Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Büyük Ortadoğu Projesi, Kıbrıs Ve Denktaş - Ömer Öngüt
Büyük Ortadoğu Projesi, Kıbrıs Ve Denktaş
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Mayıs 2004

 

Büyük Ortadoğu Projesi,
Kıbrıs ve Denktaş

 

ABD; Savaş, Kan, Zulüm:

Bilindiği gibi ABD boyundan büyük bir plan çevirdi ve bu planını uygulamaya başladı. Pervasız ve umursamaz bir şekilde hiçbir hukuki ve vicdani kaygı taşımadan yakıyor, yıkıyor, öldürüyor, işgal ediyor, sömürüyor. Ancak daha işin başında ayağı dolanmaya başladı. Sonu çok daha kötü olacak. Zira ABD’nin planı o kadar büyük ki yaptığı bu zulümler yapacaklarının yanında devede kulak gibi kalıyor. Gözünü hırs ve kan bürümüş bir katil gibi çıktığı yolda hiç kimseyi dinlemiyor. Kendisine destek vermeyen eski dostlarını elinin tersiyle itiyor, “Ya bizdensiniz, ya da değilsiniz!” diyerek karşısına alıyor. Değil Ortadoğu’yu bütün dünyayı kaosa ve harp ortamına sürüklemekten çekinmiyor. Nitekim birçok siyaset düşünürü dünyanın hızla yeni bir dünya savaşına sürüklendiğini öngörüyor.

ABD bu savaş ve kaos politikasını bilinçli bir şekilde yapıyor. İlan ettiği yeni Amerikan doktirini çerçevesinde hareket ediyor. Bu doktrinin temel maddelerine bakıldığında yaşanan hadiselerin nasıl bir altyapıya sahip olduğunu ve daha nasıl bir süreç yaşanacağını dehşetle müşahede edebilirsiniz. ABD’nin deklare ettiği bu yeni doktrine göre:

ABD askeri gücünü, nükleer silah kullanma ve rejim değiştirme dahil, 'hedef ülkelerin, tehdit yeteneği kazanmadan vurulması' esasına göre kullanacak; herhangi bir uluslararası anlaşma veya uluslararası örgütün Washington'un kararlarını sınırlamasına izin verilmeyecek; ABD siyasi çıkarları için, askeri ve siyasi gücünü, açık bir şekilde ortaya koyacak ve kullanacak.

Bunları bilelim, Ortadoğu’ya demokrasi gelecek, işler düzelecek diye kendimizi avutmayalım.

 

ABD’nin Planı En Az 10 Yıllık:

11 Eylül sadece yapılmak istenenlerin kıvılcımını çakan bir ateşti. ABD’nin derin güçleri bundan çok daha önce bugünkü ortamın planlarını ve altyapısını hazırlamışlardı. 1992 ve devamı yıllarında NATO tatbikatlarında düşman kuvvetler kırmızı yerine yeşil renkle gösterilmeye başlandı. Irak’ın işgali o zamanlardan dile getirilmeye başlandı. Ancak Amerikan siyasetini elinde bulunduran güçler bu kadar delice bir sürecin başlatılması için gerektiği kadar itici güce sahip olamadılar. Ta ki 11 Eylül’e kadar...

ABD’yi ve dünyayı bu kadar büyük tehlikelere sürükleyen derin gücün esasında siyonist bir yapılanma olduğunu ve bunun delillerini birçok yazımızda kaleme aldık. Koskoca bir devletin bütün imkânları ufak bir azınlığın karanlık gayesi uğruna seferber ediliyor.

Kısaca bir örnek olarak canlı bir tanığı birlikte dinleyelim:

“...Şu anda ABD'de yönetim, karmaşık bir dini, sosyal, ekonomik ve ideolojik dünya görüşüne sahip bulunmaktadır. Bu görüşün temeli, 'Evangelist Hıristiyan' artı 'Muhafazakar Musevi' olarak formüle edilebilir ve anlaşılır şekliyle, 'Fundamental / bağnaz bir Hıristiyanlık anlayışı içinde Museviliğin -uygulamada İsrail'in- menfaatlerini birinci planda gözeten bir tutumu ifade eder. Bu durum, ABD için yeni değildir. 1983 yılında, görevle ABD'de bulunduğum sırada, Pentagon'un önemli bir noktasındaki bir generalle, ABD'nin o tarihteki Ortadoğu politikasını münakaşa ederken, benim İsrail'le ilgili ağır tenkitlerim karşısında, şöyle demişti: 'Tamamen haklısınız. Ama, ABD'nin bu konuda bir gerçeğini de bilmelisiniz. Amerika'da, devlette ve hatta özel sektörde hiç kimse, Başkan dahil (bunu iki defa tekrarladı), İsrail'in politikalarını körü körüne desteklemedikçe, sandalyesinde kalamaz. Çünkü, Amerika'da insanları yöneten iki güç odağı mevcuttur; paranın ve medyanın (yazılı ve görsel basın ve sinema) patronları. Bu iki güç odağı da 'Yahudilerin' denetimindedir.'” (Kemal Yavuz, E. Org., Akşam, 10 Mart 2004)

11 Eylül yaşanmasa bile bu politika uygulanacaktı.

 

ABD’nin Planı ve Türkiye:

Planın ismi bildiğiniz gibi “Büyük Ortadoğu Projesi”dir. ABD planın ismini gizlemiyor ancak gerçek mahiyeti hakkında yeterli bilgi de vermiyor.

ABD Ortadoğu’yu, İslâm dünyasını dönüştürmeye, işgal etmeye çalışırken aynı zamanda dünyayı da dönüştürüyor. Dünyada hızlı bir kutuplaşma yaşanıyor.

Fas’tan Endonezya’ya uzanan İslâm ülkeleri dünya enerji rezervlerinin önemli bir kısmını barındırdığı gibi aynı zamanda bütün enerji yollarının da üzerinde bulunuyor. Bütün bu coğrafyada harpler, işgaller ya da çıkarına uygun dönüşümler tasarlamaya çalışan ABD bu sebeple büyük güçlerin de şimşeklerini üzerine çekiyor.

Bu dönüştürme ve işgal planının merkezinde Türkiye bulunuyor. Bu planın bir ayağı da Kıbrıs’a uzanıyor. ABD’li yetkililer Türkiye hakkında konuşurken sık sık “Örnek ülke Türkiye”, “Ilımlı İslâm”, hatta “İslâm Cumhuriyeti” benzeri tanımlamalar kullanıyor. Böylece Türkiye’nin de dönüştürülmek istendiği ortaya çıkıyor.

 

Türkiye’nin Bütün Meseleleri
Aynı Zamanda Küresel Bir Meseledir:

Bu sebepledir ki Türkiye’nin iç ve dış siyasi meselelerinin hemen hemen tamamı aynı zamanda küresel meseleler haline gelmiştir. Bu yüzden Kıbrıs’tan Avrupa Birliği’ne, Irak’tan Afganistan’a, iç siyasi gelişmelerden sosyal hayatımızda yaşanan değişim ve çalkantılara kadar hemen bütün meselelerimiz küresel bir perspektiften incelenmeyi gerektiriyor.

Ancak Türk medyası ABD’nin üçüncü kolu gibi çalışıyor. Kıbrıs gibi hayati bir meselede dahi sorulması gereken soruları sormuyor. Dış politika tartışmaları bile içe dönük, ideolojik zeminlere taşınıyor. Böylece halkın gerçek manada bilgi sahibi olması engelleniyor.

 

Kıbrıs, “Büyük Ortadoğu
Projesi”nin Bir Parçasıdır:

Medya Kıbrıs tartışmalarını da kısır bir “Evet” - “Hayır” zemininde yürütüyor. Ne kadar Rum, Yunan varsa televizyonlarda arz-ı endam eyliyor. Eski EOKA’cılar bile “Evetçi” olarak yansıtılıyor. Bu çarpıklık ahmaklıkla izah edilemez. Bunun altında başka şeyler aramak icap eder.

Üstelik Kıbrıs konusunun arka planına dair sorulması gereken hiçbir soru sorulmuyor: ABD Kıbrıs üzerinde niye bu kadar duruyor? “Böl, parçala, yönet” uzmanı ülkeler Kıbrıs’ı niye ısrarla birleştirmekle uğraşıyor? Rumlar ve Yunanlılar bu plana sadece Türklere çok taviz verildi diye mi karşı çıkıyor? Rusya Kıbrıs planı hakkında ne düşünüyor? Kıbrıs’ın İsrail’in güvenliği ve Büyük Ortadoğu Projesi için önemi nedir? Rauf Denktaş niye Papadopulos ile aynı çizgide görünmekten çekinmiyor?

