Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TARİHTEN SAYFALAR - Küffârı Anadolu Topraklarından Kovup Diyâr-ı Rûm’u İslâm Yurdu Hâline Getiren Sultan Alparslan Ve Malazgirt Zaferi - Ömer Öngüt
Küffârı Anadolu Topraklarından Kovup Diyâr-ı Rûm’u İslâm Yurdu Hâline Getiren Sultan Alparslan Ve Malazgirt Zaferi
TARİHTEN SAYFALAR
Hakan Yılmaz
1 Ağustos 2004

 

Küffârı Anadolu Topraklarından Kovup,
Diyâr-ı Rûm’u İslâm Yurdu Hâline Getiren
Sultan Alparslan ve Malazgirt Zaferi

 

Türk târihi, yaptıkları büyük hamlelerle dünyanın seyrini değiştiren ve akıllara durgunluk veren işleriyle hem İslâm âlemini, hem de dünya medeniyetlerini derinden etkileyen yüksek şahsiyetlerle doludur. Dokuz yüz otuz üç yıl önce, Malazgirt ovası’nda hıristiyan Bizans ordusunu mağlûp ederek, diyâr-ı Rûm’u İslâm yurdu hâline getiren Selçuklu sultânı Ebû Şücâ’ Muhammed bin Alparslan Hân’ın (ö.1072), bu şahsiyetlerin büyüklerinden birisi olduğunda şüphe yoktur.

1033 (H.425)’te dünyaya gelen Sultan Alparslan Hân, Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdârı olan Tuğrul Bey’in kardeşlerinden Çağrı Bey’in oğludur. Selçuklu Devleti, Tuğrul Bey ve kardeşi Çağrı Bey’in kurduğu temeller üzerine oturmuş; Tuğrul Bey’in ölümünden sonra, yerine geçen yeğeni Alparslan’la da zirve noktasını bulmuştur.

Çağrı Bey ölüm döşeğinde iken, yerine oğlu Alparslan’ı bıraktığını açıkça bildirmiş ve vezîri Nizâmülmülk’ü vezir yapmasını kendisine vasiyet etmişti. Sultan Alparslan tahta geçer geçmez babasının vasiyetini yerine getirerek, Nizâmülmülk’ü derhâl kendisine vezir tâyin etti. Çocukluğundan beri yüreğinde taşıdığı, müslümanları tek bir bayrak altında toplama ve İslâm’ı dünyaya hâkim kılma ideâli doğrultusunda, vezîriyle birlikte önce devleti içten ıslâh etme gayretine yöneldi. Nîzâmülmülk, Alparslan’ın İslâm birliği yolundaki mücâdelesinde büyük bir rol oynuyor, Sultân’ı bu yönde gayrete getirecek etkileyici sözler söylüyordu.

Nitekim bir gün; “Sultân’ım! Horasan’da yüksek zâtın için öyle bir ordu hazırladım ki; bunların yardımı seni hiçbir zaman yalnız komaz, uğrunda hedeften şaşmayan oklar atıp dururlar. Bu ordunun neferleri ulemâ ve evliyâdır ki; bunlar dünyaya meyletmezler, sana ve orduna her dâim duâ kılarak yardım ederler!” diyerek, arkasındaki mânevî güç ve destekten kendisini haberdâr etmişti.

Alparslan doğuda İslâm birliğini sağlamakla uğraşırken, batıda da Roma topraklarına doğru hızla ilerlemeyi ihmâl etmeyip, 1064 yılı Şubat ayında “Rum gazâsı” adı verilen seferine çıktı. Bir ay devâm eden şiddetli muhâsaradan ve çarpışmadan sonra, 16 Ağustos’ta, Bizans’ın elindeki en müstahkem şehir olan Ani’yi zaptetti. Bu parlak zaferden sonra Alparslan’a, halîfe Kâim bi-Emri’llâh tarafından “Ebu’l-Feth”ünvânı verildi.

