“Biz herkese değer veririz. Küçücük çocuğu bile büyük görürüz. İtimat edin biz ihvanın hâlinden feyz alıyoruz, onlara verilenden istifade etmeye çalışırız.
Çünkü Allah-u Teâlâ herkese bir lütufta bulunmuştur. Sen o lütufları topla kendine mâlet.” (21 Nisan 1979)
•
“Bizim hasta üzerine okuma tarzımız şöyledir. Pirân-ı izam’dan başlayarak Cenâb-ı Hakk’a kadar sığınırız. Ondan sonra şifâ Âyet-i kerime’lerini okuruz ve Cenâb-ı Hakk’a havale ederiz. Dilerse şifâ verir, dilerse vermez. Biz orada yokuz artık. O nasıl murad ederse öyle yapar.” (22 Nisan 1979)
•
“Nefis maddî menfaatlere aktığı gibi, mânevî rütbe ve makamlara da akar. Halbuki bunlar çocuk oyuncağı mesabesindedir. Ehl-i hakikat rızâdan mâdâ hiçbir şeye kıymet vermezler.” (22 Nisan 1979)
•
“Vaktiyle İstanbul’da birisi kız birisi erkek iki kardeş, babaları vefat ettikten sonra kalan mirası taksim etmişler. Kız ahkâma göre taksimi tercih etmiş. Bunun üzerine abisi tutmuş o zamanın değerine göre elli bin liralık bir mücevheri kardeşine hediye etmiş. O, o babanın kızı, o da o babanın oğlu...” (15 Temmuz 1979)
•
“Herkes halk ile olmak istiyor, hayatın Hakk’ta olduğunu kimse bilmiyor. Niçin? Hakk’tan uzak olduğu için. O’nunla olmak hayattır, O’nsuz hayat vefattır.” (11 Ağustos 1979)
•
“Allah yolunda yorulduğum ve yıprandığım zamanlar ancak zevk duyabiliyorum. Başka zamanlar hayatımın boşa geçtiğini kabul ediyorum.” (11 Ağustos 1979)
•
“Hazret-i Allah’ın sırf kendisi için halkettiği kullar var. Onlar yalnız Hazret-i Allah’ı sever, Hazret-i Allah da onlarda tecellî ettiği gibi hiç kimsede tecellî etmemiştir.
O Hazret-i Allah’ın sırrı, Hazret-i Allah da onun sırrıdır. Bu gizli cereyanı kimse bilmez, kimse görmez, kimse vâkıf olamaz. O nasıl tecellî ettiyse o kul öyledir.” (12 Ağustos 1979)
•
“Ömrünü insan yemekle içmekle uyku ile israf etmemeli. Çünkü dünyaya bir daha gelecek değil. İbadetini yapsın da derecatı artsın. Yeme-içme, yaşama ise, Hazret-i Allah onların hepsini hazırlamıştır.
Bir insan bir ömür boyu çalışıyor da bir bina yapamıyor. Ya cenneti kazanmak için ne kadar çalışmalı.” (12 Ağustos 1979)
•
“Hiç unutmayız. Birgün nafile oruç tutuyorduk. ‘Sen nafile oruç tutmaya nazlanıyorsun. Halbuki halk içinde öyleleri var ki üç günde bir iftar ediyor da, biz yine sizi tercih ediyoruz, size veriyoruz.’ buyuruldu. Çok mühim bir söz. Yani bir kulun Mevlâ’sına karşı sadakati husule geliyor.” (12 Ağustos 1979)
•
“Emir Sultan -kuddise sırruh- Hazretleri’nin huzur-u saâdetlerinde bulunurken: ‘Ni’mel Mevlâ ve ni’men-nasîr’ zikr-i şerifini verdiler. Bundan o kadar istifade ettim ki, Mevlâ’mı içimde olarak kabul ettim.
