Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Büyük Felâketlerin Ortasında Kalmamak İçin İMF Prangasından Kurtulmak Zorundayız! - Ömer Öngüt
Büyük Felâketlerin Ortasında Kalmamak İçin İMF Prangasından Kurtulmak Zorundayız!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Nisan 2004

 

Büyük Felaketlerin Ortasında Kalmamak İçin
IMF Prangasından Kurtulmak Zorundayız!

 

Ortadoğu yanmaya devam ediyor. Ortadoğu’da yanan ateş durulmuyor, ateşi durdurmak için geldiğini söyleyenler icraatları ile ateşi körüklüyor. Askerî operasyonlar yanında büyük bir yalan ve göz boyama operasyonu birlikte yürütülüyor. Şimdi yaşananlar asıl felaketin sadece küçük birer habercileri. Zira sadece Ortadoğu değil, bütün dünya kaynıyor. Gaz çıkışı olmayan bir buharlı kazan misali...

Akıntı bütün dünyayı büyük felaketlere sürüklerken akıntıya kapılmamak gerekiyor. Ancak Türkiye kırılgan ekonomisi ve devasa borç yükü sebebiyle boynunda IMF prangası taşıyor. Bu yüzden sadece ekonomik değil, siyaseten de bağımsız politikalar izleyemiyor.

Bu sebeple burada dünyamızın sürüklendiği tehlikelere kısaca değindikten sonra ekonomik durumumuz ve yapılması gerekenler hakkında şahsi fikirlerimizi arzetmeye çalışacağız.

 

Büyük Ortadoğu Projesi,
Büyük Yalan Devleti:

ABD Ne Yapmaya Çalışıyor?

Amerika kendince bütün İslâm dünyasına nizam ve intizam vermeye soyunmuş bulunuyor. Demokrasi getirmekten, terörün kökünü kazımaktan bahsediyor, ancak hemen her devletin ve Türkiye’nin söylediği gerçeği görmezden geliyor. Ortadoğu’daki en büyük mesele İsrail’in Filistin’de fütursuzca icra etmeye devam ettiği devlet terörüdür. Uluslararası hukuku, BM kararlarını büyük devletlerin ikazlarını dinlemeden onlarca yıl kendi bildiğini uygalayan bir başka devlet nerede görülmüştür? Böyle bir devleti yıllar yılı korumuş bir ABD iyi niyetine dair kimi kandırabilir? Bütün dünya bunu söylerken ABD gibi düşünce kuruluşları ve düşünce (!) üreten insanları bol bir ülkenin İsrail sorununa gözünü yumarak İslâm dünyasında değişiklik yapmaya çalışması nasıl yorumlanmalıdır? israil’in Filistinli önderlere füzeli suikastler düzenlemesini bütün dünya ülkeleri kınarken, ABD’nin iki tarafa da itidal tavsiye ediyorum kabilinden olayları geçiştirmesi, Şaron gibi eli kanlı bir lideri hâlâ desteklemesi ne ile izah edilebilir?

Bunun gibi bütün dünyanın gözleri önünde Irak için verdiği sözlerin günâgün hasır altı edildiğini kim görmezden gelebilir?

ABD’nin azman bir devlet olduğu kadar büyük de bir yalancı olduğu görülmektedir. Amerika’nın sadece Türkiye’ye söylediği yalanları toplasanız tek başına bir kitap olur.

 

Gerçek Gaye Ne?

Nizam ve intizam söylemi büyük bir yalan olduğuna göre gerçek gayeleri ne olabilir?

Görülmektedir ki “Büyük Ortadoğu Projesi” söylendiği gibi insanlara huzur götürmeyi amaçlayan bir proje değildir. Bilakis insanları öldürmeyi, dünyayı kana bulamayı hedefleyen bir projedir. Zira bu projenin arkasında gelişmiş, âkil insanlar tarafından idare edilen bir devlet değil, bütün mekanizmalarıyla devasa bir ülkeyi kullanan, tehlikeli emel ve gayelere sahip küçük bir azınlık bulunmaktadır.

