Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - ABD, Nereye Kadar? - Ömer Öngüt
ABD, Nereye Kadar?
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Ağustos 2004

 

ABD;
Nereye Kadar?

 

Üç yıl önce "ABD uluslararası hukuku tanımadan kendi insiyatifi ile savaşa çıkacak, ülkeler istila edecek, eski usül uzun süreli işgaller yaşanacak" denilse inanır mıydınız? Üç yıl önce "Pentagon politikalarını üreten 'Savunma Politikası Kurulu'nun başkanı (Richard Perle) 'Tanrıya çok şükür ki BM öldü' diye makale yazacak" denilse inanır mıydınız? (The Guardian, 21 Mart 2002) Üç yıl önce siyaset akademisyenleri, strateji düşünürleri 3. Dünya savaşı çıkacak diye ciddi ciddi tartışacak olsa nasıl bir tepki verirdiniz? Üç yıl önce "ABD küresel işgal ve kaos projesinde nükleer silah kullanma dahil bütün askeri yeteneklerini kullanmayı gündemine alacak" denilse ne derdiniz?.... Bu soru listesi sayfalarca uzatılabilir.

Bu sorulara bugünkü savaş ve kaos ortamından önce verilecek muhtemel cevaplarla bugün yaşanan fiili durum arasındaki uçurum herkesin teslim edeceği bir hakikattir.

Son birkaç yıla kadar ABD'nin muhtemel tavrını öngörmeye çalışanlar "ABD aklı başında bir küresel güç olarak dünyadaki aşırılıklara müsaade etmez, nizamın sağlanmasına hizmet eder" ön kabulü ile hareket ediyorlardı. Ancak yaşanan olaylar bütün bu ön kabullerin yanlışlığını gösterdi. ABD'nin bizzat kendisi aşırılıkların kaynağı haline geldi. Büyük devletler arasındaki dengeyi sağlayan bütün uluslararası kurumlar ve bu kurumlar sayesinde oluşturulan uluslararası hukuk Amerikan postalları altında ezildi. Dünyaya nizam verme iddiasındaki devasa bir askeri ve ekonomik gücün "Ne yapacağı belli olmaz" dedirten, insanları dehşete düşüren hastalıklı bir ruh haline bürünmesi bütün insanlık için çok büyük bir tehlike arzetmektedir.

Bu sebeple bütün dünya ülkeleri -ve özellikle Türkiye- önünü görebilmek, stratejik planlamasını yapabilmek için öncelikle ABD'nin niyetini ve işi nereye kadar götürebileceğini kestirebilmek zorundadır.

Son günlerde birçokları için Amerika'yı anlamak gerçekten zorlaştı. Aslında çok da zor değil. Dini fanatizmle faşist bir zihniyetin birleşiminden meydana gelen "siyonist" ideolojinin ABD üzerindeki tesirini bilenler için çok şaşılacak bir durumla karşı karşıya değiliz. Siyaseten siyonistlerle hemen hemen aynı şeyleri müdafaa eden, sanki siyonist fikirlere hizmet için kurulmuş fanatik Evangelist tarikatının başta Bush olmak üzere yönetimdeki hıristiyan elit üzerindeki tesiri de herkesin malumu.

Burada bizi ilgilendiren soru şu:

Bu iki fanatik fundamental zihniyetin ittifakının neticesi olarak ortaya çıkan bu kaos ve harp ortamının boyutları ne kadar büyüyebilir? Bu ittifakın ABD politikalarını yönlendirme gücü nereye kadardır?

 

ABD'deki ikili yapı:

250 milyonluk ülkenin yetiştirdiği başka insanlar da elbette var. Ancak ülke yönetiminde yükselmek isteyen bir kimse mason kulüplerine veya benzer örgütlere intisap etmek zorundadır. Bu sebeple ABD'nin devlet politikasında çok köklü savrulmalar yaşanmasını beklemek hatadır. ABD'de yaşanan tartışma yöntem konusundadır. Amerikan yönetici elitinin ABD'nin askeri gücünün ABD hegemonyası için kullanılması ve kominizmden sonra bertaraf edilmesi gereken bir tehlike olarak İslâm'ın hedef seçilmesi noktasında çok farklı düşüncelere sahip olduğunu beklemek hayalcilik olacaktır. Ancak bu hedef doğrultusunda yapılan icraatlar konusunda yani yöntem hususunda ciddi bir rahatsızlık ve ayrışma yaşandığı da gözlerden kaçmamaktadır. Zira bütün itirazlara rağmen siyonist elitin istediği gibi; ABD tek başına hareket etti. Sonuçta BM, transatlantik ittifak-denge vb ne kadar uluslararası yapı varsa hepsi yerle bir oldu.

