Allah-u Teâlâ kıyamet koptuğu zaman dağların o muhteşem cesametleri ile beraber köklerinden sökülüp yürütüleceğini, hallaç pamuğu gibi atılıp dağılacağını Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurmaktadır:
“Sûr’a ilk nefha üflendiği, yer ve dağlar kaldırılıp birbirine şiddetle çarpılarak darmadağın edildiği zaman; işte o gün olacak olur, kıyamet kopar.” (Hâkka: 13-14-15)
O sarp kayalar, o ulu dağlar sertliklerine rağmen, ufalanır ufalanır, yumuşak kum yığını haline gelirler. Ağırlıklarını kaybedip yerlerinden sökülerek yürütülürler, hiçbir iz kalmamacasına kaybolup giderler.
Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.
“Gök de yarılır ve artık o gün düzeni bozulur.” (Hâkka: 16)
Yıldız ve gezegenlerin kendi yörüngesinde hareket ettiği, kâinatın da her şeyi kendi sisteminde tuttuğu bu nizam bozulacaktır. Gücünü, kuvvetini, özelliğini kaybeder, çalkalana çalkalana yarılır.
O gün gök açılır ve kapı kapı olur, meleklerin inmesi için yol ve geçit hâline gelir. Parçalanıp dağılan göklerin çevresinde sayısı belirsiz melekler bulunacak, Allah-u Teâlâ’nın emriyle görev yapacaklardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Melekler de (göğün) etrafındadır. O gün Rabb’inin arşını, onlardan başka sekiz melek yüklenir.” (Hâkka: 17)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bugün için Arş’ı taşıyan meleklerin sayısının dört olduğunu, kıyamet günü olunca Allah-u Teâlâ’nın onların yanına dört melek daha verip onları destekleyeceğini, böylece sayılarını sekize yükselteceğini beyan buyurmuştur.
Câbir -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana şöyle söyledi;
‘Arş’ı kaldıran meleklerden bir melekle ilgili size bilgi vermem için bana izin verildi: İki kulak yumuşağıyla boyun arasındaki mesafe yediyüz yıldır.’” (Ebu Dâvud. Sünnet: 18)
Mahşer yerinde dünyada iken Kirâmen Kâtibîn meleklerinin yazdıkları amel defterleri sualden önce herkese dağıtılır.
İyilik olsun, kötülük olsun, amellerin karşılığı verilecektir. İyilik yapmış olan kimse mükâfatını tam alır, kötülük yapmış olan da cezasını eksiksiz alır.
O gün muhasebe günü olduğu için kâr ve zarar o günde meydana çıkar. Zarar edenler zarar ettiklerini bilirler, lâkin bu kendilerine hiçbir fayda sağlamaz.
Her türlü itiraz, mazeret beyan etme, özür dileme kapıları kapanır. Şüpheler kalkar, ihtilâflar giderilir, hiç kimseye haksızlık edilmez. Allah-u Teâlâ suçsuz insana ceza vermez, iyilik yapanları da mükâfatsız bırakmaz.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O gün siz huzura arzolunursunuz ve hiçbir şeyiniz gizli kalmaz.” (Hâkka: 18)
Doğru yolu seçenlerin amel defterleri sağ ellerine verilir, yanlış yolu ve bâtılı tercih edenlerin ise sol ellerine verilir veya arkalarından verilir. Sağ taraf veya sağ el, ferahlık ve uğurun, feyiz ve bereketin; sol taraf veya sol el, sıkıntı ve uğursuzluğun sembolüdür.
Kıyamet gününde ise sağ tabiri, kurtuluş ve bahtiyarlığın; sol tabiri ise felâket ve bedbahtlığın delili sayılır.
