutulur. Bu destanların hepsinde Müslümanlar hain, gaddar, kan dökücü, kötü insanlar olarak tasvir edilir. Onlara karşı kahramanlık gösteren Hıristiyanlar ise "iyi"yi ve "doğru"yu temsil ederler....” (Prof. Dr. Bekir Karlığa, D.B.Tercüman, 11 Şubat 2002)

İnsanoğlu karşısındakini hep kendi değer yargıları ile değerlendiriyor. Biz millet olarak bu noktada çok defa aldanmışızdır. Batı kendisi barbar olduğu için bizi barbarlıkla itham eder, kendisi soykırımcı olduğu için bizi soykırımla itham eder.

Ermenileri hainlik yaptıkları için sürgün ettik diye tepemize biniyorlar. Bunların yaptığı soykırımların bir tanesini yapmış olsak ağzımızı açtırmazlardı. Bunlar bu kadar ikiyüzlü, bu kadar bencildir. Kendilerinden başka kimseye insanlık ve huzuru layık görmezler. Kendilerinden olmayanlara tepeden bakarlar, onları medeniyet götürülecek hayvan gibi görürler.

Kendi reklamlarını öyle bir yapıyorlar ki, elde ettikleri maddi inkişafın da yardımıyla birçoklarının gözlerini boyamışlardır. Halbuki görüleceği gibi onlarınki dış görünüşten başka hiçbir özelliği olmayan, insanı insan yapan değerleri kendi milletine dahi verememiş, kaba, hoyrat, bencil bir medeniyettir.

Halbuki biz millet olarak hiç kimseden özür dilemek zorunda kalmadık. Atalarımız bize iftihar sayfaları ile dolu bir miras bıraktı.

 

Bu fotoğraf 1994 yılında Sudan’daki kıtlık zamanında çekildi.
Resimdeki çocuk yaklaşık 1 km. ötedeki BM yemek kampına emekleyerek ulaşmaya çalışıyor, akbaba ise onun ölmesini bekliyordu.
Fotoğrafı çeken Kevin Carter bu fotoğraf sayesinde Pulitzer ödülü aldı. Ancak fotoğrafı çektikten sonra çocuğa yardım edip onu kurtarmayı unutmuş(!)tu. Carter bu fotoğrafı çektikten 3 ay sonra intihar etti.
Bu trajik hikaye çok konuşuldu. Konuşulan Carter’in durumu idi. Ancak burada dikkatten kaçan bir husus var ki; Carter’in hareketi ortalama bir Avrupalı davranışı idi. Farklı olan kendi iç çelişkisini kendisinin fotoğraflamış olması ve bu fotoğrafla hergün yüzleşmek zorunda kalmasıydı.
Adına “İnsanlık” denilen haslet Batı insanının üzerinde iğreti duruyor, ufak bir rüzgârda, küçük bir çıkar söz konusu olduğunda hemen düşüyor. Çünkü iç dünyaları barbar ve faşist bir tarihi alt yapının mirasını taşıyor.

 

“Medeniyet Dediğin
Tek Dişi Kalmış Canavar”:

Batı Medeniyeti denilen şeyin gerçek şifreleri çözüldüğü ve iyi tanımlandığı zaman görülecektir ki, Batı’nın bize verebileceği hiçbir şeyi yoktur.

Denilebilir ki, bilim-teknik.

Evet, şehirleşmeden insan hayatını kolaylaştıran teknolojiye, sosyal güvencelerden devlet yönetimine insanın maddi hayatı ile ilgili birçok şeyde öne geçmişlerdir. Ancak bunların en büyük dayanağı zenginliktir, sömürü ve yağma düzenidir. Yağmaladıkları zenginliği paylaşırken kendi aralarında sık sık savaştıkları da vakidir. Şundan emin olabilirsiniz ki bu zenginlik kaybolduğu, tehlikeye düştüğü zaman nasıl ki bütün dünyayı hercü merce garketmekten çekinmiyorlarsa kendi kendilerini yemekten de çekinmeyeceklerdir. Bütün bu görkemli ve ışıltılı yapı büyük bir gürültüyle insanların tepesine çökecektir.