Bir başka ziyaretimizde: ‘İnnehu min Süleymane ve innehu Bismillâhir-rahmanir-rahîm’ buyurdular. Hepsi bunun içinde, anlayabilirsen anla. Çok gizli esrarlar var. Onlar açmadıkça yine hiçbir şey anlaşılmaz.” (12 Ağustos 1979)
•
“Kış günlerinde karda çamurda uzak bir memleketten bir kardeş geldiği zaman bize çok ağır geliyor. Onun çektiği zahmeti kendimiz çekmiş kadar sıkıntı çekiyoruz. Bunu böyle bilesiniz. Hiç kimseyi meşakkatte koymak istemiyoruz. Gönül sevdiğini görmek istiyor, fakat böyle birçok masraflarla kalkıp gelmesine de üzülüyoruz.” (18 Ağustos 1979)
•
“Ekmeği ateş pişirdiği gibi, insanı da ibtilâ pişirir.” (25 Ağustos 1979)
•
“Yılanın derisinden soyunduğu gibi varlıktan soyunmak gerekiyor. Eğer sen soyunursan Hazret-i Allah seni giyindirir. Takvâ elbisesi giydirir, edeb-hayâ elbisesi, ilim-irfan elbisesi giydirir. Artık sen O’nun elbisesini taşırsın. Dünyada da o elbise ile, mahşerde de o elbise ile gezersin.
Madem ki bununla bu kadar saâdet elde ediliyor. Öyleyse bir an evvel varlık-benlik elbisesinden soyunmamız gerekiyor.” (26 Ağustos 1979)
•
“İnsan Hazret-i Allah’tan uzaklaştıkça, O’nu uzak yerlerde arar. Yaklaştıkça Hazret-i Allah’ın kendisine kendisinden yakın olduğunu görmeye başlar.” (26 Ağustos 1979)
•
“İyilik ihsan eden Allah’a şükürler olsun. İyilik vermeseydi iyiliği nereden bulacaktık.” (26 Ağustos 1979)
•
“İtimat edin, Hazret-i Allah bir kimseyi yıkamazsa onun temizlenmesine ve kurtulmasına imkân ve ihtimal yoktur.” (26 Ağustos 1979)
•
“O’nun indirdiğini kimse kaldıramaz, O’nun kaldırdığını da kimse indiremez.” (26 Ağustos 1979)
•
“Hazret-i Allah sende hakikati kaynatmışsa, o kaynağı bulduranı bil ve şükrünü artır.
Kaynağı bulamayanlar, taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışanlar gibidir. Kendisinin suya ihtiyacı var, başkasını nasıl kandırsın.” (26 Ağustos 1979)
•
“Bazı kimseler küçük diyor çocuk diyor, çocuklarını çok açık giydiriyor. Kısa pantolon giydiriyor. Halbuki hayâsını kaçırdığının farkında değil.
Meselâ bir esansın kendisine mahsus kokusu var. Şişeyi açtın mı, kokusu gidiyor, suyu kalıyor. Çocuk da böyle, hayâ gidiyor.
Küçükken eğitilmezse büyüyünce artık tatbik etmez. Çünkü zamanla o irâde ondan emilmiştir.” (26 Ağustos 1979)
•
“Bir müslümanda iman kemâle erdiği nispette müminlere karşı şefkat ve merhameti de artmış olur.
En yüksek merhamet kimde bulunur? Her şeyin en güzeli Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inde bulunduğu gibi, merhametin de en güzeli onda bulunur. Allah-u Teâlâ onun hakkında: ‘Harîsun aleyküm...’ buyuruyor. Yani kendisini unutmuş, sizi düşünüyor.” (26 Ağustos 1979)
•
“Niyetimiz hâlis olursa Allah’ımız bizi düzlüğe çıkarır, râzı olduğu yolun rayına koyar. O yol da bizi O’na götürür.” (26 Ağustos 1979)
•
“Aslında tesadüf diye bir şey yok. Fakat biz hakikaten gâfil olduğumuz için tesadüf deyip geçeriz. Her şeyde Hazret-i Allah’ın ezelî tasarrufu hüküm sürüyor da bilmiyoruz.” (1 Eylül 1979)
•
“Gönül sevdiğini hakikaten arıyor ve görmek istiyor. Tasavvur buyurun ki Hazret-i Allah bu muhabbeti yerleştirirse ahirette ne kadar aranacak!” (1 Eylül 1979)
•
“İnsan Hazret-i Allah’a ihlâsla yönelir de her ihtiyacını O’na arzederse, o kul ne ihtiyacı olduğunu bilmeden ona ikram ve ihsan eder. Çünkü kul bir noktayı görür ötesini görmez. O ise ihsan ettiği zaman kulunun hayâline gelmediği şeyleri de ikram eder.” (1 Eylül 1979)
•
“Bir devlet reisi var, bir memleketi idare ediyor. Onu sen gözünle görüyorsun.
