Kulun işi Allah-u Teâlâ’nın iradesinden çıkamaz. Görünür görünmez her âlemde göz açıp yummak, gönüllerin meyilleri ve gözlerin bakışlarına varıncaya kadar her şey Allah-u Teâlâ’nın kâzâ ve kaderiyle irade ve dilemesiyledir.. Hayır, şer, menfaat, iman, küfür, ilim, inkâr, kurtuluş, hüsran, azgınlık, doğruluk, taat ve isyan, şirk ve imânın hepsi O’ndandır. Hükmünü bozacak, kazasını reddetecek bir kuvvet yoktur. Dilediğini (iradesini fenalığa sarf edenleri) saptırır. Dilediğini (iradesini iyiliğe sarfedenleri) hidayete erdirir. Yaptığından sorulmaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İşlediklerinizden andolsun ki sorumlu tutulacaksınız.” buyuruyor. (Nahl: 93)
İslâm dinine göre, Allah-u Teâlâ’nın ezelden ebede kadar yaratılmış ve yaratılacak şeylerin yerini ve zamanını en ince teferruatına varıncaya kadar her şeyi ezelî ilmi ile bilip takdir etmesine KADERdenir.
Allah-u Teâlâ’nın ezelde irade ve takdir buyurduğu şeyleri muayyen zamanı gelince Levh-i Mahfuz’da yazıldığı şekilde meydana getirmesine de KAZA denir.
Hazret-i Allah Âyet-i kerime’lerinde:
“Biz her şeyi bir kader ile yarattık.” (Kamer: 49)
“O Rabb ki, yaratıp düzene koymuştur. Her şeyi takdir edip (plânlayıp) doğru yolu göstermiştir.” buyuruyor. (Â’la: 2-3)
Kaza ve kadere inanmak demek; hayr ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsinin Allah-u Teâlâ’nın tekdiri ile tertibiyle, dilemesi ve yaratmasıyla meydana geldiğine inanmak demektir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Yeryüzü ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan evvel, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. Bu elinizden çıkana üzülmemeniz ve Allah’ın size verdikleri ile sevinip şımarmamanız içindir.” (Hadid: 22-23)
“Hepsi Allah’tandır.” (Nisa: 78)
Hadis-i şerif’te ise:
“Kadere iman, tevhid inancının düzenidir.” buyuruluyor.
Allah-u Teâlâ “Âlim”dir. Her şeyi bilir. İlmi ezelisinde, kişinin dünyada neler yapacağını neler söyleyeceğini bütün icraatlarını, ahiretteki yerini biliyordu ve o şekilde takdir etmişti. Bildiği için de beyan etmişti. Çünkü hiçbir şey O’nun bilgisi dışında değildir. Kâinat da böyledir. İnsan da böyledir. Her şeyin filmi çekilmiş ve dürülmüş, kaseti tutulmuştur. O’nun hudutsuz bilgisi dışında, bir zerre ile mükevvenat arasında hiç fark yoktur.
Allah-u Teâlâ Âyet,i kerime’sinde:
“Biz herkesin dünyadaki amelini kendi boynuna doladık.” (İsrâ: 13) buyurduğu üzere; Hazret-i Allah insanoğlunun bütün icraatlarının filmini çekti. O filme göre insanın icraatları husule geliyor. Bizi dünyaya göndermesindeki maksat; biz kendimizi görelim ve bilelim içindir. Yoksa O’nun öğrenip, bizi bilmesi için değildir.
“Allah onların geçmişlerini, geleceklerini de bilir. Kulların ilmi ise asla bunu kavrayamaz.” (Tâhâ: 110)
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk: 2)
Biz insanlar göstereceğimiz sadakat nispetinde Cenâb-ı Hakk derecemizi ölçmüş ve bize vermiş olacak. Yoksa bizim ne yapacağımızı ezeli ilminde biliyordu. Bu şuna benzer; Şehirlerin giriş ve çıkışında levhalar bulunur. O şehre giriş, çıkış yaptığını öğrenmek içindir. Bunun gibi Hazret-i Allah da biz dünyaya gelmezden evvel girişimizi de çıkışımızı da takdir etmiştir.