Allah-u Teâlâ’ya gönül vermiş hakiki müminler dünyada iken; öldükten sonra dirilmeye, oradaki hesap, azap ve mükâfata inanırlardı. Mahşerde onların amel defterleri sağ ellerine verilince, hiç şaşırmadan, gönül huzuru ile kendilerinin kurtulanlar safından olduğunu anlarlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kitabı sağ eline verilen kimse: ‘Alın kitabımı okuyun! Ben zaten hesabıma kavuşacağımı sezmiştim!’ der.” (Hâkka: 19-20)
Gerçekten de o, bu günü ile karşılaşacağını kesinlikle biliyordu. Bunun için de imanına iman kattı. Rabb’inin râzı olacağı, hoşnut kalacağı işlerde yarışırcasına gayret gösterdi. İbadet ve taatlarını ihlâs ve sabırla yerine getirdi. Mevlâ’sına sığındı, duâ ve tazarruda, naz ve niyazda bulundu. Günahlarının acısını içinde duyarak tevbe ve istiğfar etti. Nefsini kötülüklerden, şeytanın iğvalarından uzak tuttu.
Sözünde, sohbetinde hep bunu dile getiriyordu. Şimdi ise duyduğu, bildiği, yaşadığı bu hakikatlerle karşı karşıya gelmiş durumda. İmanını gözüyle görüyor. Bahtiyarlığın şâhikasına yükselmiş, saâdetten uçuyor. Bu mutluluğunu yakınlarına da duyurmak istiyor, ki nâil olduğu nimete onlar da sevinsinler.
Onların hâl ve şanları bizim her türlü takdirimizin fevkinde güzeldir. Uğur ve bereketleri gerçekten de gıpta edilecek bir durumdur. Nâil olacakları nimetlerden dünyada haber vermek mümkün değildir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kimlerin amel defterleri sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmazlar.” (İsrâ: 71)
Bunlara “Sağcılar” mânâsına gelen “Ashâb-ı yemin” denilir. Cennete girmeyi hak eden ve hesapları kolayca görülecek olanlar bunlardır, sevinçleri sonsuzdur. Bu onların, cennete girme ve onun nimetlerinden faydalanma hususunda şereflerinin yüceliğini ifâde eder.
Amel defterini soldan veya arkadan alanlara da “Ashâb-ı şimâl” denilir. Çetin bir hesap görecek ve cehenneme gidecek olanlar bunlardır.
Bunlar hayatın yalnız dünya hayatı olduğunu zan ve iddia ediyorlardı. “Doğarız, yaşarız, yok olur gideriz.” diyorlardı. Yiyorlar, içiyorlar, eğleniyorlar, günlerini gün etmeye çalışıyorlardı. Ölümden sonra diriliş, oradaki hesaba çekiliş akıllarından bile geçmiyordu. Ne bir hazırlıkları, ne bir sermayeleri vardı. İmansızlıkları sebebiyle Allah-u Teâlâ onların bütün iyiliklerini boşa çıkarmıştır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kitabı sol eline verilmiş olanlara gelince, o da der ki:
‘Kitabım keşke bana verilmeseydi!’” (Hâkka: 25)
Defterinin sol ele verilmesi, nereye gideceğine ve nasıl bir cezaya çarptırılacağına işarettir. Bunu görünce açıkça rezil olmuş, artık cezadan kurtulamayacağı açıkça belli olmuş, durumu herkes tarafından öğrenilmiş, pişmanlığı da son haddini bulmuştur.
O sıkıntının verdiği temenni ile:
“Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!” der. (Hâkka: 26)
Orada göreceği azaba göre, ölüm acısı çok çok hafif olduğundan, ölüp de bir daha dirilmeyi ister:
“Ah! Keşke bu iş son bulmuş olsaydı!” (Hâkka: 27)
Halbuki dünyada iken ölümden daha çok hiçbir şeyden nefret etmezlerdi.
Sözlerine devam eder:
“Malım bana hiçbir fayda vermedi.” (Hâkka: 28)
Büyük bir hırsla topladığı malı-mülkü hiçbir yarar, hiçbir hayır sağlamadı.
“Saltanatım benden ayrılıp gitti.” (Hâkka: 29)
Ömür sermayesini mal toplama, mülk edinme yolunda harcamıştı. Sahip olduğu makam ve mevki ile gururlanıyor ve bundan büyük bir haz duyuyordu. Şimdi ise ne mal-mülk kaldı, ne de makam-mevki kaldı. Sadece hesabını yanlış tutmanın cezası kaldı.