Bütün mükevvenat zerreye varıncaya kadar hep Hazret-i Allah’ın tasarrufundadır. İnsan devlet başkanını görür de O’nu görmez. Halbuki her şeyin O’nun tasarrufunda olduğunu gözü ile gören var. Allah’ımız bize de bildirsin, hakikati göstersin.
Gaye Hakk ve hakikati bilmek, hareketten sıyrılmak...” (1 Eylül 1979)
•
“O kardeşin mâşaallah tatlı tatlı hâli var. Kalbimizi cidden mesrur ediyor. Allah’ım sevsin ve muhafaza buyursun. Geçenlerde gelmişti. Bir kardeşten bahsetti. ‘Çok sağlam!’ dedi. O söz ile kendi sağlamlığını ifade etmiş oldu. Allah selâmet versin.” (1 Eylül 1979)
•
“Yük çekici olun, yük olucu olmayın. Verici olun, alıcı olmayın.” (30 Ekim 1979)
•
“Hazret-i Allah ağlayan kulunu çok sever. Ağlamak demek, âcizliğini itiraf etmek demektir.” (30 Ekim 1979)
•
“Allahümme Salli-Barik duâlarına devam ettiğimiz halde, mütemadiyen okumamızı emrediyorlar. Okuyoruz okuyoruz yine emrediyorlar. Umumi belâya karşı olduğunu buradan anlıyoruz.” (30 Ekim 1979)
•
“Ruhun hayat bulması nefsin esaretine, nefsin hayat bulması ise ruhun esarete düşmesine vesile oluyor.” (30 Ekim 1979)
•
“Biraz evvel Hacı İbrahim efendi tıraş ediyordu. Bir ara kendimden geçmişim. Demek ki vücut o beş dakikayı fırsat biliyor. Cidden dünyada rahat-istirahat gerekmez. Nefis hep onu ister amma, onun zaten her isteği terstir. (30 Ekim 1979)
•
“Yeni bir ihvanın edebe mugayir birçok hareketleri olur da hoş görür. Çünkü edep elbisesini giymemiş, bilmeyerek yapıyor. Fakat eskilerin bilerek yaptıkları hatalar affolunmuyor, onlar kayıda geçiyor.
Evet, mânevî yolda çok merhamet, çok müsamaha vardır. Fakat o nispette de hâli bir disiplin mevcuttur.” (24 Kasım 1979)
•
“Ezeli nasibe mâlik olanlara her taraftan hücumlar gelir. Çok iyi bakıldığı zaman o oradan tanınır.” (24 Kasım 1979)
•
“Biz arzumuzla hareket etmeyiz, nereye emrolunursak oraya gideriz.” (24 Kasım 1979)
•
“Biz Hakk Celle ve Alâ Hazretleri’nden kölelikten başka bir şey istemedik. ‘Allah’ım fakiri kapında köle et!’ demişizdir. Başka hiçbir isteğimiz olmamıştır.