Ancak daha ilk adımda tökezlemeler yaşanması bu elitin zemin kaybetmesine sebep oldu.

Bu dehşet yönteme en kuvvetli itiraz özellikle dünya üzerinde muhataplarının yüzüne bakmak zorunda kalan Amerikan elçilerinden geldi. Mesela ABD'nin son Bağdat Büyükelçisi Joseph Wilson, New York'ta ahlaki kültür konulu bir toplantıda "Dünyada Amerikan liderliğinin kucaklanacaktan çok korkulacak bir şey olduğu görüşünün yaygın olduğunu" söyledi ve Irak işgalini Bush yönetimi içindeki dinci sağ üyelerle yeni muhafazakarların ''parlak buluşu'' olarak nitelendirdi. Diplomat ve askerlerden oluşan bir grup Amerikalı yapılan icraatların yanlışlığını ortak bir bildiri ile kamuoyuna duyurdu. Sonuçta NATO vb. mekanizmaları devreye sokup küresel düzenin önde gelen ülkeleri ile arayı tekrar düzeltmek gerektiğini savunanlara bu şahin grup taviz vermek zorunda kaldı. Bu tavizin verilmesinde en büyük amil Türkiye üzerindeki planlarının tutmamasıdır. Türkiye'nin beklendiği gibi teslim bayrağını çekmemesi siyonist şebekeyi çok kötü tökezletmiştir. Çünkü BOP adeta Türk ayağı üzerine inşa edilmiş bir plandı.

Bu bağlamda İsrail politikalarını da paralel değerlendirmek gerekmektedir. İsrail'in zalimane ve hukuksuz icraatları ABD'deki siyonist eliti de zor durumda bırakmaktadır.

 

ABD’de Yöntem Çekişmesinin Galibi
Kim Olacak?:

Yukarıda da anlattığımız gibi bu neocon (yeni muhafazakâr) elit bu pervasız politikasında hızla zemin kaybetmektedir.

Peki bu kaybın sonu nereye varabilir? Amerikan politikalarının sağlıklı bir zemine oturmasını bekleyebilir miyiz?

Ne yazık ki hayır!

Zira bu siyonist elit ne zaman ki zemin kaybetmeye başlamıştır, o zaman yıkıcı ve hedef dağıtıcı küresel veya bölgesel bir eylem yaşanmıştır. ABD içinde de durum böyledir. Bazı iddialara göre ABD tarihinde yaşanan birkaç başkan suikasti de bu bağlamda tertip edilmişlerdir. Ali Kırca'nın Temmuz ayında kaleme aldığı "Monica Lewinsky Mossad ajanı mıydı?" başlığıyla başlayan 4 yazılık dizisi de böyle bir arka plana işaret etmektedir:

“… "1990'lar"ın ilk yıllarından sonlarına kadar uzanan zaman kesiti, Filistin'de "çözüm"e en çok yaklaşılan tarih dilimiydi.

... Yaser Arafat; o günlerde sık sık Beyaz Saray'ın "onur" konuğu oluyordu.

Clinton'ın zorlamalarıyla, İsrail liderleri sık sık Washington'a davet ediliyor; "zoraki barış"ların antlaşma koşulları oluşturulmaya çalışılıyordu.

... Radikal Yahudi grupları; ya "Monica skandalı"nı başından beri tezgahlamıştır... Ya da bu "ilişki"yi öğrendikten sonra olayı, Amerikan ve dünya kamuoyuna "skandal" boyutunda "deşifre" etmek için kullanmışlardır. Öyle ya da böyle...

Her iki halde de amaç bellidir: Başkan Clinton'ı koltuğundan etmek. ... İsrail devletine rahat nefes aldırmak!

...

Monica Samille Lewinsky... Rus göçmeni Musevilerden Doktor Bernard Lewinsky'nin kızı...

… Monica Lewinsky'nin Pentagon'da işe alınmasını sağlayan Clinton'ın Musevi asıllı danışmanlarından Evelyn Lieberman...

... Linda Tripp'e, "Monica'nın telefon konuşmalarını kaydet!" talimatını, New York'lu Musevi yayıncı Lucianne Goldberg'in vermesi mesela...

... Monica'nın Musevi avukatı William Ginsburg'un Clinton'a karşı yürüttüğü "agresif" savunma! ...

