Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin "Fütûhâtü’l-Mekkiyye" ve "Ankâ-i Muğrib" isimli kitaplarında; yaşadığı devirde henüz zuhûr etmemiş olan Hâtemü’l-evliyâ ile karşılaştığını, konuşup görüştüğünü ve ondaki bâzı alâmetleri bizzat müşâhade ettiğini ortaya koyan ve bu zâtın kim olduğunu tespit husûsunda hiçbir şüpheye yer bırakmayan eşsiz beyanlarına kaldığımız yerden devâm ediyoruz.
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye fî Ma’rifeti Esrâri’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye" isimli eserinde; Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın aslı ve hakîkati olan "Rûh-i Muhammedî"nin, en kâmil şekliyle Hâtemü’l-velâye’de tecelli ettiğini beyân ederek şöyle buyurmuştur:
"Rûh-i Muhammedî âlemin içinde; zamânın kutbunda, efrâd’da ve en kâmil şekliyle Muhammedî velâyetin Hatm’inde zuhûr etmiştir." (Fütûhâtü’l-Mekkiyye fî Ma’rifeti Esrâri’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye; c.1, s.383, Bas.: Beyrut, 1994.)
Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye"nin, "Hatmü’l-Evliyâ’nın Mutlak Bir Biçimde Bilinmesi Hakkında" ismini taşıyan "Beşyüz Elli Yedinci Bâb"ında ise; resul, nebî ve velîlerin birbirinden farklı olan velâyetlerini hatmedecek olan Hâtemü’l-evliyâ’nın, kendisinden sonra gelecek olan İsâ Aleyhisselâm’ın velâyetini de hatmetmiş olacağına işâret ederek; Hâtemü’l-evliyâ, Mehdî Resul ve İsâ Aleyhisselâm’ın tertîbi hakkında, "Ankâ-i Muğrib" isimli kitabında çok geniş izah ve açıklamalar bulunduğuna dikkati çekmiştir:
"Velî velâyeti ve resullerin velâyeti arasındaki farklı mertebeler için, velîlerin velâyetini hatmeden Hatmü’l-Velâyeti’l-Muhammedî bir velî olarak indirilince; Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- "Hâteme’n-nebiyyîn" olduğu gibi, Hâtemü’l-evliyâ da, diğer şeriatlara hâkim olan bu ümmetten olmaması nedeniyle, İsâ’nın velâyetinin dahî hatmedicisi olur ve İsâ ondan daha sonra zuhûr eder. Velîlerin velâyetinin Hâtem’inin zamanla öne geçmesiyle, İsâ’nın velâyeti hakkındaki hüküm de böyle olur. Dolayısıyla İsâ da onlardandır.
Nitekim biz onun tertîbini ‘Ankâ-i Muğrib’ adlı kitabımızda; hem ondan (Hâtemü’l-evliyâ’dan) sözederek, hem de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in zikrettiği Mehdî’den sözederek zikretmiştik. İşte bu kitapta ondan ve onun artık gizliliği kalmayan menzilinden geniş bir biçimde sözedilmiştir. İsâ ise, beyan buyurulduğu gibi; "Allah’ın resûlü, Meryem’e ilkâ ettiği kelimesi ve O’ndan bir ruhtur." Allah Hakk’ı söyleyen ve yola hidâyet edendir!" (Fütûhâtü’l-Mekkiyye fî Ma’rifeti Esrâri’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye; c.7, s.357-358, Bas.: Beyrut, 1994.)
•
Gerçekten de "Ankâ-i Muğrib" kitabı, Hâtemü’l-evliyâ başta olmak üzere, ümmetin âhir zamandaki öncüleri olan bu üç zâtla ilgili çok ciddî ve mühim sırları içermekte; husûsiyetle Hâtemü’l-evliyâ olan zâtı apaçık alâmetlerine ve hattâ dış görünüşüne varıncaya kadar târif etmektedir. Tam adı "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ ve Şemsü’l-Muğrib" olan bu kitapta yeralan beyan ve ifşaatlar, Hazret’in diğer eserlerindeki beyanlarından çok çok farklı olup, hiçbir yönüyle onlara benzememektedir.
İşte şimdi bu eserden, bu hususta çarpıcı birer nümûne olması bakımından, esrârengiz ve hayrete şâyân bâzı bölümler nakledeceğiz.
