Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Mearic Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1) - Ömer Öngüt
Mearic Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Temmuz 2004

 

Mearic Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (1)

Yükselme Derecelerinin Sahibi Allah’tır

 

Sûre-i Şerif’in Takdimi:

Mekke-i mükerreme dönemde nâzil olmuştur. Kırk dört Âyet-i kerime, iki yüz yirmi dört kelime ve dokuz yüz yirmi dokuz harften müteşekkildir.

Üçüncü Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ’nın yükselme dereceleri sahibi olduğu anlatılmakta ve aynı zamanda bu mânâya işaret eden “Meâric” kelimesi bu Sûre-i şerif’e isim olmaktadır. “Seele” ve “Mevâki” sûre-i şerif’i adı da verilir.

Bu Sûre-i şerif “Kıyamet” ve “Cehennem”in diğer vasıflarını açıklama hususunda “Hâkka” sûre-i şerif’inin tamamlayıcısı gibidir.

 

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle’de kıyametin zuhuru, kıyamet gününün dehşet verici korkunç durumları anlatılmaktadır.

Cehennem azabının safhaları gözler önüne serilmektedir.

Kâfirlerin karşılaşacakları cezaların şiddeti bahis mevzuu edilmekte, nasıl kötü bir âkıbete uğrayacakları haber verilmekte, ölmeden önce dönüş yapmaları istenerek insanlar uyarılmaktadır.

İnsanın yaratılışı tasvir edilmektedir.

Allah-u Teâlâ’ya gönülden inanan müminlerin yüksek vasıfları ve lâyık oldukları şekilde cennette ağırlanacakları açıklanmaktadar

Ve Meâric sûre-i şerif’i öldükten sonra dirilme ve hesabın hiç şüphe götürmeyen bir gerçek olduğuna dâir âlemlerin Rabb’ine yemin edilerek sona erer.

 

Şüphesiz Olan Azap:

Resulullah Aleyhisselâm’a en çok ezâ ve cefâ eden Kureyş’in seçme cânilerinden birisi de Nadr bin Hâris idi. Çok zeki ve fesat bir adamdı. Resulullah Aleyhisselâm’a daima hakaret eder, Kur’an-ı kerim’le rekabete kalkışırdı.

Müşrikler ellerinden geleni yapmalarına rağmen müslümanlığın yayılmasını engelleyemeyince Nadr bin Hâris Kureyşliler’e şunları söyledi:

“Bu adama karşı çıkma usulünüzle neticeye varamazsınız. O şimdiye kadar sizin aranızda yaşadı. Ahlâken en iyi olanınızdı. En doğru, en dürüst ve güvenilir bir kişi olarak temayüz etti. Siz tutmuşsunuz, onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Buna kim inanır? Halk, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şairle bir mecnunun halini ayırt edemezler mi? Bu ithamlarınızın hiçbiri ile halkın dikkatini ondan çeviremezsiniz.”

Daha sonra halkın dikkatlerini Kur’an-ı kerim’den ayırmak için acem hikâyeleri anlatmanın bir çare olacağını onlara tavsiye etti.

Kendisi de ticaret maksadı ile Rum ve İran beldelerine gider, oralarda hikâye ve masal öğrenir, gelip Mekke halkına anlatırdı. Resulullah Aleyhisselâm bir topluluktan kalktığı zaman hemen hikâye anlatmaya başlar ve: “Allah için söyleyin, benim mi yoksa Muhammed’in mi hikâyeleri daha güzel?” derdi.

Bu maksatla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Resulullah Aleyhisselâm’ın etkisi altına girdiğini işittiği zaman şarkıcı kızı ona musallat ederdi. “Onu yedir içir, şarkılarınla kendine öyle bağla ki, oradan kopup seninle hemhâl olsun.” derdi.

Nadr bin Hâris bu sözü söylediği zaman Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Yazıklar olsun sana! Bu Allah kelâmıdır.” buyurmuştu.

Asırlar geçti, onlar gibi düşünen niceleri aynı şeyleri geveleyip durdular, fakat onlar da Kur’an-ı kerim’in bir benzerini getiremediler. Benzerini söylemek ellerinden gelseydi, kesinlikle geri durmazlardı.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“İsteyen birisi inecek azabı istedi.” (Meâric: 2)

“Eğer bu Kur’an gerçekten Allah kelâmı ise, bizim bunu inkâr etmemize bir ceza olmak üzere Allah ya başımıza taş yağdırsın veya bize başka türlü elem verici bir azap göndersin.” diyerek küfür ve inkârında ısrarlı ve iddiâlı olduğunu göstermek istedi.