“Büyük Ortadoğu projesi bir ‘kaynakların kontrolü’ projesidir. Söz konusu kaynaklar ise enerji, su ve insan kaynaklarıdır.

Bölge insanının inancı ve milliyetçilik duyguları, Amerikan yönetimi tarafından, diğer kaynakların kontrol edilebilmesi için bir gerekçe olarak kullanılacaktır.

...Büyük Ortadoğu Projesi aynı zamanda bir ‘Medeniyetler Çatışması’ projesidir. Çatışma ise İslâm’a karşı gerçekleştirilecektir.” (Nejat Eslen, E. Tuğgeneral, Radikal, 25 Mart 2004)

 

3. Dünya Savaşı,
Yangının Arkasındaki Derin Güç:

“Bu oyunları Amerika, Almanya falan da yapmıyor aslında. “Küresel kraliyetçiler” yapıyor. Büyük bankerler. Birçok ülkeyi bunlar idare eder. Beş altı büyük şirket de işin içinde. Birileri dünyayı yönetmeye 250 yıl önce karar vermişler. ‘Bir iki milyon insan dışındakiler işe yaramaz ve ahmaklardır. Savaşlar bizim için kazançlıdır, milyonlarca insanın da ölmesi bizim için önemli değildir.’ demişler.”(O. Sinanoğlu, Ne Yapmalı?, sh: 148)

“Eylül 2002, gene Avrupa toplantılarındayız. ...Bu sefer de pek çoğu iyice telaş içinde; ‘Vay, üçüncü dünya harbi!’ diyorlar. ...Tabi herkes de tam ne olacağını kestiremiyor ama, bir acayip havaya giriyor. Her konuda şimdi böyle bir havalar esiyor. Biz de hissediyoruz bunu; çok ülkede iktisâdî durumlarda bir şeyler oluyor, siyâsî bir şeyler oluyor. Şimdi bunlar ‘Eyvah üçüncü dünya harbi çıkacak!’ diye muazzam bir telaş içinde...

‘Küresel Kıraliyetçiler’ diyorlarmış ki birkaç yüz yıldır: ‘İnsanların çoğu işe yaramaz, lüzumsuzdur. Dünya nüfusu gereğinden çok fazla. Yüzde yirmisine inse, -(tabii kendileri dışında)- işte bu kadar köle bize yeter.’ diyorlarmış. İnsanlık anlayışları bu...” (O. Sinanoğlu, Ne Yapmalı?, sh: 46)

Dünyada büyük tepkiye neden olan İsrail’in Şeyh Ahmed Yasin suikastinden sonra, yapılan işin arkasındaki gerçek niyeti irdeleyen şu satırları okuyalım:

“İsrail'in son infaz eyleminin dünyayı büyük bir kargaşaya, bir alt üst oluşa götüreceği kesindir.

…Anlaşıldığı kadarıyla İsrail devleti bu konuda düşünmüş, soğukkanlı bir karar almış ve sonuçlarına da katlanacağını bildiği halde bu işe girişmiştir.

Amerika da olayı kınamaktan kaçınarak dünyada uzun yıllar boyunca daha büyük olaylara yol açacağı kesin olan bir işe bir anlamda onay vermiştir.

…ABD ve İsrail dünyadaki güç dengelerini ve siyasi coğrafyayı radikal biçimde değiştirme amacıyla büyük bir operasyona girmiş durumdalar.

Gittikçe artan düzeyde şiddet ve güç kullanarak yapmayı planlıyorlar bu işi, bu da kesinleşti.

Böyle bir gidişatın normal, rasyonel sonucu bir yeni dünya savaşı çıkmasıdır.

Bence dünya savaşının gerçek başlama tarihi 11 Mart'tır yani İspanya'da yapılan terör eyleminin günüdür.

…Dolayısıyla ilk hipotezimiz şu: İsrail son eylemine bunu vahim sonuçlarının ne olacağını bildiği halde büyük gönül rahatlığıyla girmiştir çünkü çok yakında bir dünya savaşı çıkacağını ya görmektedir ya da o boyutta bir savaşın ateşlenmesine fiilen katkıda bulunmaya karar vermiştir.