İman-küfür, itaat-isyan, hayır-şer... Bunların her biri insanın kabiliyetine göre Cenâb-ı Hakk’tan talep ettiği şeylerdir. Ne diledi ise o verilmiş ve verildiği şeyin yolu kendisine kolaylaştırılmıştır. Bir Âyet-i celile’de Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:
“Kim âhiret ekimini dilerse, onun ekimini artırırız. Kim de sâdece dünya ekimini isterse ona da yalnız bundan veririz. Âhirette ise onun hiçbir nasibi yoktur.” buyuruyor. (Şûrâ: 20)
Birisi Hazret-i Allah’tan âhireti istiyor, iman ve taatı istiyor. Hazret-i Allah da ona o yolu kolaylaştırıyor, iyiliği sevdiği için ona iyilik yaptırıyor.
“Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere elbette yollarımızı gösteririz.” (Ankebut: 69)
Azim nisbetinde Cenâb-ı Hakk kulunu destekliyor, hidayetini artırıyor ve önüne ışık tutuyor.
Diğeri yalnız dünyâyı istediği için Cenâb-ı Hakk da onu müyesser kılıyor. Yani istediği için, kötülük yapmayı kolaylaştırıyor. Yaptıkça hoşlanıyor, böylece arzusuna nail olmuş oluyor. İyilik isteyene iyilik, kötülük isteyene kötülük veriyor.
Buradaki maksat şu ki, yarın huzur-u ilâhîye çıktıkları zaman “Yâ Rabb’i, sen bizi dünyada istediğin gibi hareket ettirdin, bizim kabahatimiz ne?” diyemesinler.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’de:
“İşte bu şahidlendirme, kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ dememeniz içindi.” (Â’raf: 172)
Kullarının hep iyiliğini isteyen Hazret-i Allah, hiç kimseye cebren aslâ kötülük yaptırmaz. Herkese arzusu verilmiş ve herkes onları yapmaya koyulmuşlardır. Binâenaleyh bir kulun “Sâlâhımı isterse sâlâh olurum, etmezse olmam.” diyerek kaçamak yollar aramaya, yaptığı-yapacağı bütün kötü işlere bunu perde yapmaya hakkı yoktur. Kendi kendisini kandırmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Şeytan işini kadere havale etti kâfir oldu, Âdem Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk’a sığındı. Cenâb-ı Hakk da onu affetti.
Kula düşen şudur: Hazret-i Allah’a muhtaç olduğunu bilecek, O’ndan isteyecek, O’na sığınacak, O’na yalvaracak, O’na boyun bükecek, gözyaşı dökecek, O’nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i Mübeşşere -radiyallahu anhüm- Hazeratı cennetle müjdelenmelerine rağmen ibadetten bir an bile geri kalmadılar.
Buhârî’nin rivayet ettiği bir Hadîs-i şerif’te Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Bakî-i Gargad mezarlığında bir cenazede bulunuyorduk. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanımıza gelip oturdu. Biz de etrafına oturduk. Elinde bir asâ vardı. Başını eğdi ve asâsıyla yere vurmaya başladı. Sonra buyurdu ki:
“Sizden hiçbiriniz müstesnâ olmamak üzere hepinizin cennetteki yeri de cehennemdeki yeri de yazılmıştır. Şakî veya said olacağı tesbit olunmuştur.”
Bunun üzerine Ashâb-ı kiram’dan bir zât sordu:
“Öyle ise yâ Resulellah, amel ve ibâdeti bırakıp Cenâb-ı Hakk’ın takdirine itimad edemez miyiz? Zira bizden saâdet ehli olanları, ilâhî takdir saâdet ehlinin ameline sevkeder, kişi cennete girer. Yine bizden şekâvet ehli olanları, ilâhî takdir şekâvet ehlinin ameline sevkeder, kişi cehenneme girer.”
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cevâben:
“Güzel ameller yapmaya devam edin. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa, o iş kendisine kolaylaştırılmıştır. Saâdet ehli olan saâdet amelleri yapar. Şekâvet ehli olan ise şekâvet amelleri yapar.” buyurdu ve akabinde şu Âyet-i kerîme’leri okudu:
“Kim ki (her şeyini Hakk’a) verir, masiyetten sakınır Allah’tan korkarsa ve o en güzel Kelime-i Tevhid’i tasdik ederse; biz de ona kolay yolu hazırlarız, hayra karşı tatlı bir arzu veririz.