Kıbrıs şu haliyle dış etkiye kapalıdır. Türk tarafındaki etkin askerî gücümüz, Rum tarafında da etkin milliyetçi ve ortadoks hıristiyan yapı Siyonist ABD için (ve tabi İsrail’in güvenliği için) hiç de uygun olmayan yapılardır. “Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli coğrafi bölgesi “Doğu Akdeniz”dir. Doğu Akdeniz’deki en önemli kara parçası da tabii ki Kıbrıs’tır. Kıbrıs bölünmüş görünmekte ancak aslında Kuzey’i Türkiye ile güneyi Yunanistan ile bütünlük arzettiği için aslında “Böl-yönet”çiler için bu anlamda bölünmüşlük arzetmemektedir. Esas Kıbrıs bütünleştirildiği zaman bölünecektir. Zira böylece Türkiye’den ve Yunanistan’dan birer parça kopartılmış, BM adı altında 7.000 kişilik Amerikan denetiminde bir asker en etkili askerî güç konumuna getirilmiş olacaktır.

Annan planına Yunanistan ve Rum kesiminde yapılan itirazların önemli bir gerekçesi esasında bu durumdur. Bir Yunan partisi açıkça Annan planını Hegemon güçlerin emperyal taktiği olarak nitelemiş, Rum Akel partisi de BM Güvenlik Konseyi’nden planın uygulanmasını garanti etmesini istemiştir. Rusya’nın ABD ve İngiliz gayretlerine rağmen bu garanti kararını veto etmesi Kıbrıs’ın nasıl bir küresel mesele haline geldiğinin açık bir göstergesidir. Yunanistan’daki ABD hakimiyetine rağmen Rum ve Yunanlılar öteden beri ortadoks kimliklerinden dolayı Rusya’ya sempati ile bakarlar. Ancak Rusya’nın vetosu sadece bu sempatinin bir sonucu değil, daha çok küresel kutuplaşmanın bir sonucu ve “Büyük Ortadoğu Projesi’ne bir tepkidir.

Nitekim Rusya’nın bu vetosu ile Rum kesimindeki “Hayır” oyu büyük ölçüde garanti edilmiş oldu. Böylece Kıbrıs’ta en büyük kazığı (büyük ihtimalle) İngiliz-Amerikan-İsrail üçlüsü yemiş olacak. (Bu satırlar yazıldığı esnada henüz referandum sonuçlanmamıştı.)

Denktaş’ın Papadopulos ile birlikte bu plana karşı çıkmasının sebeplerinden birisi de işte budur. Denktaş Batılı emperyallerin gizli niyetlerini gayet iyi bilmekte, dile getirememekle birlikte esas tepkisini onlara vermektedir. “Dünyanın hiçbir yerinde üzerinde anlaşılmamış bir metin halk oyuna sunulmamıştır.” derken bu dayatma ve niyetlere işaret etmek istemektedir.

Yıllar yılı İngilizle, Avrupalı ile Amerikalı ile çatır çatır mücadele etmiş, mücahid sıfatını gerek harp sahasında gerek diplomasi sahasında fazlasıyla hak ve ispat etmiş bir lidere karşı cephe almak hiçbir Türk’e yakışmaz. Devletin siyasetindeki değişimlere ayak uyduramamış olsa bile onu menfaatçilikle suçlamak, şahsi ikbalini düşünüyor diyerek yıpratmaya çalışmak akıl mantık alır bir iş değildir. Hatasıyla sevabıyla yaşayan bir kahramandır. Böyle bir insana hakaret etmek, İngiliz’e Amerikalı’ya, Avrupalı’ya yakışır, bizim bizden olmayan medyamıza yakışır, ancak hiçbir iman ve vicdan sahibine yakışmaz. Müslüman geçinen bir gazetede Denktaş’a mason yakıştırması bile yapıldı. Yahu, hangi mason “Büyük Ortadoğu Projesi”ne bu kadar direnç göstermiştir. Müslümanların Kıbrıs ve Avrupa Birliği hakkındaki direncini kırmak için organize edilen oyunlara alet olmak bu kadar kolay mı? İnsan kendisine her söylenene inanır mı?