Sultan Alparslan bu şanlı fethin ardından fetih yönünü doğu bölgesine kaydırarak, Mâverâünnehr topraklarını zaptetti. Alparslan’ın doğu seferi zaferle netîcelenirken; Hazar Denizi’nden Taşkent’e kadar devâm eden uçsuz bucaksız topraklar tamâmen Selçuklu hâkimiyeti altına giriyordu.

Alparslan Anadolu’daki fetihleriyle, hıristiyan Rumlar için büyük kıymet taşıyan çok önemli şehirleri bir bir ele geçirmiş ve Bizanslılar için ciddî bir tehlike arzetmeye başlamıştı. Bunu sezen hıristiyan Rumlar, Anadolu’nun tamâmen ellerinden çıkmasından endişe duyarak, 1068’de, kendisine hıristiyanların kurtarıcısı gözüyle baktıkları Romanos Diogenes’i başlarına İmparator olarak seçtiler.

Anadolu’daki hıristiyan şehirlerinin birer birer elden çıkmasına ve bu bölgelerde İslâm’ın hızla yayılmasına daha fazla tahammül gösteremeyen Romanos Diogenes, 13 Mart 1071’de, Anadolu’da sür’atle yayılan İslâm fetihlerini önlemek niyetiyle, iki yüz bin kişilik haçlı sürüsüyle yola çıktı. İmparator o güne kadar İslâm ordularına karşı hiçbir şey yapamadığını açıkça gördüğü hâlde, Alparslan’ı ve peşindeki bir avuç İslâm ordusunu yok etmek, Selçuklu ülkesini tamâmen ele geçirmek; Bağdat’a inerek, İslâm halîfesini öldürmek ve İslâm’ı yeryüzünden tamâmen silmek gibi boş iddiâlar ortaya atıyor, kendi kendine olmayacak hayâllere kapılıyordu.

Romanos Diogenes böyle boş hayâllerle kendisini oyalarken, Sultan Alparslan 24 Ağustos 1071’de, ordusuyla birlikte Malazgirt’in doğusundaki Rahva ovası’na yerleşmişti. Alparslan, Romanos Diogenes’in iki yüz bin kişilik çapulcu sürüsünün karşısına, kırk bin kişilik İslâm ordusu ile dikilmiş ve Abbâsî halîfesi Kâim bi-Emri’llâh’ın emriyle cihâd-ı ekber ilân edilmişti.

Târih 26 Ağustos 1071 Cuma gününü gösterirken, artık fetih hazırlıkları tamamlanmış; Sultan Alparslan üzerine beyaz bir elbise giymiş ve atının kuyruğunu kendi elleriyle bağlamıştı. İslâm erleri arasında heyecânın doruk noktaya ulaştığı bu anda, Alparslan askerlerinin karşısına çıktı, onların önünde secdeye kapandı ve gözlerinden yaşlar boşalarak;

“Allah’ım! Seni kendime vekil yapıyor, azâmetin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin rızân uğrunda savaşıyorum. Allah’ım, ordumu muzaffer eyle; benim günahlarım yüzünden onları kahreyleme! Yâ Rabbî! Niyetim hâlistir, bana yardım et, sözlerimde hilâf varsa beni kahret!..” diye yalvardı. Bu manzarayı gören askerler yüksek bir sesle hep birden tekbir getirdiler.

Sultan Alparslan bu duâsından sonra derhâl atına binerek, ordusunun karşısına geçti ve üzerindeki beyaz elbiseye işâret ederek;

“Beylerim!.. Yiğitlerim!.. Dîn-i İslâm için yarış eden gâzîlerim!.. İşte ben kefenimi giydim! Rızâ-i Bârî için, içinizden bir nefer gibi çarpışacağım. Eğer şehâdet müyesser olursa, bu beyaz elbise benim kefenim olsun! O meyânda, oğlumuz Melikşâh elbette ki başbuğdur!..