Gelen Hakk’ın misafiridir, çünkü O’nun için geliyor. Hakk’ın misafirine gerekeni yapabildiğimiz kadar yapmaya gayret ederiz.” (23 Aralık 1979)
•
“Hakiki mürid hiçbir zaman kendisini beğenip kendisine o makamı lâyık görmez ve katiyyen istemez. İstemediği için de Hazret-i Allah verir. Herkes ister, isteyene de hiçbir zaman verilmez.” (23 Aralık 1979)
•
“Gelen ihvan birkaç dakika oturacağına, birkaç saat oturmak istiyor. Bizim durumumuzu da göz önünde bulundurması lâzım. O zannediyor ki o gün sadece kendisi geldi. Halbuki misafir mütemadiyen geliyor. İhvan uyanık olacak, müdrik olacak, bizi dinlendirmiş olacak.” (23 Aralık 1979)
•
“Ölüm mahlûkunu Halik’ine kavuşturan en güzel bir vasıtadır. İnsanın irkilmemesi, çekinmemesi, korkmaması lâzımdır.
Sen sevdiğine gidiyorsun, Halik’ine kavuşuyorsun. Bıraktığın ne, nereye gidiyorsun? Bir düşünsene! Kümesten kurtulup saraya gideceksin. Niye irkiliyorsun?” (23 Aralık 1979)
•
“Hazret-i Allah birçok hadiselerle karşılaştırdığı için tecrübe sahibi yapıyor. Bizi fırtınalarla karşılaştırmasa idi, çok şeyler kapalı kalacaktı.” (23 Aralık 1979)
•
“Eğer sizinle konuşurken, konuşmam başka gayem başka olursa, o benim Allah’ımla arama perde olur. Açık konuşayım. Çünkü sizinle konuşurken gaye ve maksadımı saklamış olabilirim, amma onu Allah’ım biliyor ya. Sizinle değil, o zaman Allah’la arama perde olur. Bu yolun hakikati bu. Allah’ım bizi bize bir an bırakmasın.” (Ocak 1980 / Demirci)
•
“Hakk ehli niçin ibadeti çok seviyor? Niçin çok ibadet ediyor? İbadet esnasında o O’nun iledir de ondan. O hep ibadet yapmak ister. Ondan daha tatlı bir şey yok. O’nunla olmaktan, O’nunla muhatap olmaktan daha güzel bir şey yok.” (Ocak 1980)
•
“Biz hediye dahi kabul etmeyiz. Çünkü gelen Allah için geliyor, o bana en büyük hediyedir. İkinci bir hediye ağırlık verir. Her türlü külfet kaldırılmıştır.” (Ocak 1980)
•
“Müslüman demek idrak sahibi demektir. İdraki ile her şeyi ölçüp tartacak.” (Ocak 1980)
•
“Ramazan-ı şerif gelip geçer, evden bir yere ayrılmayız. Kimse bizi iftara dâvet etmez. Dâvet etmekle bizi rahatsız edeceğini bilir.” (Ocak 1980)
•
“Bazı emirler rumuzlu geçer, aslını bildirmezler. O rumuzu alabilirsen, emre itaat etmiş olursun. Açmadıklarını yine onlar açmadıkça biz de bilemeyiz. İleride zuhur edecek bir hususu daha önce rumuz olarak verirler, o anda: ‘Biz sana söylemiştik.’ derler. Amma ne söylenmişti? Bildin bildin, bilemedin büyük kayıp. Bu kadar ince emirler vardır.” (Ocak 1980)
•
“Bizim anlatmamızla bizi konuşturmanız arasında çok fark var. Mevzular birer çekirdektir. Bir çekirdek toprağa düşünce neşv-ü nema bulup bitki veya meyve olduğu gibi, mevzular da soruldukça açılmış ve gizli mânâsı meydana çıkmış olur.” (5 Şubat 1980)
•
“Gönül ister ki Efendi Hazretleri’ni bir defacık görseydiniz!” (6 Ağustos 1980)
•
“Biz hakikate sarılana sarılmışızdır, sarılmayana sarılmamışızdır.” (3 Şubat 1983)
•
“Ümmet-i Muhammed’i öz kardeş bilmek ve sevmek, müslümanların birleşmesini ve çoğalmasını arzu etmek lütfu, Hazret-i Allah’ın kardeşlerimize cidden büyük bir ihsanıdır.” (3 Şubat 1983)