Mekke-i mükerreme döneminde müşriklerin Resulullah Aleyhisselâm’a karşı muhalefetleri şiddetlendiği sıralarda nâzil olmuştur. Yirmi sekiz Âyet-i kerime, iki yüz yirmi bir kelime ve yedi yüz elli harften teşekkül etmiştir.
“Nûh” ism-i şerifi, hem bu Sûre-i şerif’in ismi hem de muhtevâsıdır.
“Nûh” sûre-i şerif’inde Mekke-i mükerreme döneminde inen diğer Sûre-i şerif’ler gibi, inanç esasları temellendirilmektedir.
Hülâsa olarak bu mübârek Sûre-i celîle’de Hazret-i Nuh peygamberin, inatçı kavmi ile arasında geçen hadiselerden söz edilmektedir.
Birinci Âyet-i kerime’de; Allah-u Teâlâ’nın Nuh Aleyhisselâm’a peygamberlik vererek onu insanları uyarmakla vazifeli kıldığı haber verilmektedir.
Beşinci Âyet-i kerime’ye kadar dâvetinin mahiyeti, kavmini doğru yolu bulmaları ve isyanı terketmeleri için yaptığı tevsiyeler anlatılmaktadır.
Yirmi beşinci Âyet-i kerime’ye kadar Nuh Aleyhisselâm’ın Allah-u Teâlâ’ya, küfürden bir türlü vaz geçmeyen kavmi hakkında selis bir üslupla arz-u hâlde bulunduğu belirtilmektedir.
Mütebâki Âyet-i kerime’lerde Nuh Aleyhisselâm’ın bütün öğüt ve irşadı karşısında kılları kıpırdamayan kavmini Allah-u Teâlâ’ya havale ettiği, onlara bedduâ yaptığı beyan edilerek Sûre-i şerif son bulmaktadır.
Hazret-i İdris Aleyhisselâm göğe yükseldikten sonra, insanlar başlarında bulunan kötü yöneticilerin de etkileri ile doğru yoldan ayrıldılar ve putlara tapmaya başladılar. Allah-u Teâlâ onları başlarına gelecek azapla korkutmak, merhameti ile müjdelemek; tevbeye, Hakk’a yönelmeye, bir olan Allah’a ibadet etmeye dâvet etmek üzere, Nuh Aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdi.
Aldığı bu ilâhî görev üzerine Allah-u Teâlâ’nın varlığını ve birliğini, ululuk ve azametini, emir ve yasaklarını onlara bütün gayretiyle duyurmaya çalıştı.
“Kendilerine yakıcı bir azap gelmezden önce kavmini uyar diye Nuh’u kendi kavmine gönderdik.” (Nûh: 1)
Bu azap dünyada tufan, ahirette cehennem azabıdır.
Nuh Aleyhisselâm Kur’an-ı kerim’de kırk üç yerde anılmış olup, kıssası; A’râf, Hûd, Müminûn, Şuarâ ve Kamer sûre-i şerif’lerinde, hususiyetle bu sûre-i şerif’te tafsilâtlı olarak anlatılmıştır.
Hakk’ı bırakıp putlara ve bâtıla yönelen, küfür ve sapıklığa dalan bir topluluğa, Allah-u Teâlâ’nın ilâhî hükmü tebliğ üzere gönderdiği ilk resuldür. Ulü’l-azm peygamberlerin de ilki sayılır.
Nuh Aleyhisselâm uzun bir ömür sürmüş olup, peygamberlerden en çok cihad yapanı, ezâ ve cefâlara en çok tahammül edenidir. Hayatını Allah yolunu göstermeye ve tanıtmaya vakfetmiş bulunuyordu. Mübarek ism-i şerif’leri Tevrat’ta, Zebur’da, İncil’de anıldığı gibi; Kur’an-ı kerim’de de saygı ile anılmış, ibretli kıssası anlatılmış, böylece kıyamete kadar hayırla anılması sağlanmıştır.
Bir Âyet-i kerime’de:
“Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık.” buyuruluyor. (Sâffât: 78)
Çağlar boyunca beşeriyetin daima meth-ü senâsına mazhar bulunmaktadır.
Nuh Aleyhisselâm’ın kavmi Allah’a şirk koşarak putlara tapan ilk kavimdir. Putperestliğe iyice sarılıp Tevhid inancını kaybetmekle kalmamışlar, her türlü ahlâksızlığı yapmaya başlamışlar; fuhşu, içki içmeyi meşrulaştırmışlar, küfür ve azgınlıkta, zulüm ve isyanda çok ileri gitmişler, eğlence ve sefahata dalarak Allah-u Teâlâ’ya itaattan yüz çevirmişlerdi. Fakat en büyük suçları Allah’a şirk koşmaları idi.
“Vedd”, “Suvâ”, “Yegûs”, “Yeûk” ve “Nesr” adlarında putları vardı. Bu putlar aralarında daha önceleri yaşamış sâlih kişilerin isimleri idi. Onları anmak ve sâlih amellerini hatırlamak, hatıralarını yaşatmak için heykellerini yapmışlardı. Zanlarına göre onları unutmayacaklar, kendilerine numune edineceklerdi. Fakat zaman geçip de bu husustaki bilgileri unutulunca, nesiller sonra bu heykelleri putlaştırarak tapmaya başladılar. Bundan dolayıdır ki, maksat ne olursa olsun heykelcilik İslâm’da haram kılınmıştır.