Fakat kim de hasislik edip inâyet-i ilâhîyeden kendisini müstağni görüp, o en güzel kelimeyi tekzip ederse, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız, hayra karşı bir isteksizlik veririz.” (Leyl: 5-10)
Kişi baktığı zaman kendisini bu hakikat aynasında görebilir.
Allah-u Teâlâ kişiyi cüz’i iradesi ile sorumlu tutacaktır.
Âyet-i kerime’de:
“İşlediklerinizden andolsun ki sorumlu tutulacaksınız.” buyuruluyor. (Nahl: 93)
Resulullah Aleyhisselâm kader mevzuuna girmememeyi tavsiye buyurmuşlardır. Kaderin mahiyeti bir sırdır.
Hayat boyunca kurtuluş ve çıkış yolu şuradadır: De ki, “Güzel Allah’ım hep güzel yapar.”
Böyle deyip geçtiğin zaman teşvişten, telâşeden kurtulacaksın. Ne takdirle meşgulsün, ne mukadderâtla işin var.
Alemlerin Rabb’i hep güzel yapar. Senin nefsin çirkin olduğu için onu çirkin görüyor, güzel göstermiyor. ,oysa her yaptığında hikmetler vardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hadis-i şerif’lerinde:
“Cenâb-ı Hakk’ın kaza ve kaderine razı olandan Cenâb-ı Hakk razı olur.”
“Kadere iman etmek, hüzün ve kederi giderir.” buyurmuşlardır.
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Bütün kötülükler de nefsindendir.” (Nisa: 79) Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere kul bütün iyilikleri Hazret-i Allah’tan bilecek, kötülükleri ise nefsinden. Kula düşen budur. Kim böyle yaparsa şu Âyet-i kerime’nin lütfuna mazhar olur.
“De ki: Allah bizim için ne yazmış, ne takdir etmiş ise ancak bize o ulaşır. O bizim sahibimizdir. Müminler yalnız Allah’a güvenip bağlansınlar.” (Tevbe: 51)
Muhammed b. Vâsi Hazretleri buyuruyor: “Allah yarın kıyamet günü ‘Kaza ve kader nedir?’ diye bir soru sormayacak, lâkin ‘Neler yaptın?’ diye soracak.” Yine bu Muhterem zâtâ “Kader hakkında ne dersin?” diye sorduklarında “Senin komşuların mezardakilerdir. Bırak kaderi de onlar hakkında düşün. Bu düşünce meşguliyet olarak sana yeter.” buyuruyor.
Abdülkadir Geylani (ks) Hazretleri’nin kader hakkındaki beyanları şöyledir:
“Sen kaderlerini terk et. O ne isterse yapsın. Yani kaderine razı ol. Kazayı kaderin işlediğini hoş gör. Hiçbir şeyle mahzun olmamaya ve hiçbir şeyle mesrûr olmamaya çalış. Sebebine gelince: Zira hiçbir şeyin bekâsı yoktur.”
Şu da var ki kader mübrem ve mualllâk olmak üzere değişebilir. Muallâk olan dua ve sadaka ile önlenebilir. Bunun için ihlâs, samimi niyet gerekir. Mübrem olanı ise hiçbir şey geri çeviremez. Mutlaka isabet eder.
“O dilediğini siler, dilediğini sabit kılar. Değişmez kitap O’nun katındadır.” (Ra’d: 39)
Her şeyde hikmet arayan süzülüp geçer. Hadiseler karşısında üzülmez, öfkelenmez. Ve o işi bitirmişçesine müsterih kalpli olur. Sebepleri arayanlar ise takılıp kalırlar.
İnsanların birçok arzuları vardır. Fakat arzu ettikleri her şeye kavuşamazlar. Mevlâ nasıl dilerse öyle olur. Rabbim cümlemize hakkımızdaki her şeyin hayırlısını nasip etsin.