Çocuklarımızın yaşına göre yaşadıkları gelişmeleri bilirsek onlara vereceğimiz eğitimi daha bilinçli yapma imkânına kavuşmuş oluruz.
Doğruyu yanlıştan ayırmak ve doğru olanı seçip uygulamak kolay kazanılan bir nitelik değildir. Sayısız olasılıklara ve durmadan değişen koşullara göre en uygun tepkileri ve davranışları geliştirmek, uzun süren deneme ve yanılmalardan sonra gerçekleşir.
Çocuk yürümeye başlayınca kendini bir sürü yasaklar ve kurallarla çevrili bulur. Önce bunları tanıması, sonra da benimsemesi gerekir. Başka bir deyişle, ahlak kavramları belli dönemlerden geçerek olgunlaşır. Bunu bir örnekle açılayalım: İki yaşında bir çocuk bencildir ve beklemesini bilmez. Sınır ve yasak tanımaz. Arkadaşının oyuncağına yapışıp “Benim! Benim!” diye tutturur. Üç yaşına geldiğinde benzer bir durumda arkadışının eline sarılacağına annesine koşar. O oyuncaktan kendisine de alınmasını ister. Dört yaşına gelince büsbütün başka davranır: Arkadaşının oyuncağında gözü kaldığı için saldırıya geçmez. Ağlayarak annesine de koşmaz, bunun yerine “Al sen benim oyuncağımla, ben de seninkiyle oynayayım!” der. Başkasının malına saygı gösterileceğini, almak için vermek de gerektiğini kavramıştır. Anlaşma ve işbirliği yoluyla da isteklerinin karşılanabileceğini öğrenmiştir. Bu davranışıyla çocuk, hem dürtüsünü dizginlemiş, hem de zorbalığa kalkışmadan kimsenin hakkını yemeden istediğini elde etmiştir.
Bu davranışın ortaya çıkması kolay olmamıştır. Anne-babanın denetimi, yol göstermesi, sınır çekmesi gerekmiştir. Çocuk kendine klavuzluk eden bir özyönetim gücü kazanmıştır.Ancak, çocuğun her durumda aynı olgunluk ve işbirliği duygusu ile davranması beklenemez. Arada bir çizgiden çıkacak ama yaşı ilerledikçe davranışları daha da tutarlı olacaktır.
Çocuk kendisini yönetmeyi, yanlışlardan kaçmayı nasıl başarmaktadır? Anne ve baba korkusuyla mı, cezadan kaçtığı için mi? Her şeyden önce anne-babasına sevgiyle bağlı olduğu, onların sevgisini sürdürmek istediği için! Sevdiği annesine ve babasına benzemek çocuk için en güçlü eğilimdir. Anne-babasının beğendiği davranışları yineleyerek özümser. Önce çok yüzeyde olan bir öykünme ile başlayan bu benimseme, giderek anne-babasının özelliklerinin kendi kişiliğine sindirilmesi yolunda gelişir. Başka bir deyişle çocuk anne-babasıyla özdeşim yapar, onlara kendini uydurarak, daha çok sevilmek çabasına girer. Çocuğun anne-babaya benzeme eğilimi, onu daha uysal ve söz dinler duruma getirir. Anne-baba çocuk ilişkisi olumlu ise, çocuk da onların hoşuna giden davranışı benimseme doğal olarak gelişir. (Görülmektedir ki, eğitimin öncelikli şartı ahlak ve din kurallarını öncelikle kendimiz yaşayarak iyi bir örnek olmaktır.)
Başlangıçta, kuralları, yasakları olduğu gibi benimser çocuk. Okul öncesi dönemde anne ve babanın koyduğu kurallar çocuk gözünde tabir yerinde ise gökten inmişçesine tartışılmaz ve kesinlikle uyulması gereken bir nitelik taşırlar. Kuralların dışına çıksalar da bu inançları pek değişmez. Gerçekten bu dönemde bir çocuk, annesi izin vermediği halde sokağa çıkabilir. Ama düşüp dizi sıyrılınca bunu söz dinlemeyişinin cezası olarak yorumlar. Onun gözünde anne-baba hep haklıdır. Her suçu anında bir cezanın izleyeceği inancındadır.
Altı ile sekiz yaşlarındaki çocuklara “Annesine kızıp elindeki bardağı yere atarak kıran çocuk mu yoksa elinde tepsi ile giderken ayağı takılıp tepsideki 10 bardağı yere düşürüp kıran çocuk mu daha suçludur?” sorusu sorulduğunda çoğunluk ikinci çocuğu daha suçlu bulurlar. Bu gözlem çocukların niyete göre değil, kırılan bardak sayısına göre yargıya vardıklarını kanıtlar.
Okul çağında yerine oturmamış olsa da bir iç denetim mekanizması oluşmuştur. Çocuk yanlış olduğunu bilerek, ara sıra anne-baba sözünden çıkar. Kaçamaklar yapar. Görülmediği sürece onların beğenmediği işleri yapmakta bir sakınca görmez. Daha doğrusu şeytana uyar, dürtülerine boyun eğer. Ancak her an yakalanacağını, suçunun gözlerinden okunacağını sanır. Giderek çocuk anne-babasının yokluğunda da içten gelen bu dizginleyici sese kulak verir. Bu içten uyarılma çocuğun davranışını düzenleme görevi yapar. Davranış bilimiyle uğraşanların “Üst benlik” adını verdikleri “Vicdan” çalışmaya başlamıştır.