...Dünya büyük bir kaosa, bir büyük hesaplaşmaya doğru itilmektedir.” (Serdar Turgut, “İsrail bunu neden yaptı”, 24 Mart)

Uluslararası ilişkileri, yeni küresel kamplaşmaları ve muhtemel gelişmeleri tahmin etmek için matematik problemi çözer gibi kafa patlatıp büyük emek harcamak iyidir de, olayların ana hattını tahmin etmek o kadar zor değil. Sadece medya vasıtasıyla yapılan göz boyama bombardımanından bir an olsun kendinizi sıyırıp “Hadiseleri yönlendiren gerçek güç kim, gerçek niyetleri ne?” diye biraz düşünün.

Yukarıdaki alıntılarda görüldüğü gibi ve daha önceki yazılarımızda birçok kez söylediğimiz gibi, harplerden menfaat uman ve dünyayı isteyerek ve bilerek büyük kıyımlara süreklemek isteyen sayısı az fakat etkili ve organize bir yapılanma var. İsrail’den öte, küresel tekellere hükmeden, Amerikan merkezli bir avuç yahudi...

 

Türkiye Büyük Plan’ın Tam Ortasında:

“Büyük Plan Çeviriciler” büyük bir plan kurdular. Bu planın icrası için yakacakları büyük ateşin evirip çevirilmesi için de büyük bir maşa satın almaya çalıştılar. Ancak plan o kadar büyük ki, “Maşa” ateşe girmeye razı olmadı. “Maşa”yı “Küçük bir ateş yakıp gideceğiz” diye kandırmak istediler. Ancak başaramadılar. Ateş bir kere yanmıştı ve plan çeviricilerin elini yakmaya başladı. Henüz bu “Maşa”yı satın almaktan vazgeçmiş değiller. Hala her şeyi para ile satın alabileceklerine inanıyorlar.

Irak işgalinden önce Türkiye’yi maşa olarak kullanacaklarından o kadar emindiler ki, Türkiye’nin hayır demesi kendileri için çok büyük bir sürpriz oldu. Türkiye’yi cezalandırmaya da cesaret edemediler. Zira büyük bir maşa olarak düşündükleri bir ülkenin büyük bir taş olarak yollarına çıkması işlerine gelmezdi. Ancak hala Türkiye’yi avlamaya çalışmaktan vazgeçmediler. Hem avlamaya çalışıyorlar hem de sabun ellerinden kayıp gidecek diye çok korkuyorlar.

 

Edelman’ın İki Korkusu:

Haber Türk’ün 22 Mart tarihli özel haberi “Elçilikte gizli zirve...” başlığını taşıyordu:

“ABD büyükelçisi Eric Edelman, geçtiğimiz hafta perşembe günü önde gelen araştırma şirketlerinin üst düzey yöneticileri ve siyaset bilimcilerden oluşan 7 kişiyi çağırarak 'AKP nereye gidiyor' sorusuna yanıt aradı. 2.5 saatlik toplantıda Tayyip Erdoğan'ın yükselişinin nereye kadar süreceği ve bunun ne tür gelişmelere yol açabileceği konuşuldu.

...Toplantıda ABD tarafında Büyükelçi Eric Edelman'ın yanısıra Elçilik Siyasi İşler Müsteşarı John Kunstadner, Müsteşar Robert Deutsch, Basın ve Halkla İlişkiler Müsteşarı James Moore ve 4 kişi daha bulundu.

...Edelman ilk bölümde "bu seçimden ne sonuç çıkar" diye sordu.

...İkinci bölümde Edelman iki kritik soru sordu:

1) AKP söylenildiği gibi % 50'nin üzerinde oy alırsa ne olur? Bunun siyasi etkileri nasıl olur? Bu ne tür gelişmelere yol açar?

2) AKP bu düzeyde oy alırsa, değişir mi? Siyasi ve ekonomik politikalarında herhangi bir değişiklik olur mu?

