Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
SÖZLER ve NOTLAR - İstikbalde Büyük Tehlikeler - Ömer Öngüt
İstikbalde Büyük Tehlikeler
SÖZLER ve NOTLAR
Dizi Yazı - Sözler ve Notlar
1 Haziran 2004

 

SÖZLER ve NOTLAR - 10

İstikbalde Büyük Tehlikeler

 

Güzelliğe Meylin Mânâsı:

Bir sohbetlerinden:

“Allah-u Teâlâ lâhut âleminde Cemâl-i bâkemâlini gösterdiği zaman ruhlar O’nu müşâhede etmişlerdi. O güzelliğin hayranı oldular, mest oldular. İnsan daima güzelliğe meyyaldir. İnsan bir yeşillik görsün, bir akarsu görsün, bir hayvan görsün, hemen meylediveriyor. Güzel bir insan görülse hoşa gidiyor. İnsanda daha çok câzibe var, çünkü insan kudret eliyle halkedilmiştir. İşte insanların güzelliklere meyletmeleri o mest hâlinden geliyor.

İnsanlar bu güzelliği bir de cennet-i âlâ’da seyredecekler. Şöyle ki: Kadın erkek her Cuma günü Allah-u Teâlâ’nın dâveti üzerine O’nun yüce ziyaretine gidecekler. Nurdan perde kalkacak ve Allah-u Teâlâ’yı dolunayın görüldüğü gibi net olarak görecekler. Herkes kendi hâline göre ayrı ayrı o tecelliyâta mazhar olacak. Yüzleri daha da güzelleşmiş olarak köşklerine dönecekler. Eşleri onları neşe ve sevinçle karşılayacak.

Çok ince bir mevzu. Camdan ne zaman tecellî edeceği belli olmaz. O camdan değil, senin camından bakacak. İşte o görünüş Fuat’tadır, evliyâullahta Fuat’ta tecellî eder.” (14 Ağustos 1979)

 

Temizi Temiz, Pisi Pis Görmek:

Bırakılanlardan birisinin bir yakın akrabası derse gelmek istemiş. Bir kardeş de onun hakkında istihare yapmış. Durumu ve istihareyi anlattı.

Buyurdular ki:

“Şu husus kati olarak bilinmeli ki, Hazret-i Allah’ın dostu vardır, düşmanı vardır. Dostu ile dost olan dostudur, bu onun dost oluşunun alâmetidir. Düşmanı ile olan düşmanıdır, bu da düşmanlığının alâmetidir.

Buranın temizliğini oranın kirliliğini idrak edip, gönlü temizliğe aktığı takdirde o da temizlenmiş olur. Yoksa hem temizliğe hem pisliğe meyletmek olmaz. Temizi temiz pisi pis bilmek lâzım. Temizi temiz bilip temize meylettikten, pisi pis bilip pisten ayrıldıktan sonra mesele kalmaz. Hemen içeriye alınır ve yürüyüşe geçer. Temiz temizdir, pis pistir.

Bizim hiç kimseye buğzumuz yok. Biz bu tedbirleri sırf Allah için yolun selâmeti için alıyoruz. Biz de mesulüz, mesul olmamak için işi ciddi tutuyoruz.

İtimat edin, Hazret-i Allah bir kimseyi yıkamazsa onun temizlenmesine ve kurtulmasına imkân ve ihtimal yoktur.” (26 Ağustos 1979)

 

Mânevî Vasıta:

Rüyâsı üzerine kardeşimize sözleri:

“O tren mânevî bir vasıtadır. Allah’ımız bindirdiği kimselerden eylemiş. Ne büyük nimet, ne büyük ihsan, ne büyük devlet! İş içeriye alınmak efendim. Alındı mı birinci mevki ile üçüncü mevkii arasında pek az fark var. Çünkü götürüyorlar. Yalnız bu dereceler ahirette çok farklı olacak. Orada çok nedamet edeceğiz. ‘Ne olurdu ben de çok çalışsaydım da ben de onun gibi olsaydım!’ denilecek.” (1 Eylül 1979)

 

Nefsin Arzusu mu, İhtiyaç mı?:

Bir motosiklet almak için izin almak isteyen kardeşe sözleri:

“Nefsimiz hoşlandığı şeyi bize muhakkak yaptırmak ister. Nefsinizin arzusu mu yoksa ihtiyaç mı? Ona göre karar verin.

Böyle bir şey veya araba almak isteyen kardeşlere şunu tavsiye ediyoruz. ‘Ona vereceğiniz para kadar elinizde para bulunursa alın.’ Çünkü bu gibi şeyler masraflıdır. Her an kaza olabilir. Kenarda para olursa, bir şey olsa bile insanın içi acımaz. Mühim olan huzur ve mâneviyâtın sarsılmaması... Huzurlu yaşamamız için ne lâzımsa onu yapmamız lâzım. Artık siz nasıl tensib ederseniz öyle yapın.” (1 Eylül 1979)

 

Hakikat Bilgisi:

Ulûm-u diniye tahsili yapan bir kardeşin: “Dersler çok sıkı devam ediyor.” demesi üzerine sözleri:

“Derslerin sıkı devam etmesi faydalıdır efendim. Kısa ömür içerisinde çok bilgiye ihtiyaç var. Allah’ımız hakikati öğrettiği kimselerden etsin.

Yalnız hiç şüphesiz ki, bir insanın hiçbir şey bilmediğini öğrenmesi lâzımdır. Bunu öğrenirse ilmin hakikatine varmış olur. Bâtınî ilme bunun için çok ihtiyaç var. İnsan gün be gün kendisini ifnâ ederse, bir gün olur kendisinden bir zerre kalmaz. İlmine istinat etmez, kendisininmiş gibi göstermez. Kendisi yok ki ilmi olsun, varlığı olsun, enesi olsun.

Allah’ımız cümlemize o ilimden ihsan buyurduklarından etsin.” (24 Kasım 1979)

 

İstikbalde Büyük Tehlikeler:

Bir sohbetlerinden:

“Dünya harbe doğru öyle bir hırsla gidiyor ki, yalnız emr-i ilahîyi bekliyor. Amerika katiyetle harp açmak azminde. Rusya da hazırlığa gidiyor.

İlk olarak bu büyük devletler çatışacak ve çok çok hasar görecekler.

Allahu âlem Rusya ortadan yok olacak. Amerika da yerinde kalmayacak. Dünya bir hallaç pamuğu gibi sarsılacak. Mühim tehlikeler var.” (23 Kasım 1979)

 

Asıl Keramet İstikamettir:

-Rüyamda kol saatim yere düştü. Kolum onu bir keramet olarak yerden çekecekmiş. Kolumu uzatmama rağmen çekmedi. Bir ses duydum. “Sen kimsin ki o saati oradan çekebileceksin. Gel gücünü sana gösterelim.” dediler. Parmağımı uzattırdılar. Baktım ki yerden çok küçük tozlar, parmağımın ucuna doğru gelmeye başladı.

-Bizi bize bildiriyorlar efendim. Bu gibi hallerden kaçınmayı ve sakınmayı zât-ı âlinize ihsas ettiriyorlar.

Her zaman söyleriz, sakın siz keramet ehli olayım demeyin. Çünkü birçok kimseler bu vâdide soyulmuştur. Bu yoldaki keramet istikamettir.

Biz Hazret-i Allah’a sığınacağız, âcizliğimizi itiraf edeceğiz, O’nun lütuf tecellîsine bakacağız. Hiçbir zaman kast-ı mahsusa olmayacak. O dilerse lütfu ile tecellî eder ve bize yardım eder. (25 Eylül 1982)

 

Rüyanın İstişaresi:

Mevzu arasında bir misafirin: “Biz rüyâ ile iş yapıyoruz.” demesi üzerine şu sözleri söyledi:

“Rüyâ ile iş yapmayın. Rüyâ ile iş yapmanız için o rüyayı bize nakletmeniz lâzım. Çünkü rüyanın Rahmânî’si var, şeytânîsi var. Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz dahi gördükleri rüyaların Rahmânî mi şeytanî mi olduğunda tereddüt ettiler. Meselâ İbrahim Aleyhisselâm, oğlu İsmail Aleyhisselâm’ı kesme emrini aldığı zaman Rahmânî olup olmadığında tereddüt etti ve üç gece bekledi. O ise bu kadar büyük bir peygamberdir. Böyle olunca bizim aldanmamız daha çabuk olur. Rüyâ ile iş yapacağınız zaman, o rüyânın tekrar istişaresi lâzım ki, ancak onunla iş yapabilesin, yoksa kendi kendinize karar vererek değil. İtimatlı bir kimse ile görüşülerek, onun istişaresine başvurarak iş görülür. Yoksa rüya ile iş görmeyin.” (28 Eylül 1982)

 

Terazinin İki Dili:

Bir mevzu üzerine sözleri:

“Eğer rızâya uygun iş ve hareket varsa tasdik edilir. Rızâya uymayan hususlar varsa tasdik edilmez. Çünkü kişi çok iyi bilsin ki reyi ile beraber kendisini vermiş olur. Onun reyi ile o destek bulur. İyiyi iyi, kötüyü kötü. Çünkü terazinin iki kefesi, ortada da dili vardır. İnsan dünyada hangi tarafa ağırlık verirse o taraftadır.

Hatta fakir bu hususta şöyle der ki: Hayat boyunca söz söylerken âdetâ o dilin ucuna bakıyorum. Acaba dil ne tarafa çekecek? Hazret-i Allah’a dayanarak mı konuşuyorum, yoksa Hazret-i Allah’ı unutarak kendi nefsimle mi konuşuyorum? Hazret-i Allah ile konuşursam ibre daima sağa çeker. Nefsimle konuşursam o ibre sola çeker. O zaman insan hemen kaymıştır.

Onun için mühim olan şu ki; insan konuşurken fâni ola, yapacağı iş ve harekette Hakk’tan yana ola. Bunu tuttukça insan selâmettedir.” (28 Eylül 1982)

 

Cefâya Sabır:

-Efendim! Üzüntü içindeyiz.

-Bu üzüntü sizin için ibtilâ olacak. Bu ibtilâdan hem ecir alacaksınız, hem de insan bu yola çıktığı zaman eziyetlere tahammül, cefâya sabır göstereceksiniz, kusurları affedeceksiniz. Hakk yolu bu vasıflar üzerine kurulmuştur. Cefâya sabır sizin mânevi derecenizi yükseltir. Sizin bunda bir maksadınız menfaatiniz yok. Allah rızâsı için hareket ediyorsunuz. Böyle bir hâl ile karşılaştınız, bunu ibtilâ olarak kabul edeceksiniz, azimle sabredeceksiniz. Sonra Hazret-i Allah kapıları açtığı zaman da onlara şükredeceksiniz.

-İmam-ı Âzam Efendimiz neler çekti?

-Efendim hangi büyük çekmedi? Çünkü ibtilânın büyüğü peygamberlere gelir, sonra evliyâullaha, sonra iman derecesine göre diğer sâlih kullara gelir. Bütün ibtilâlar onlara gelir. Fakir der ki; ibtilâyı koparttıran Hazret-i Allah, muhafaza eden de yine O... Bir Âyet-i kerime’sinde: ‘Biz musallat ettik!’ buyuruyor. O musallat etmedikçe gelmez, fakat o muhafaza ettikçe hiçbir şey olmaz. Çünkü imtihandayız. Eyyüb Aleyhisselâm’a şeytanı musallat etmedi mi? Amma o sabretti, bu sabrı ile beşeriyete numune oldu. O ibtilâ olmasaydı, Eyyüb Aleyhisselâm’ın bu kadar ulvî kıymeti anlaşılır mıydı? Onun çok sabırlı olduğunu Mevlâ biliyordu, amma biz bilmiyorduk. Böylece beşeriyet öğrenmiş oldu, kıyamete kadar da beşeriyete sabır numunesi oldu.” (28 Eylül 1982)

 

Bilgisizlik Veren bilgi:

Bir sohbetlerinden:

“Hakk’a karşı gözünü aç, yalnız O’na rağbet et. O sana ışık tutarsa, karanlığı o ışıkla boğarsın, o ışıkla önünü görürsün.

Senin bilgin sana bilgisizlik verir, biliyorum dersin yanılırsın.

Işık zannedersin, halbuki o aslında karanlıktır. Karanlık zannettiğin şey de ışıktır. Nefsin sefâsını ruhun sefası zannedersin. Nefsin karanlık olduğu için zulmeti ve nuru tefrik edemiyor.

Bunun içindir ki, ilmim olmadığına binlerce şükrediyorum. İlmim yok, bilgim yok... Bunu büyük bir lütuf olarak kabul ediyorum. Bütün icraat O’nun, O’nun olduğu da apaçık ortada.

Fakire ilim vermemekle yardım etmiş. Dilerse bu noktadan kurtarır. Çünkü nefis daima ene putunu ortaya koymak ister.” (2 Şubat 1983)

 

Ayrı Anlayışlar:

-Mânâda zât-ı âliniz cebinizden siyah bir şişe çıkardınız. “Bu şişe siyah değildi, bazı kardeşlere veriyoruz, her biri bir leke bırakıyor, onun için bu hâle geldi.” buyurdunuz.

-Aynen böyle cereyan ediyor. Hakikat aslında bembeyazdır, tertemizdir, tertemiz kaynaktan geliyor. Fakat ayrı ayrı anlayışlar onu karartıyor. (21 Mayıs 1983)


  Önceki Sonraki