Ve... The Jerusalem Report dergisi'nin yorumu: Teşekkürler Monica!” (Sabah, 10-13-15-17 Temmuz 2004)

Görüldüğü gibi yıkıcı faaliyetler organize etmek daha kolay oluyor. 11 Eylül ve arkasından gelen Enron skandalı bu tür yıkıcı faaliyetlere örnek gösterilebilir. ABD yönetimlerinin siyonist elitin isteklerini uygulamak istemedikleri zaman başına gelebileceklerin sonu yok galiba. Aslında ABD başkanlık seçimleri öyle pek şansa bırakılmaz. Her iki aday da özel yöntemlerle tayin edilir. Ancak yine de istenen kıvamda birisinin gelmesi mümkün olmayabilir. Mesela Clinton sonrası için siyonist elitin başkanlık için hazırladığı kişi Al Gore idi. Yani Bush cahilinin ABD başkanı olmasına üzülüyoruz ama Al Gore gelse durum daha kötü olabilirdi. Bush bütün dünyayı kendine düşman etti. Bu sayede ABD bütün imkânlarına rağmen daha işin başında psikolojik harbi kaybetti.

Bu yılki seçimlerde Bush’un rakibi Kerry de insanı umutsuzluğa düşüren özelliklere sahip. Babası Orta Avrupa kökenli bir yahudi. Amerika’ya göçerken dinini gizlemiş. Nitekim Kerry’nin kardeşi 20 yıl önce tekrar yahudiliğe geçmiş.

Bu Demokrat Kerry bakın neler söylüyor:

“İsrail’in varlık nedeni Amerika’nın da varlık nedeni olmalıdır.”

“Ariel Şaron’un barışı sağlamak için istekli olduğuna gerçekten inanıyorum.”

“20 yıldır İsrail ile olan özel ilişkiyi, dostluğu devam ettirmede yüzde yüzlük bir karneye sahibim. Yüzde doksandokuz değil, yüzde yüz.”

“Ben George Bush’u terörle savaş konusunda yaptıklarını çok bulduğum için eleştirmiyorum; inanıyorum ki bu konuda çok az şey yaptı.”

“Irak’ta iş bitene kadar kalmalıyız.”

Kerry 1915 olaylarına Ermeni soykırımı diyor, Ermenilerle yakın ilişkisi var. Terörizmi destekleyen bazı Arap ülkeleri olduğuna inanıyor, terörle savaş için yeni operasyonlar yapılması gerektiğine inanıyor. S. Arabistan açıkça suçladığı ülkelerden birisi.

Hasıl-ı kelam; ne Bush’un dostluğu ne de Kerry’nin düşmanlığı hiçbirisi ne dünyaya ne de Türkiye’ye hayır getirecek diye kimse ümit bağlamasın.

Amerika’da işler siyonist elitin işini zorlaştırmaya devam ederse şuna emin olabilirsiniz ki büyük bir terör olayı, hatta kitle imha silahı kullanılan büyük bir eylem ve buna mümasil her türlü şeyi beklemeli, ona göre tedbirimizi almalıyız.

 

Siyonist Elitin Niyeti:

Siyonist elitin hiç kimseyi ve hiçbir şeyi umursamaz saldırgan bir harp yöntemi seçmesi bilinçsiz bir kendini beğenmişlikten ibaret değildi. ABD o kadar mantıksız ve pervasız gidiyor ki, bu mantıksızlığın arkasında yine bir mantık aramak gerekiyor. Zira bütün dünya siyasetine hükmedecek, dünyanın en büyük ekonomisini kuracak kadar düşünme ve icra yeteneğine sahip bir ülkenin bu kadar aceleci, pervasız ve mantıksız hareket etmesinin arkasında bir şeyler aramak gerekiyor.

Bu pervasız icraatların tek bir izahı olabilir: Bu gözü dönmüş ekip; siyonist zihniyetin İsrail merkezli planlarını uygulayabilmek için dünyanın kaos ve harp ortamına sürüklenmesini göze aldı; hatta harp ve kaos ortamını tetiklemek için özel gayret sarfediyor.