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ" isimli eserinde, Hâtemü’l-evliyâ olan zâtla bir defâsında, imamlık tahtında oturduğu bir sırada buluştuğunu ve konuştuğunu ifşâ etmiş; önünde açılmış bir bayrak bulunan ve "Hatemiyyet"i nûr üstüne nûr olan bu zâtın, bu görüşme esnâsında kendisine büyük bir sevgi ve alâka gösterdiğini beyan buyurmuştur:
"Ben, sona erdirme ve sıdk imamlığına oturmuş bir şekilde, ‘Hatm-i evliyâullâh’la; yâni ‘Allah velîlerinin Hatm’i’ ile buluşup görüştüm. O’nun hudutlanmış olan sırrı benden kaldırıldı. Ben onun elini kabul etmekle emrolundum. O’nun Sıddîk’a ve sıdkı ile Sâdık olandan daha aşağıda bulunan Fâruk’a karşı çok mütevâzî olduğunu gördüm. O’nun kulak tarafının hizâsında durdum; kulağıma ilkâ ettiği şeye işitip mülâkî oldum. Önünde neşredilip açılmış bir bayrak vardı.
Onun ‘Hâtem’i;
‘Nûr üstüne nûr’du. (Nûr: 35)
Onu tanıyıp îtibar gösteren kimseye, ondakinin benzeri gibi bir elbise giydiriliyordu. Nitekim Beyt’in güneşi de ondan hissesini almak için, benimkine benzer bir şekilde onun elini kabul etti; Hatm ise, ‘Bu benim ehlimdendir!’ dedi. Sonra bana bir söz sızdırdı ve ilettikleri ve söyledikleriyle bizi faydalandırdı. Devamla da, bahsi sürdürebilmek için imamlık tahtına doğru yürütmeye başladı. O bana neşeyle, atıf üstüne atıfta bulunuyordu. Fevkalâde bir sevgiyle üzerime düşüp, bana büyük bir sevgi gösterdi ve şöyle dedi:
‘Ben gizli bir örtüyle geleceğim. Hiç şüphe yok ki Hatm benim! Benden sonra velî de yoktur, benim ahdimi taşıyabilecek kimse de yoktur. Benim yok olup gitmemle, süregelen zaman da yok olur; baştakilerle sondakiler birbirine kavuşur!’" ("Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ"; s.16, Bas.: Mısır, 1954)
Hazret, eserinde Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın ashâbı ile Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın ihvânını aynı noktada birleştiren devirden de sözederek; sünnet-i seniyye ameli ve en ulu tecellî sâyesinde, onun ihvânının da onlarla aynı yoldan yürüyüp, onların üstünlüğüne kavuşacağını haber vermiştir:
"Seniyye ameli’ne ve En ulu tecellî’ye göre, Peygamber’in sahâbesinden herhangi bir kişiyi öne geçirmiş olan şey, sana has kılınan zamanda, senin ihvânın arasında da meydana gelince; senin zamânın onların zamânıyla birleşir ve artık onların yoldaşı cümlesinden olursun!" ("Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ"; s.18, Bas.: Mısır, 1954)
Şeyhü'l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, husûsiyetle Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici husûsiyetlerini tespit etmek için yazdığı "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ" adlı kitabındaki ifâdesine göre;
• Hatemü'l-evliyâ, batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, "Cüz’î Muhammedî imamlığın Hâtem’i" olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir. (s.15)
• O’nun "Hâtemü'l-evliyâ"lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir. (s.48)
• O uzuna çok yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. (s.75)
• En şerefli Arap soyuna ve nesline mensuptur; fakat görünüş itibâriyle daha çok Acem'leri anımsatır. (s.75)
• Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır. (s.16)
• Fesad ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir. (s.16, 18, 74)
• O’nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr’u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir. (s.73)
• Tıpkı resul ve nebîlerin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk'ı onun diliyle söyler. (s.73)
• Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler. (s.16)
• Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamânında, ihvânı ile birlikte Hakk’a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder. (s.22)
• O, hiç bilmezken 'Hatemiyyet' mertebesiyle kemâl bulur. (s.71)
• O'nun Hatemiyyet'i "Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne Nûr"dur. (s.15-16)
Şeyhü’l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, Hâtemü’l-evliyâ’yı dış görünüşüne varıncaya kadar târif ettiği "Ankâ-i Muğrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-evliyâ" adlı kitabının dış kapağı.
(Süleymâniye ktp. Şehid Ali Paşa, no: 1287)