...Özellikle AKP üzerine analizlerin yoğun olarak yapıldığı konuşmalar, ABD büyükelçiliği üst düzey yetkilileri tarafından dikkatle dinlenerek not edildi.” (Haber Türk, 22.03.2004)

Dikkat ederseniz siyasi politikalarda değişme olup olmayacağı kadar Ekonomik politikalarda yaşanabilecek değişiklikler de Edelman’ı korkutmaktadır.

 

Niçin Ekonomi?:

Basın sürekli olarak ekonominin iyiye gittiğini, enflasyonun, faizin düştüğünü, borsanın şahlandığını, ihracatın arttığını, ortalığın toz pembe olduğunu söyleyip duruyor. Halkımız da büyük bir umutla bekleyip duruyor. Bu iyileşmenin kendisine yansımasını ne zaman göreceğini merak ediyor?

Kendi cebinizden pay biçin! Büyük borcunuz olduğunu, tefecilerin eline düştüğünüzü hâyal edin. Geliriniz borcunuzu ödemeye yetişmiyor. Her vadesi gelen borcu ödemek için başka bir tefeciden ya da aynı tefeciden yeniden faizle borçlanıyorsunuz. Tefeciler size borç vermekte şimdilik bir beis görmüyorlar, ya da işlerine öyle geldiği için borç vermeye devam ediyorlar. Siz borç bulabildiğiniz için aile fertleriniz sıkıntı çekmiyor. Ancak borcunuz durmadan artıyor. Her seferinde yeni faizler borcunuzun ana parasına eklenerek önünüze çıkıyor. Bir çığ gibi borcunuz artıyor, artıyor, artıyor.

Şimdi bu tasvir ettiğimiz ekonominin iyiye gittiğini kim söyleyebilir? İşte Türkiye’nin durumu da aynen budur. Hükümet elinden geleni yapıyor ancak bu sistemle borç büyümeye devam ediyor.

Bu çarkı durdurmak, “Faiz çığı”ndan kurtulmak için çok köklü, çok radikal bir sistem değişikliği gerekiyor. Bu değişikliğin siyasi boyutu da bulunduğu için ABD’nin korkusu buradan kaynaklanıyor. 1998’de Rusya’yı kaybettiler. Şimdi Türkiye’yi kaybetme tehlikeleri var. Zira hükümetin yerel seçimlerde alacağı tahmin edilen oy oranı dış baskılara karşı durmada güç sağlayacaktır. Ancak bu iradeyi hükümetten görüp görmeyeceğimiz şüphelidir.

 

Ekonomimizin İçinde Bulunduğu Durum:

Yukarıda kısa şekilde değindiğimiz ekonomik durumumuzu rakamlarla ve ekonomistlerin diliyle tekrar görelim:

"Maalesef, alınan tedbirlerle hiç olmazsa biraz düşmesi gereken iç borçlar, çığ gibi artıyor. …Merkez Bankası, Hazine ve IMF'nin işin çözümü için ortak bir planları var. Bu seferki plan, iç borçlarla hiç ilgilenmeden önce enflasyonu düşürmeyi hedefliyor. Onlara göre, enflasyon düşünceye kadar faizler de yüksek tutulmalı. Enflasyon düşüp, düşük seviyeler kalıcı hale gelince faiz indirilecek. Düşen faizler de iç borçları azaltmaya başlayacak. Yani, ölme eşeğim ölme; yaz gelecek, buğday bitecek.

İşte çatışma bu noktada çıkıyor. Çünkü, hükümet bu planın uygulanma süreci içinde hiç harcama yapamayacak; ekonomi politikalarında söz sahibi olamayacak ve verilen emirleri yapacak. Üstelik, planın başarılı olma olasılığı da belli değil. …IMF'nin, Merkez Bankası'nın ve Hazine'nin ortak programına göre, önümüzdeki 2 - 3 yıl boyunca faizler yüksek tutulacak. Bol reel faiz verilip, rantiye korunacak. Döviz kurlarıyla ilgilenilmeyecek. Devlet harcamaları iyice kısılacak, birçok kişi işten çıkarılacak ve vergiler artırıldıkça artırılıp, faiz dışı fazla sağlanmaya çalışılacak. Özelleştirme gelirlerinin tümü rantiyeye verilecek.