Zira Batı, “Medeniyet” denilen şeyi gerçek medeniyet yapacak olan “Ruh’tan “Manevî temel”den yoksundur. Yoktur.

Bunun temsilini şöyle verelim:

İnsanlara has bazı sıfat ve özellikler vardır. Kimi insanlar üstün hasletlerle mücehhezdir; belki parası yoktur, fakirdir, belki de varlıklı birisidir, hizmetçilerin dört döndüğü güzel konaklarda ikamet ediyordur. Ancak onu üstün kılan parasının azlığı ya da çokluğu değil, asaleti, alicenaplığı, cömertliği, fedakarlığı, ahlak ve faziletidir. Bu hasletlere sahip bir insan varlığı ile çevresini aydınlatır, topluma ışık saçar.

Bunun gibi milletler de böyledir. “Batı” ise insanı insan yapan bu hasletleri özümseyememiş, başka bir tabirle içselleştirememiştir. Çünkü bu hasletler “Batı”nın kültür genleri ile uyumsuzdur.

“Mezbelelikte yetişen yeşillikten sakınınız.” (Hadis-i şerif)

“Asil azmaz.”

“Nadir bulunur tıynet-i kemâlde kusur, kem mâyede eyler neki eylerse zuhur.”

Irak’ta, Felluce’de yaşananlar ve maalesef daha başka yerde yaşanacak olanlar bu sözlerimizin en büyük delilidir.

 

Bu Sahte Medeniyet
“Ad” ve “Semud” Gibi Yok Olacak:

“Batı”nın zenginliği “Karun”un zenginliğine, binalarının görkemi, teknolojilerinin gelişmişliği Ad ve Semud kavminin sahip olduğu devrinin benzersiz şehirlerine (Medeniyet şehir kökünden gelme bir kelimedir.) benzemektedir.

Eski ümmetler zamanında yaşamış Karun’un zenginliği Kur’an-ı kerim’de “Biz ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik.” beyan-ı ilâhî’si ile anlatılmaktadır.

“Debdebe ve ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler dediler ki: ‘Keşke Karun’a verildiği gibi bizim de olsaydı. Doğrusu o büyük nasip sahibidir.’” (Kasas: 79)

“Nihayet Karun’u da sarayını da yerin dibine geçirdik.” (Kasas: 81)

Ad kavmi de devrine göre çok ileri tekniklerle binalar yapmışlar, yeraltı su depoları inşa etmişlerdi. Dağları oyarak ve çok katlı ilk binaları yapanlar onlardı. Yaratılışları da diğer insanlara göre iri idi.

“Andolsun ki onlara size vermediğimizi vermiş onları sizi yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiştik.” (Ahkâf: 26)

“Yaratılış itibari ile sizi üstün yaptı.” (A’raf: 69)

Ancak onlar büyüklük tasladılar. Başka kavimlere zulmettiler, merhamet göstermediler. Fakat bu azgınlıkları çok uzun sürmedi:

“Görmez misin Rabbin nasıl yaptı Âd’e? Sütunlar sahibi İrem’e? Ki, onun şehirler içinde benzeri yaratılmamıştı.” (Fecr: 6-7-8)

Avrupa’ya, Amerika’ya özenen onlara yalakalık yaparak bir şey elde edeceğini zannedenler buna göre özensinler, buna göre hareket etsinler.

Bu barbarlar sırtlan gibidir, ayağınız tökezlediğinde ısırırlar; akbaba gibidirler, leşinizi yemek için ölümünüzü beklerler. Daima sırıtırlar, ancak yüzlerine dikkatle bakarsan bu gülüş sırtlan gülüşüdür.

AB’ne girmek için aslını inkâr eden, Avrupa değerlerini kendisine düstur edinen, “Hepimiz Bizansın çocuklarıyız.” dendiği zaman mest olan Bizans ve Avrupa dölleri de bu barbarlığın ortaklarıdır.


  Önceki Sonraki