Küffârın sayısı çok, silâhları da bir haylice! Bizim sayımız az, fakat Allah-u Teâlâ bizimle!.. Bugün burada Allah’tan başka Sultân yoktur! Bütün mü’minlerin mescidlerde bize duâ ettiği şu saatte, ben kendimi düşman üzerine atmayı diliyorum! Ya muzaffer oluruz, yâhud şehid oluruz!..” diye hitâb etti.

Ardından mücâhidlerin “Yâ Allah, Bismi’llâh, Allâhu ekber!” sesleri arasında kösler vurulmaya, davullar çalınmaya başladı. Alparslan’ın kılıcını ileri doğru uzatarak verdiği hücum emriyle, İslâm erleri sür’atle düşman saflarının arasına daldı. Tâkatleri kesildikçe, Sultan Alparslan’ın; “Vurun yiğitlerim!.. Koman gâzîlerim!.. Vurun Hüdâ aşkına!..” sözleriyle toparlanıp yeniden harekete geçen İslâm mücâhidleri, akşam vakti girmeden küfür ordusunu tamâmen imhâ ettiler. Malazgirt ovası yüz binden fazla Bizanslı’ya mezar olmuş, savaş Müslüman Türkler’in gâlibiyetiyle son bulmuştu.

Savaştan sonra Sultan Alparslan Romanos Diogenes’i serbest bırakmış; Anadolu Alparslan’ın eliyle artık bir İslâm yurdu hâline gelmiş; Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyen Türk beyleri, kısa bir zamanda diyâr-ı Rûm’un en ücrâ köşelerine kadar İslâm sancağını dikmişlerdir.

Muzaffer hâkan Sultan Alparslan Hân, İslâm târihinin akışını değiştiren bu büyük muhârebenin şanlı netîcesini görünce, sevinç gözyaşları içinde şükür secdesine kapandı. Fethedilen topraklardaki beldelerin bir an önce İslâm’laşması için; kiminde yeni câmîler yaptırdı, kiminde de kiliseleri câmiye çevirip İslâm âlemine bağışladı.

Hükümdarlığı müddetince İslâm’dan hiç tâviz vermeyen ve bütün ömrünü, İslâm’ı içten ve dıştan tehdit eden yıkıcı kâfirlerle mücâdele etmekle geçiren Sultan Alparslan; mü’min halka karşı son derece şefkat ve merhametle muâmele eden yumuşak tabiatlı bir hükümdâr olduğu gibi; İslâm’ı içten yıkmak isteyen bölücü fırkalara ve dıştan saldırmaya kalkışan küffâr ordularına karşı da, aynı derecede azîm ve sertlik gösteren, azâmet ve dirâyet sâhibi bir kumandandı.

Alparslan’ın dokuz yüz otuz üç yıl önce, şanlı ve parlak bir zaferle müslümanlara hediye ettiği Anadolu topraklarını tekrar ele geçirmeye çalışan küffârla işbirliği etmek; hiç şüphe yok ki, hem Sultan Alparslan’a ve şanlı ordusuna, hem de dîne ve vatana karşı yapılmış en büyük ihânettir. Bu güzel vatanı küffâra peşkeş çekmek isteyen münâfıklara yol vermemek her şuurlu müminin vazîfesidir.

 

Sultan Alparslan’ın,
Ordusunu İ’lâ-yı Kelimetullâh’a ve
Vatanı Muhâfazaya Teşvîk Eden Sözleri

“Yiğitlerim!.. Bahâdırlarım!.. Sizin gibi kahraman erlerin hükümdârı olduğum için övünç duyar ve Allah-u Teâlâ’ya hamd ederim! Tahta ilk çıktığımda, yurdun ufkunu saran ihtilâl bulutlarını kılınçlarınızın parlak kıvılcımları ile def’ edib, vatanın bütünlüğünü sağlamış idiniz. Bugün de âlem-i İslâm, karşımızdaki düşmana Allah-u Teâlâ’nın dînini tebliğ etmemizi ve bu yolda, cihâd-ı fî sebîli’llâh uğrunda çarpışmamızı bekliyor! O hâlde hem bi-hakkın vatanı muhâfaza ve hem de i’lâ-yı Kelimetullâh gibi iki kudsî vazîfeyi îfâ etme şerefi şimdi bize düştü!..