Kısacası, bu hükümetin iyileşmeyi görmesi zor görülüyor. …İç borçların büyüme trendi çok yüksek. Hazine Müsteşarlığı rakamlarına göre 1994 yılı sonunda sadece 799 milyon dolar olan iç borçlar, 1998 yılı sonunda 11.6, 1999 yılı sonunda 22.9, 2000 yılı sonunda 36.4, 2001 yılı sonunda 122.1 ve 2002 yılı sonunda da 149.8 milyar dolara yükselmiş.

Nisan 2003 ayı sonu itibariyle toplam iç borçlarımız 170 katrilyon 088 trilyon lira ve iç borçlar her ay yaklaşık 5 katrilyon lira artıyor. Yani, her ay dolar bazında, kendisi de bir kriz yılı sayılan 1994 yılının toplam iç borcunun yaklaşık 4.3 katı iç borçlarımız artıyor." (Yaman Törüner, 12 Haziran 2003, Milliyet)

“2004 yılında hükümet para harcayamayacak. Parası olmayan ve para harcayamayacak bir hükümet "laf" yapar ama "icraat" yapamaz.

Bu hükümet bunun bilincinde olarak, daha işin başında para arayışına girdi. …Ama beklenen olmadı. Olamadı. İç borçla vadenin uzayacağı reel faizin hızla düşeceği bekleniyordu. Olmadı. Orman arazileri satılamadı. Yurtdışı faizsiz finans kurumlarından para gelmedi. …bütün bu "har gür" arasında hükümet "icraat" yapamadı. Yatırımlara para ayıramadı. Eğitim, sağlık, hukuk sisteminin iyileştirilmesine para harcayamadı.

2004 yılına girerken "kamuoyunda aşırı bir iyimserlik var" ama ülkenin de ciddi sorunları var: (1) Yatırım yapılamıyor. (2) İşsizlik var. (3) İstikrar programı uygulamasının uzun sürmesine bağlı olarak talep kısılmasının devamlı hale gelmesi özel sektörün yatırımının ve üretiminin durmasına neden oluyor. Bunun sonunda fakirlik artıyor. (4) Yüksek reel faiz sadece kamu kaynaklarını emiyor. Gelir dağılımını bozuyor. (5) Kamunun iç borçlanmasının sürekli hale gelmesi iç tasarrufların yatırıma ve üretime yönelmesini önlüyor. (6) Halk ve Ziraat bankaları esnafı ve çiftçiyi kredilendiremiyor. (7) Tarım politikalarında belirsizlik devam ediyor. (8) Ülkenin döviz gelir gider hesabında (cari işlemler hesabında) açık giderek büyüyor. (9) Eğitime, sağlığa, hukuka para ayrılamaması bu kesimlerde çöküşü hızlandırıyor. (10) Kaynak bulamayan hükümet devamlı olarak vergileri artırarak halkın harcama gücünü azaltıyor.

…2004 yılı bütçesine ait temel büyüklükler, hükümetin önümüzdeki yıl ciddi bir "icraat" için (yatırım için, sağlık, eğitim, adalet, memur ve emekli maaşı için) yeterli kaynağa sahip olamayacağını, gelirin büyük kısmının gene faize gideceğini göstermektedir." (Güngör Uras, 15 Ekim 2003)

“Hazine Müsteşarlığı’nın konsolide bütçe iç ve dış borç stokuyla ilgili verilerinden yapılan belirlemelere göre, 2003 yılı kamunun toplam iç ve dış borç stoku 148.5 milyar dolardan 202.7 milyar dolara yükselirken; GSMH’ye oranı da yüzde 81.7’den yüzde 85.1’e kadar çıktı. Dolar cinsinden bakıldığında iç borç stokunun GSMH’ye oranı 2003 yılında yüzde 50.5’ten yüzde 58.5’e kadar yükseldi.

…Kamu sektörü hızlı borç üretmeyi 2003 yılında da sürdürdü. GSMH’nin dolar cinsinden 56-57 milyar dolar arttığı tahmin edilen 2003 yılında Hazine’nin iç ve dış borç stokunda da hem yeni borçlanmalar hem kur değişiminin etkisiyle toplam 54.2 milyar dolarlık bir büyüme kaydedildi.