Denktaş büyük bir siyaset adamı, büyük bir vatanperver, aynı zamanda imanlı bir şahsiyettir.

Bizim bazı aklı evveller Denktaş’ı Yunan kadar tanıyamadı:

“…Denktaş dobra konuştu. Şimdi maalesef haklı çıkıyor.

Denktaş'ın politikasıyla kimse mutabık kalamaz. Uzlaşmazlık politikasıyla mutabık kalmak elbette mümkün değil. Denktaş'ın tüyler ürperten birçok olumsuz yanı var. Ancak kimse kendisini riyakârlıkla ya da 'tezgah kurmak'la suçlayamaz.

Aşırı milliyetçi. Başta Kıbrıs'ın Türkiye ile birleşmesini istiyordu. Bu rüyası belki de devam ediyordur. Daha sonra bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun yarı özerk bölgeleri gibi işleyen Kıbrıs Türk devletçiğine razı oldu. Denktaş'ın imzasını atabileceği tek anlaşma Kıbrıs Türk 'devleti'nin tanınmasını getiren bir anlaşmadır. Vizyonu 'devlet' kelimesinden tırnak işaretinin çıkmasıdır.

Bu hedef için 1960'lı yıllardan beri çaba sarf ediyor. …Başarıya ulaşmak için elindeki tüm imkânları kullandı. …Denktaş herkesi parmağında oynattı. Kofi Annan hariç. Annan'a da dürüst davrandı. Lüzern'e gitmedi. Çünkü, BM Genel Sekreteri'nin planı 'devletinin' uluslararası alanda tanınmasını sağlamıyordu.

Kıbrıs Türk toplumunun birleşik Kıbrıs federerasyonunda Avrupa'daki geleceği Denktaş'ı ilgilendirmiyor. Kendisi için 'tehlike' arz eden Türk-Yunan yakınlaşması da ilgilendirmiyor. Türkiye'nin demokratikleşmesine de ilgisiz. 'Paşa' psikolojisi içinde yaşıyor. Vatandaşlarına hitap şeklinde bile bu psikoloji kendini gösteriyor.

Bütün bunlara rağmen Denktaş güç durumlara da düştü. …Denktaş bugünlerde iyimser olmalı. Kıbrıs Cumhuriyeti'nde (Rum kesimi kastediliyor) yaşanan ve Yunanistan'ın sadece seyirci olarak izlediği gelişmeler Denktaş'ı güçlendiriyor. Üstelik elinde bir avantaj da var. Papadopulos'un aksine Denktaş nihai 'Hayır'ı söylemek için önce bir sürü bağlayıcı işlemler için 'Evet' demedi.

Bir başka deyişle uluslararası toplumla alay etmedi. Denktaş işin özünde Papadopulos ile anlaşıyor. Türkler ile Rumların bir arada yaşayabileceğine inanmıyor. Taksime inanıyor.

Denktaş bugünlerde kendini mutlu hissediyor olmalı. Papadopulos sayesinde neredeyse tamamen haklı çıkacak. Bu işten galip çıkabilir.

Denktaş şanslı. Kıbrıslı Rumlar ise şanssız. Kıbrıslı Rumlarla birlikte Türkiye ve Yunanistan da şanssız.” (Rihardos Someritis, Yunan gazetesi To Vima, 15 Nisan 2004, Radikal’den)

İster beğenin ister beğenmeyin Denktaş budur. Dikkat edilirse AB Genişlemeden sorumlu komiseri Verhaugen de “Rumlar beni aldattı” dedi. Denktaş’a çok kızıyor ancak “Denktaş beni aldattı” diyemiyor.

Yunan’ı Alman’ı bunları söylerken bizimkiler ne yapıyor? “Denktaş’ın her şeyden haberi vardı.” diyerek onu sahtekâr pozisyonuna düşürmeye çalışıyor. Böyle devlet adamlığı olmaz. Denktaş’ın hakkını teslim et, onu hak ettiği yere koy, ondan sonra “Bizim düşünce yapımız Denktaş’la uyuşmuyor, bizim politikamız böyle!” de. Meclise gidip dinlemeyeceksen, uyduruk bahaneler bulma.