Düşmanımız kalabalık, kal’aları muhkem ise de; onların, siz gibi gazâ meydanlarında pişmiş, şehîd olma aşkı ile yanan mücâhidlerin ilk hücûmuna dahî dayanamayacağını bilirim. Zîrâ onlar vatanlarını değil, hayatlarını kurtarma derdinde olan birtakım korkaklardan başka bir şey değildirler! Sizler ise hayâtın gelip geçen bir gölge olduğunu, asıl şerefin Allah yolunda cihâd ederek can vermek olduğunu hakkıyla bilen yiğitlerisiniz!

İşte bu sultânınız, Allah-u Teâlâ’nın şerefli ismiyle adımını gazâ meydanına atıyor. Ben şu kılıncı tutan elim tâkatten kesilinceye kadar çarpışacağım! Dinini, vatanını, sultânını seven ardımca gelsin!..” (Kars Târihi, c.1, s.337, 354)

 

Küfrü Anadolu’dan Silmek,
Rum Topraklarına İslâm Sancağını Dikmek
Alparslan’ın Yegâne Gâyesiydi

Zamanın İslâm halîfesi Kâim bi-Emri’llâh, 26 Ağustos 1071 Cumâ günü iki yüz bin kişilik hıristiyan Bizans ordusuyla karşı karşıya gelecek olan Sultan Alparslan adına bir duâ metni hazırlamış ve bu duâ metnini Malazgirt Meydan Muhârebesi’nden önce, mescidlerde okutmak üzere, yeryüzündeki bütün müslüman devletlere yollamıştı.

“Yâ Rabbî!.. İslâm sancağını yükselt ve ona yardımını eksik eyleme! Küfrü, tamâmen ortadan kaldıracak şekilde mahvet! Sana itaat etmek için canlarını esirgemeyen ve kanlarını dökerek rızâna kavuşmaya çalışan mücâhid kullarına güç ve kuvvet ver; yurtlarını muhâfaza, kendilerini muzaffer eyle! Emîrü’l-Mü’minîn, şehinşâh-ı muazzam Muhammed Alparslan’ın dileğini kabûl eyle! Dîn-i İslâm’ı yayıp, şerefli ismini yüceltebilmesi için onu desteğinden mahrûm eyleme! Zîrâ o yalnız senin rızân için kendi rahatını terketti, senin yolunda malını fedâ etti, hattâ canını dahî bu yolda fedâya hazır eyledi...

Kitâb’ın Kur’ân-ı kerîm’de:

‘Ey imân edenler! Elem verici, can yakıcı bir azaptan koruyacak bir ticâret yolunu göstereyim mi size? Allah’a ve Peygamber’ine imân edersiniz, O’nun yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edersiniz!’ (Sâff: 10-11)

Buyuruyorsun. Şüphesiz ki sen vaadinden dönmezsin!..

Allah’ım! O nasıl ki senin dâvetine uyup, dîn-i İslâm’ı korumada gevşeklik göstermeden emrine icâbet etmiş ve bu uğurda gecesini gündüzüne katmış ise, sen de ona zafer ihsân eyle! Onu düşmanların hîlelerinden uzak kıl ve muhâfaza et! Allah’ım! Ona bütün güçlükleri kolaylaştır ve küffârı bozguna uğratarak, İslâm askerlerini muhâfaza eyle!..” (Mir’âtü’z-Zamân fî Târîhi’l-A’yân)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR