Beş yüz elli bir sene önce; 29 Mayıs 1453 târihinde, yedinci Osmanlı pâdişâhı Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın sûrî, Akşemseddîn -kuddise sırruh- Hazretleri’nin mânevî tasarruf ve gayreti ile fethedilen İstanbul, İslâm’ın ilk yıllarından itibâren müslümanlar tarafından hayranlık duyulan, diyâr-ı Rûm’un en gözde ve en muhteşem şehri idi.
İleride vukû bulacak pek çok hâdiseleri ve meydana gelecek muhteşem fetihleri haber veren Seyyid-i kâinât, Sebeb-i mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Bişrü’l-Ganevî -radiyallâhu anh-den rivâyet edildiğine göre; Ashâb-ı kirâm’ına bir gün şu büyük müjdeyi vermişti:
"Kostantîniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır! Onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!" (Ahmed bin Hanbel, Müsned; c.4, s.335)
Bu müjdeyi işiten İslâm kumandanları, Emevî halîfesi Muâviye’den başlayarak, defâlarca kez İstanbul’u kuşatmışlar; ancak, bu ulvî ve şerefli vazîfe, müjdelenen gerçek kumandana ve peygamberî övgüye mazhar olan muzaffer ordusuna varıncaya kadar, hiç kimseye nasip ve müyesser olmamıştır. Muâviye zamânındaki fetih girişimlerine, Resulullah Aleyhisselâm’ın bayraktarı olan Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiyallâhu anh- Hazretleri de katılmış; hattâ İstanbul surları önünde vefât ederek, bugün kendi adıyla anılan yere defnedilmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in müjdesinin üzerinden asırlar geçtiği ve fetih için çok defâ girişimde bulunulduğu halde, müslüman hükümdarlar İstanbul’u fethetme arzusundan vazgeçmemiş; fetih müjdesinin heyecânını ruhlarının derinliklerinde dâimâ hissetmişlerdi.
Gelmiş geçmiş birçok İslâm hükümdârı gibi, Fâtih Sultan Mehmed Han da, kendisine ve ordusuna gerek dünyevî, gerekse uhrevî çok büyük lütufların kapısını açacak olan bu yüce fethin "Fâtih"i olma arzusunu yüreğinde hissetmekte idi. Bunun içindir ki, fetihten önce topladığı dîvân meclisinde, İstanbul’u fethetme karârını bildirirken; "İ’lâ-yı Kelimetullah ve ihyâ-i minnet-i Resûlullah etmiye gücümü sarf eylemek dilerim!" demişti.
Fâtih Sultan Mehmed Han, Osmanlı topraklarına saldıran Karaman beyini cezâlandırdıktan hemen sonra, ilk iş olarak İstanbul’un fetih hazırlıklarına başladı. Bizans’ı ortadan kaldırmayı kafasına koymuştu. Öyle ki; fethin gerçekleşmesi husûsunda, "Ya ben Bizans’ı alırım, ya da Bizans beni!" diyecek kadar azim ve kararlılık sâhibiydi. Bu karârını tatbik etmek için de, ilk iş olarak, daha önce Yıldırım Bâyezid’in İstanbul’u fethetmek için yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısına, bugünkü Rumeli Hisarı’nı yaptırdı.
Pâdişah 1452’de hisarın yapımını başlatınca, Bizans imparatoru Kostantin Drazages, bunun bir fetih hazırlığı olduğunu anladı. Bu nedenle, hisarın yapımını durdurması için Fâtih’e defâlarca kez elçi gönderen imparator; buna karşılık, daha önce tutsak edilen Şehzâde Orhan’ı serbest bırakmayı dahî göze aldı. Fakat bu isteği Fâtih tarafından her defâsında reddedildi.
Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı’nı dört aylık bir zaman zarfında tamamlayarak; Avrupa kıyısında yaptırdığı Rumelihisarı’nı, Asya kıyısında yeralan Anadolu Hisarı’yla birbirine kenetledi ve böylelikle boğaz yolu kesilmiş oldu.
Bizans’ın asırlardır övündüğü, şehrin etrâfını çevreleyen surlardan başka güvendiği herhangi bir şeyi yoktu. Kostantin, Fâtih’in Mahmud Paşa’yı göndererek kendisine ilettiği şehri teslim etme teklifini reddediyor; daha öncekiler gibi, Fâtih’in de ordusuyla birlikte er geç surların çevresinden uzaklaşacağını zannediyordu.
Pâdişah, kışı Edirne’de geçirerek savaş hazırlıkları yaptı. Ortaçağ insanının hafsalasının alamayacağı büyüklükte, iki tonluk gülle savurabilen ve ikibin asker tarafından çekilen "Şâhî" adındaki muazzam topları döktürdü. Bu topların plânını ve çalışma şemasını, Sultan Mehmed Hân’ın bizzat kendisi çizmişti.
İmparator Kostantin Osmanlı ordusunun şehrin etrâfında yığılmaya başladığını görünce, Haliç’i derhâl zincirlerle kapattırdı; deniz yoluyla Venedik’ten de yardım istedi. Osmanlı donanmasının reisi Baltaoğlu Süleyman Bey, Fâtih’in emriyle, Venedik gemilerinin boğazdan geçmelerini önlemek için ne kadar uğraştıysa da, donanma tertibâtı zayıf olduğu için buna engel olamadı. Durumu karadan seyredip, olup bitenlere son derece hiddetlenen Fâtih’in, öfkesinin şiddetinden atını denize sürdüğü rivâyet edilir.
Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretleri muhâsaradan önce, orduya hitâben tesirli bir konuşma yaptı. Okunan fetih Âyet-i kerime’si, âdetâ Allah-u Teâlâ’nın Fâtih Sultan Mehmed Hân’a ve ordusuna yapacağı küllî ilâhî yardımı haber veriyor; zuhûru çok yakın olan şanlı fethi müjdeliyordu.
Nihâyet 6 Nisan 1453’te muhâsara başladı. 22 Nisan gecesi yetmiş parçalık donanma, Kasımpaşa sırtlarından kaydırılarak Haliç’e indirildi. Sultan Mehmed’in gemileri karadan yürütmesi akıllara durgunluk vermiş; hususûsiyetle Bizans askerleri, Türk donanmalarının beklenmedik bir biçimde kendi denizlerinde yüzdüğünü görünce, bir an ne yapacaklarını bilememişlerdi. Aslında bu da her sebep gibi, ilâhî hükmün vukû bulmasını sağlayan bir sebepten ibâretti. Bu hüküm sâyesinde, Allah-u Teâlâ’nın izin ve ruhsatı ile, o aşılmaz tepeler kalyonlara, çektirilere yol oldu. Bunu o güne kadar hiç kimse akıl edememişti; hâl-i hazırda hiç kimsenin yapabilmesi mümkün de değildi. Zîrâ Allah-u Teâlâ İstanbul’un "Fâtih"liğini, ezelî ilim ve irâdesiyle ona tahsis ettiği için; fethi gerçekleştirecek azmi, şecâat ve kudreti de yalnız ona bahşetmişti.
29 Mayıs 1453 günü, sabah namazının ardından yapılan duâdan ve hükümdârın hitâbından sonra yapılan son hücumda; top atışlarının tesiriyle surların büyük bir bölümü yıkıldı. Sur aralarında açılan gediklerden içeri giren Osmanlı askerleri, nihâyet şehri ele geçirdiler. Ulubatlı Hasan adında bir Türk eri, Bizans surlarına ilk İslâm sancağını dikti. İmparator Kostantin savaş esnâsında öldü. Osmanlı bayrağını Topkapı surları üzerinde gören Sultan Mehmed Hân, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in müjdesine ermenin verdiği sevinçle atından inip secdeye kapandı ve Allah-u Teâlâ’ya şükretti.