Öyle insanlar vardır ki, Hazret-i Allah ondan memnun olmuştur. Niyetini bozmadıkça hata bile yapsa o memnuniyeti kaybolmaz. Böylelerine karşı anne-babaya davranıldığı gibi davranmak icabeder. Onları üzmemek kendi menfaatimiz icabıdır.

Evet-hayır meselesine gelince;

Bugün gelinen nokta Türkiye’nin 10 yıllık dış politika zaafiyetinin sonucudur. Özal AB’ne adaylık başvurusu yapmıştı. Ancak hiçbir zaman AB üyeliğini ideolojik bir mit haline getirmedi. Özal’dan sonraki Türkiye hükümetleri ise AB’nden bir yeşil ışık alabilmek için vermedik taviz bırakmadılar. 1994 yılında Gümrük Birliğine girebilmek için Rumların üyelik başvurusu yapmasını kabul ettik. 1999 Helsinki’de adaylık müracaatımızın kabülü karşısında Rumların bizden önce üye olmasını kabul ettik. Bugünkü hükümet de ekonomisini siyasetini her şeyini AB’ne bağladı. Dış güçler ve işbirlikçi basın da Kıbrıs Türkü’nü AB havucu ile avladı. Türkiye’ye çıkacak başka kapı kalmadı. İçinde bulunduğumuz durum inişi olmayan bir tepeye çıkıp, sonra da denize mi atlasam, kayaların üzerine mi atlasam diye sormaya benziyor.

 

Kıbrıs Tayvan Olmasın:

Kıbrıs’a yerleşmek isteyen ABD, Rumlar hayır derse Türk tarafını manen işgal etmek, buraya yerleşmek isteyebilir. Kuzey Kıbrıs’ı tanıyacağım diyerek bizden kopartmaya çalışabilir. ABD’den her türlü aldatma ve ihaneti beklemeli, uyanık davranmalıdır.

Ayrıca unutmamak gerekir ki, Rumlar ve Yunanlılar, öteden beri bize diş bilemektedir. ABD silahsız yöntemlerle yapamadıklarını Yunan’ı üzerimize salıp bizi birbirimize kırdırmak suretiyle elde etmek isteyebilir.

 

Sadece Kıbrıs Değil:

Yukarıdaki izahlarda da görüldüğü gibi tahlil ve tartışma aşamasında doğru soruların sorulması gerekiyor. Ancak sadece Kıbrıs konusunda değil, hemen her mevzuda bu sorular sorulamıyor. Mesela Türkiye’nin şu anda Kıbrıs’tan daha önemli bir konusu olması gerekiyor. O da ABD’nin Türkiye’yi dönüştürme projesidir. Bilindiği gibi bu proje de “Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçasıdır. ABD Türkiye’yi dönüştürmek için düğmeye basmıştır. ABD’ye Türkiye’de bazı kurumlardan ciddi itirazlar var. Hatta gizli bir harp var diyebiliriz. Ancak yine kimsenin bu konuları tartışmaya niyeti yok. Türkiye’de hangi kurumlar ABD’ye karşı hangi konumda, Türkiye nasıl bir geleceğe sürükleniyor? Bunları sormak ve gerçekleri ortaya koymak gerekiyor. ABD’nin resmi açıklamaları ile yetinirsek büyük bir hataya düşeriz. Üzerimizde oynanan oyunları görmemiz gerekiyor.

 

Halk Desteği’nin Önemi:

Gerek Kıbrıs’ta gerekse Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler göstermektedir ki, bugün halk desteğini kazanamayan yönetimler ve ülkeler büyük tehlike altındadır. Bu tür ülkeler ABD için açık birer hedef haline gelmektedir. Türkiye’de yaşanan gerilimleri ve bu gerilimleri tırmandırmaya çalışan odakları da iyi tahlil etmek gerekmektedir. Kısır bir ideolojik saplantı sebebiyle halkın devletine küskün hatta düşman hale getirilmesine fırsat verilmemeli, halkımızın gerçek bilgilere ulaşmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır.


  Önceki Sonraki