Durum böyle iken Amerika’da onlarca kişinin Ortadoğu’ya demokrasi, adalet götüreceğiz diye kafa patlatmasının anlamı ne olabilir? Öyle görünmektedir ki, bütün bunlar siyonist elitin küresel işgal projesinin kılıflarıdır. Dünya halkına ve kendi halkına, hatta kendi yönetici elitine karşı. Zira çok azı hariç her insan kendi inancına göre savaş başlatırken bile buna bazı insanî kılıflar geçirme ihtiyacı hisseder. Bu ihtiyacı duyan insanlar, buna ihtiyaç duymayan gözü dönmüş bir avuç fanatiğe kamuflaj malzemesi olmaktan başka bir işe yaramıyorlar maalesef. Zira büyük bir orduyla Ortadoğu'yu işgal edeceksiniz, Ortadoğu'da insan haklarını yerleştireceğinizi, antidemokratik yönetimleri tasfiye edeceğinizi, kitle imha silahlarının üretilmesinin önünü kesmek istediğinizi ilan edeceksiniz, diğer taraftan İsrail'in bütün hukuksuzluklarına, kitle imha silahlarına, adalet divanı kararına rağmen yapımına devam ettiği duvara ses çıkartmayacaksınız. İşkenceye, ırza tecavüze yol vereceksiniz. Sizin samimiyetinize hangi Arap, hangi müslüman hatta hangi hıristiyan inanır. İnanılmadığı için bütün dünya sizden ürküyor, çekiniyor, ayağınız tökezledikçe seviniyor.

İsrail üzerinde oturduğu topraklar ile yetinmek istemiyor. Vadedilmiş topraklarına kavuşmak istiyor. İsrail nüfusunu artırmak için dünyadaki yahudi nüfusu göçe teşvik ediyor. Bu teşvik bazen eylemli teşvik de olabiliyor. İstanbul’daki Sinagog eyleminden sonra Şaron yahudiler için en emin ülkenin İsrail olduğunu söyleyerek davetiye çıkarmıştı. Fransa’da da bebekli bir yahudi kadın müslüman gericilerin kendisine saldırıp işkence yaptığını iddia etti. Bütün Fransa ayağa kalktı. Sonra olayın düzmece olduğu anlaşıldı, Le Monde başyazarı müslümanlardan özür diledi, ancak Şaron beklenen açıklamasını yine yaptı: “Fransa'daki kardeşlerimize tek bir şey söyleyeceğim. En kısa zamanda İsrail'e taşınmaları. Bunu bütün dünyadaki Yahudilere söylüyorum. Ancak bu Fransa için zorunludur."Bununla yetinmeyen Şaron Fransa'da ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 10'unu Müslümanların oluşturduğunu ve bununla da İsrail karşıtı duygular ve propaganda temelinde Yahudi karşıtlığının farklı bir türünün ortaya çıktığını iddia etti. Bu sözler Fransa ile İsrail arasında diplomatik krize sebep oldu.

İsrail’in niyeti bununla sınırlı değil: “İsrail, İran'a saldırma planları ve hazırlıkları yapıyor. İsrail savunma bakanlığı kaynakları İsrail Silahlı kuvvetlerinin İran nükleer tesislerine bir saldırıyı içeren manevralar yapmaya başladığını bildirdi. İsrailli yetkililer, Rusya’nın zenginleştirilmiş uranyum çubuklarının Rus limanlarında iki ülke arasındaki mali sorunların çözümlenmesini beklediği bu malzemenin İran'a ulaşması ve uluslalarası çabaların başarıya ulaşamaması durumunda İran'daki bu hedeflere saldırmayı düşündüklerini kaydetti.” (Haber gazete.com, Washington, 19 Temmuz 2004)

Sırada İran var ve bu böyle devam edecek.

 

ABD’nin Yeni Askeri Stratejisi:

ABD küresel işgalinde kimseye söz hakkı vermek istemiyor. Türkiye ile ilişkilerinde de böyle. Bizi Irak’ta, Kafkasya’da her yerde kullanmak istiyor, “Yeni Osmanlı”, “Ilımlı Müslüman” diye gazı veriyor ancak burnumuzun dibinde tarihi haklarımız ve soydaşlarımız bulunan Irak’ta zerre kadar söz hakkı vermek istemiyor. Yani bu kadar yüzsüz ve pervasız.

“ABD askeri üs stratejisinde radikal değişime gidiyor. Yeni anlayışa göre, büyük üslerin yerini küçükleri alacak. İleri harekat üsleri sayesinde ABD Ordusu artık daha hızlı hareket edecek. ...Güney Avrupa, Ortadoğu ve Asya'da daha küçük, çabuk vurmayı sağlayacak destek birlikleri bulundurmayı planlıyor.