Elli üç günlük kuşatmadan sonra Sultan Mehmed Han, Resulullah Aleyhisselâm’ın övdüğü kumandan olma vasfını almaya hak kazanmış; isminin başına "Fâtih" ünvânı eklenerek, asırlardan beri beklenen peygamberî müjdeyi gerçekleştirmişti. Böylelikle de, İstanbul’un fethi için topladığı dîvânda söylediği gibi; ezan seslerini İstanbul semâlarında yükseltip, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in minnetini ihyâ etmişti.
Evliyâ Çelebi meşhur "Seyahatnâme"sinde, İstanbul’un fethinden şöyle bahseder:
"Cihânın yaratıcısı olan Allah’a sınırsız ve sayısız kere hamd olsun ki; her işin meydana gelişinde O’nun ezelî bir hükmü vardır. Osmanlı Sultânı es-Sultân İbn-i Sultân Fâtih Gâzî Mehmed Hân Hazretleri İstanbul’u fethedince, Peygamber’imiz Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in söylediği "Belde-i Tayyîbe" sıfatının harfleri, fethin târihine uygun düştü.
Ulu saltanat yurdu Kostantîniyye, Akşemseddîn Hazretleri’nin; fethini vakıt, saat ve derecesiyle önceden ta’yîn ettiği gün, ya’nî Hicret’in 857. Cemâziyelâhir ayının yirminci günü, Allah’ın emriyle, Fâtih Sultan Mehmed tarafından feth olundu. Fethin ardından Sultan Mehmed Hân Tersâne bahçesine gelip, üç gün üç gece müslümân gâzîlerin tümüne ziyâfetler verip, bizzat kendileri hizmet ederek; çeşnicibaşı gibi, kemerinde peştemâl ile bütün gâzîlere: "Ekmek, tuz, yemek; dahî ne gerek?" diyerek beyaz ekmek dağıttı, yemekten sonra da işbaşında olan bilginlerin ellerine ibrik ile su döktü. Tâ bu derece nefsini kırıp, üç gün üç gece hizmet eyledi…
Bütün müslüman gâzîler, ele geçirdikleri gazâ malından Allah’ın farz ettiği kısmı pâdişâha verip, bütün esirlerden onda bir pâdişâh hissesi olarak, üç bin sekiz yüz esir pâdişâhın hissesine düştü. Yirmi bin kese Takyânus ve Madyan oğlu Yanko altını düştü. Üç bin saray, iki bedesten ve yedi dükkân bile düştü. Ayasofya Câmiî ile yedi büyük kiliseyi dahî Sultan Mehmed’e verdiler. Gâzîler Fransa kralının orada bulunan kızını da pâdişâha verip hak düşürdüler.
Hemân Akşemseddîn Hazretleri ayak üzere kalkıp: ‘Ey müslümân gâzîler! Bilin ve uyanın ki hepiniz hakkında âhır zaman Peygamber’i, o Server-i Kâinât ve varlıkların övüncü;
‘Kostantîniyye mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!’ buyurdular.
İmdi, inşaallah hepinizin ve hepimizin günahları affedilmiştir. Bu gazâ malını isrâf etmeyip, İstanbul’da hayır eserleri yaparak, pâdişâhınıza itâat eyleyiniz!’ dedi. Sonra da; ‘Osmancık’tan bu âna kadar pâdişahlarınıza ‘Bey’ derdiniz, bundan sonra ‘Sultan’ deyin. Etek toplayıp, ziyâfette size hizmet ederek ekmek dağıttı!’ diyerek pâdişâhın başına iki çatal ablak sorgucu takıp, ‘Pâdişâhım! Osmanoğulları’nın yüz suyu oldun, hemân Allah yolunda mücâhid ol!’ diye gülbang-ı Muhammedî çekti. Sonra bütün gâzîler İstanbul’a dağılıp îmâr etmeye başladılar." (Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, c.1’den naklen.)