Geçen yıl dolar cinsinden 47.6 milyar dolar artan iç borç stokunda Türk Lirası cinsinden artış ise 44.5 katrilyon lira olarak gerçekleşti. Hazine, 149.9 katrilyon liralık bir iç borç stokuyla girdiği 2003 yılında 113.7 katrilyon lirası anapara, 52.6 katrilyon lirası da faiz olmak üzere nakit ve nakit dışı borçlar için toplam 166.4 katrilyon liralık iç borç ödemesi yaparken 158.2 katrilyon liralık da nakit ve nakit dışı yeni iç borçlanmaya gitti. Bu nedenle stok 44.5 katrilyon lira artarak 194.4 katrilyon liraya kadar yükseldi." (Haber Türk, 22 Ocak 2004)

Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından yapılan "Borç Kıskacında Türkiye Araştırması"na göre, milli gelirin son 10 yılda yüzde 82 artmasına karşın, iç borç yüzde 589, dış borç yüzde 129, toplam borç ise yüzde 239 oranında artış gösterdi. …Araştırmada 1994 yılında 760 dolar fazla veren kişi başı gelir-borç farkının, 2004 yılına gelindiğinde 761 dolar kırmızı bakiye verdiği, bu süre içerisinde her Türk vatandaşının cebinden 1.521 doların çıktığı vurgulandı. (Mart 2004)

Muhasebe Finansmanı Öğretim Üyeleri Bilim Ve Araştırma Derneği Başkanı Prof. Dr. Oktay Güvenli, Gaziantep'te düzenlenen ''2004 Yılı Ekonomik Beklentileri'' konulu toplantıda şunları söyledi:

“145 katrilyon mevduatın yüzde 80'ine 500 bin kişi sahiptir. 2003 yılı başında bu sayı 400 bin kişi idi. 2004 yılında devletin dağıttığı faizlerle 100 bin kişi daha trilyonerler arasına katıldı. Gayri Safi Milli Hasılanın (GSMH) 3'te biri dolayında olan vergi gelirlerinin 400-500 bin kişiye faiz adı altında dağıtılması gelir dağılımını giderek bozmaktadır.

…Bir toplum yüksek borçları var diye ne zamana ve nereye kadar fakirleşmeyi kabul edebilir, sosyal bünyenin bozulmasına nereye kadar göz yumabilir. Artık konkordato mu olur, moratoryum mu olur? Bu gidişe dur demek, özellikle iç borçlardan kurtulmak gerekir.'' (5 Mart 2004)

 

Edelman’ın Korktuğu Başına Gelmelidir:

Görüldüğü gibi Türkiye IMF sistemiyle devam ettiği müddetçe biraz daha batmaktadır. Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır. Arjantin gibi battıktan sonra borcumu ödeyemiyorum diye iflas bayrağını çekmek, ya da Rusya’nın 1998’de yaptığı gibi iş işten geçmeden IMF ile bağları kopartmak. Hükümetin yerel seçimlerdeki oy artışından alacağı güçle böyle bir yola girme ihtimali ABD’yi korkutmaktadır. Çünkü Türkiye’yi ABD’nin akıl almaz politikalarına karşı boynu bükük kılan, ABD’nin tutunduğu tek dal elinden kayacak, Türkiye Küresel Tekelcilerin icat ettiği finansal sömürge düzeninin bir parçası olmaktan kurtulacaktır.

Dünyanın önde gelen 19 Küresel Tekelcisinin Türkiye’ye gelip akıl vermesinde ve Edelman’ın tedirgin sorularında bu gerçeği görürsünüz.

Türkiye’ye IMF politikalarına devam etmesi için baskı yapılmaktadır.

IMF ile daha evvel yapılmış olan stand-by anlaşmasının bu sene sona erecek olması Türkiye için bir fırsattır.

Bugün risk almaktan korkarsak yarın yeniden bir Kurtuluş Savaşı yapmak zorunda kalabiliriz.


  Önceki Sonraki