... Buna göre, ABD herhangi bir sorun halinde aylarca beklemek zorunda kalmayacak...

... Ağır askeri malzeme bulunacak ileri harekat bölgelerinde, belli ülkeler ABD'ye, bir çatışma durumunda çabuk vurma izni tanıyacak...” (Akşam, 10 Haziran 2003)

Bu bir yıl öncesinin haberini okuduktan sonra bir Türk generalin, Em. Org. Kemal Yavuz’un yorumlarını dinleyelim:

“… ABD, Irak'a bütünüyle hakim olma ve orada kuracağı yeni üslerle bütün 'Büyük Ortadoğu'ya hava ve uçarbirlik harekatı uygulama imkanına sahip olma hayalleri suya düşünce, bölgedeki en güvenli yer olan İncirlik Üssü'ne muhtaç duruma düştü.

… Bu üslerde, esas itibariyle, iki statü uygulanıyor. Biri, 'Dost Ülke Statüsü', diğeri 'İşgal Altındaki Ülke Statüsü'. Dost ülke statüsü, ... 'Karar Yetkisi', esas itibariyle üssün bulunduğu ülkenindir. İşgal altındaki ülke statüsü ise, ABD'nin, 2. Dünya Harbi mağlubu Almanya ve Japonya gibi ülkelerdeki üslerinin statüsüdür.

… 1982 yılı sonlarında, ...Almanya'daki bazı Amerikan karargahlarında inceleme gezisinde idik. ... Amerikalı çavuş, ... bizleri uzun bilet kontrol kuyruğuna sokmadı, ... görevli Alman, ...bu usulsüz duruma müdahale etmek istedi. ... Amerikalı çavuş, ...görevli Almanı hışımla göğsünden itti ve bizi turnikelerden geçirdi. Alman, ...onun üniforması karşısında, kaskatı kesilerek durdu. ... Gördüğüm, korkunç bir kin ve fakat umutsuz bir çaresizlikti.

... Ve ABD talepleri şimdi, İncirlik'in statüsünü, 'Dost Ülke Statüsü'nden, 'İşgal Altındaki Ülke Statüsü'ne çevirmek istiyor." (Akşam, 13 Haziran 2004)

“ABD, 1945 ile 1990 arasındaki 'Soğuk Savaş' dönemini, dünyanın pek çok yerinde mevcut olan, ... üsleriyle yönetti. ... Şimdi ise, hedefler değişti. Öyle olunca da, konuşlanma / yığınaklanmanın da değişmesi gerekiyor. İşte şimdi, ABD'nin yapmak istediği bu.

… Amerikan Savunma Bakanlığı Savunma Politikası Müsteşarı Douglas Feith tarafından verilen … brifingde izahı yapılan, yeni stratejinin … 'gerçek' anlamları şöyle:

1. ABD'nin müttefiklerinin rollerini genişletmek ve onlarla yeni ortaklıklar kurmak. … Böylece, yerel hassasiyetlerinden kaynaklanan bazı problemler nedeniyle, ev sahibi ülkelerle yaşadığımız anlaşmazlıkları azaltmak.

2. …

3. Bu alanların, birinden diğerine süratle güç projeksiyonuna müsait olması. ...

Anlamı: BOP bölgesi o derece büyük ki (Cebelitarık'tan, Çin sınırına kadar), her yerde yeten kuvvet bulundurmak ABD açısından mümkün değil. Bu yetersizliği gidermek için, tesis edilecek yeni 'İleri Operasyon Alanları'nın, birbirini destekleyebilecek yerlerde seçilmesi.

4. ...ileri konuşlu güçlerin, ev sahibi ülkelere rahatlıkla girebilmeleri, buralardan rahatlıkla geçebilmeleri ve çıkabilmeleri gerekiyor. …

Anlamı; Ev sahibi ülkelerde tesis edilecek 'İleri Operasyon Alanları', 'İşgal Altında Ülke Statüsünde' olacak...

... ABD'nin bu tesis ve kullanma ilkeleri karşısında, bölgenin en başta gelen 'Ev Sahibi Ülkesi' (!) Türkiye'nin durum ve tutumunu …" (Akşam, 11-14 Temmuz 2004)

“ABD ne yapmaya çalışıyor?”, “Bize nasıl bir gömlek giydirmek istiyor?” Bilelim.

Küffarın koynuna girip, dostluğunu kazanıp bir şeyler yapacağını zannedersen gün gelir başını taşlara vurursun, bunun hesabını veremezsin.


  Önceki Sonraki