“O, kâfirler içindir ve ona engel olacak hiç kimse yoktur.” (Meâric: 2)

İster istesinler ister istemesinler, o azap mutlaka onlara gelir.

Kur’an-ı kerim’de Nadr bin Hâris hakkında nâzil olan on kadar Âyet-i kerime daha vardır.

Nadr, kendisi istediği ve hakettiği bu azabı Bedir’de bulmuştur. Allah-u Teâlâ müminlere onu yakalama fırsatı verip de esirler arasına düştüğünde, Resulullah Aleyhisselâm elleri bağlı olarak kendi önünde boynunun vurulmasını emir buyurdu.

“(O azap) yükselme derecelerinin sahibi Allah’tandır.” (Meâric: 3)

Âyet-i kerime’de geçen “Meâric”, amellerin ve zikirlerin bulunduğu ruhi ve mânevî makamlar, çıkılacak dereceler mânâsına geldiği gibi; seyr-ü sülûk yolunda müminlerin yükseldikleri mertebeler, Allah-u Teâlâ’nın cennette dostlarına ikram ve ihsan ettiği dereceler mânâsına da gelmektedir. Çünkü O’nun lütuflarının birçok dereceleri vardır.

“Melekler ve ruh (Cebrâil) oraya miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkarlar.” (Meâric: 4)

O ulvî ve kudsî makamda ilâhî tecellilere ve Rabbânî emirlere mazhar olurlar. İlâhî emirler ile âlemin düzeni gerçekleşir, kâinatın tedbiri hasıl olur.

Onların gidip gelmesi ve inip çıkması insanlarınkine hiç benzemez. Allah-u Teâlâ dilediği zaman dilediği şekilde onları dolaştırır.

O’nun katındaki bir tek gün elli bin seneye eşit olduğuna göre, Nadir bin Hâris gibi kâfirlerin uzak gördükleri kıyamet gününün azabının çok yakın olduğu anlaşılır.

“Resul’üm! Şimdi sen güzelce sabret!” (Meâric: 5)

Kavminin seni reddetmelerine ve yalanlamalarına üzülme. O kâfirlere karşı Rabb’in sana yardım edecektir.

“Doğrusu onlar o azabı uzak görüyorlar.” (Meâric: 6)

Böyle bir azabın imkânsız olduğunu vehmediyorlar.

“Biz ise onu yakın görüyoruz.” (Meâric: 7)

Çekecekleri azabın emri verilmiştir, eninde sonunda başlarına gelecektir. Çünkü her gelmekte olan şey yakındır.

 

Kıyamet ve Gökyüzü:

Mukadder olan zamanı gelince dünya hayatı son bulacaktır.

Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.

“O gün gök erimiş bakır gibi olur.” (Meâric: 8)

O günün dehşetinden gök çalkalana çalkalana her taraftan yarılır. Parça parça olduğunda, açılmış gül gibi kıpkırmızı olur ve eritilmiş zeytinyağı gibi mâyi bir hâle gelir, bakıldığında ateşle tutuşmuş gibi görünür. Gücünü, kuvvetini, özelliğini kaybeder. Böylece ilâhi emir ve hüküm gerçekleşmiş olur.

 

Kıyamet ve Dağlar:

Dünya nizamının alt-üst olacağı o büyük hadise vuku bulduğunda, dağlar o muhteşem cesametleri ve ağırlıkları ile beraber köklerinden sökülür yerlerinden kopar, havaya kalkar, ufalandıkça ufalanır, toz haline gelir, hallaç pamuğu gibi atılıp dağılır, yükseklikleri düzlüğe dönüşür.

“Dağlar da atılmış pamuğa benzer.” (Meâric: 9)

Yeryüzüne çakılmış gibi görünmelerine rağmen, rüzgâra tutulan yün teli gibi uçuşurlar. Bulutlar gibi oraya buraya hareket ederler. İlâhî rahmet yetişmeyecek olursa vay o insanların haline!

Pek korkunç öyle bir hadise yüz gösterir ki, yeryüzü bitkisiz, binasız, boş, düz, kuru bir arazi haline gelir. Ne iniş ne çıkış, ne girinti ne çıkıntı görülür, yüksek ve alçak hiçbir şey kalmaz.

Dağlar böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir.

O günü inkâr edenler, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğinden hiç haberleri yoktur. Daima bâtıla meyledip bâtılla ülfet ettikleri için, Hakk’a yanaşmaz ve Hakk’ı kabul etmezler.


  Önceki Sonraki