Beşeriyetin ikinci babası sayılan bu muhterem peygamber, nübüvvet verilmesinden hemen sonra, önce kendisinin uyarıcı bir elçi olduğunu ilân etti:
“Dedi ki: ‘Ey kavmim! Şüphesiz ki ben size gönderilen apaçık bir uyarıcıyım.’” (Nûh: 2)
Daha sonra, kendisiyle aynı dili konuşan, bu sebeple aralarında bir kavmiyet meydana gelmiş olan kimseleri tevhide, Allah’ı bilip O’na ibadet etmeye, azabından sakındırmaya, rahmetini müjdelemeye çağırdı.
Onlara dedi ki:
“Allah’a kulluk edin!” (Nûh: 3)
Çünkü kulluk sizin yaratılış gayenizdir. Kul olduğunuz ancak O’na ibadet etmekle ortaya çıkar.
“O’ndan korkun ve bana da itaat edin!” (Nûh: 3)
Bana yapılan itaat Allah’a itaattir, bana itaatsizlik ise Allah’a itaatsizliktir.
“Ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin (cezalandırmadan yaşatsın).” (Nûh: 4)
Ecel gelmeden önce bağışlandıktan başka, sevap kazanacak güzel işler yapmaya da meydan bulabilesiniz.
“Bilinmeli ki, Allah’ın belirttiği süre gelince artık o ertelenmez. Keşke bilseniz!” (Nûh: 4)
Bunu bilseydiniz, iman etmeye koşardınız. Bu durumunuzu sürdürdüğünüz takdirde dünyada ve ahirette size acıklı bir azap geleceği şüphesizdir.
Son derece haddi aşmış olan halkı Nuh Aleyhisselâm önce tek tek, gizliden gizliye dâvete başladı. İnatta ileri gitmiş bu insanları gece gündüz durup dinlenmeden dâvet etti, geceyi gündüze kattı. İkaz ve irşaddan bir an geri kalmadı. Fakat onlar kabule yanaşmadılar.
Bu kadri yüce peygamberi dinlememek için parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, elbiselerini başlarına örtüyorlar, onu katlanılmaz bir kişi olarak görüyorlardı.
Sonra onları açıktan açığa dâvet etmeye başladı, bir araya getirdi, topluca dâvet etti. Bütün tebliğ metodlarını denedi.
Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine inandıkları takdirde geçmiş bütün kusur ve günahlarının bağışlanacağını söyledi. Allah-u Teâlâ’nın engin rahmetinden, azabının şiddetinden bahsetti. Bazen ümit verip müjdeledi, bazen tehdit edip korkuttu. Böyle gittikleri takdirde başlarına gelecek olan şiddetli azabı kendilerine haber veriyordu. Fakat bir türlü söz dinletemedi.
Nuh kavmi akıllarını iyiye kullanmadılar. Ne söylemişse itiraz ettiler, anladılarsa da anlamamazlıktan geldiler, Nuh dediler peygamber demediler.
Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin küfürde uzun zaman inat ve ısrar etmeleri üzerine Allah-u Teâlâ onları bir dönemde kıtlıkla mübtelâ kıldı. Çok sıkıntılar çektiler, malları hayvanları helâk oldu, kadınları kısırlaştı.
Kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmasına rağmen; tıkanmış kulaklarına söz girmedi, kör gözleri hakikati görmedi, kilitli gönülleri açılmadı, donmuş akılları gerçeği idrak etmedi, hiçbir nasihat fayda vermedi, verilen öğütler inatlarını artırdı. Allah’ı hatırlatma ise sapıklık ve fesatlarını şiddetlendirdi, sövdüler saydılar. İyiliğe kötülükle, şefkate şiddetle karşılık verdiler.
Her türlü ezâ ve cefâyı revâ gördüler. Bayılıncaya kadar boğazını sıktılar, kanı akıncaya kadar dövdüler. O ise hem yüzündeki kanlarını siliyor, hem de:
“Allah’ım! Kavmimi bağışla, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” diye duâ ediyordu.
Son olarak da öldürme tehdidinde bulundular, fakat susturamadılar.
Müşrik kavmi inanmamakta direndikçe direndiler, hatta şiddetle karşı çıktılar. Engel olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kendilerini sapıklıktan kurtarmaya çalışan peygamberlerini sapıklıkla suçladılar, hakaret ettiler, alay ettiler. Kibirlendikçe kibirleniyorlar, yaptıkları kötülüklerle böbürleniyorlardı. Kavmin ileri gelen elebaşları; mal ve mülkleriyle, makam ve mertebeleriyle peşlerinden gidenleri aldatıyorladı. Putlarına sarıldıkça sarılıyorlar, diktikleri putların etrafına insanları toplayarak Hakk’tan saptırıyorlardı.
Nuh Aleyhisselâm’ın karısı da onlarla işbirliği yapıyor, bir kişi iman edecek olsa, hemen gidip onlara haber veriyordu.