Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
SÖZLER ve NOTLAR - Allah Yolunun Saâdeti - Ömer Öngüt
Allah Yolunun Saâdeti
SÖZLER ve NOTLAR
Dizi Yazı - Sözler ve Notlar
1 Şubat 2004

 

SÖZLER ve NOTLAR - 6

Allah Yolunun Saâdeti

 

“Arzum Arzun Olsun!”:

-Şu beyanınız kitap gibi kafamıza yerleşti hamdolsun: “Yâ Rabb’i! Benim arzum şudur ki senin arzundur.” buyurmuştunuz.

-Başka arzu yaşatma yâ Rabb’i! Bu çok ince bir şeydir. Cenâb-ı Hakk seni hiç ummadığın bir şeyde imtihan eder. Sözünde kâzib midir sadık mıdır? Arzum arzun olsun, başka arzu yaşatma yâ Rabb’i! Hükmün esas olsun.

-Bir beyanınız daha vardı: “Bizde arzu yaşamaz, gelir ölür.”

-Allah’ım yaşatmasın. Zâtından gayrı arzudan zâtına sığınırım. Tek arzu O olmalı, diğerleri geçici olmalı. O arzulara bağlanmamalı.

-Mâlumunuz İbrahim Aleyhisselâm: “Lâuhibbül âfilîn=Ben batanları sevmem.” demişti.

-Rabb’im onu tutmuş, melekûtu göstermiş, nuru ile donatmış. Ne imtihanlar verdi, hiç çekinmeden verdi. (27 Aralık 2003)

 

Kopmanın Acıları:

Bir ihvan emekli olduktan kısa bir müddet sonra vefat etmişti. Bir kardeşliği vardı. Senelerce evvel derse beraber başlamışlardı ve çok güzel terakkiyatı vardı. Tarikat-ı aliye’ye hizmeti de çoktu. Fakat daha sonra dünya kefesi ağır bastı, kervanı bıraktı ve bütün ağırlığını dünya işlerine verdi.

Vefat eden ihvanın küçük kardeşi bir rüya görüyor. Abisi ile mülâki oluyorlar. “Abi” diyor, “Yengeme maaşı çıkarttık.” Fakat o bu mevzu ile hiç ilgilenmiyor ve şöyle söylüyor:

“Benim bir kardeşliğim vardı, bizden ayrılmıştı. Dünya işlerine daldı, ahiretini kaybetti. Ona söyle dönüş yapmazsa imansız gitme ihtimali var.”

Zât-ı devletleri bu hususu naklettiler, devamla buyurdular ki:

“Geldi ve bize bu rüyayı anlattı. Biz de: ‘Gidin bunu kendisine söyleyin.’ dedik.

İsmail efendi Allah rahmet eylesin çok sakin, çok mülâyim, çok mütevazi idi. Garip bir hâli vardı. Elhamdülillâh çok da güzel gitti. Gidişinde bile bir ayrılık bir başkalık vardı. Hazret-i Allah ona neler duyurmuş. Halbuki biz ölü deyip geçiyoruz. Kardeşini ikaz ediyor, uyarıyor. Bunlar hep kopmanın acıları. Mâzaallah bir bırakılsak hâlimiz nereye varacak? (6 Ağustos 1980)

 

Mânevî Seyrin Hızı:

-Mânâda bir denizde yolculuk yapıyoruz. İçinde bulunduğumuz vasıta birden hızlandı. O kadar hızlı gidiyordu ki, dünyada hiçbir vasıta o kadar hızlı gidemez. Uyandığımda denizin hışırtısı hâlâ kulağımda idi.

-İnşaallah mânevî seyirdir. Mânevî seyrin o kadar hızı olacak ki efendim, çünkü gidilecek yer uzun, ömür ise çok kısa. Bir menzile kadar varmak için bu kısa ömür içinde çok süratli seyir lâzım. Bu da şüphesiz ki Allah-u Teâlâ’nın lütfuyla yürütmesiyle olur. Ulaştırmak istediği kullarını çeşitli vasıtalarla dilediği şekilde dilediği yere kadar ulaştırır. Hangi vasıta ile nereye yürüteceğini ancak O bilir.

İnsan Hakk yolunda ne kadar dikkatle ihlâsla çalışırsa, Allah-u Teâlâ ona o kadar yol verir.

‘Ben çalışmayacağım da yürüyeceğim!’ Hayır! Sen oturmayı sevmişsin, oturduğun yerde otur işte. Senin yürüme ile ne işin var? (13 Haziran 1981)

 

Aranan:

-Efendim kitapta bir cümle var. “Rabb’imiz dilerse bütün kâinâtın aradığını, bütün mevcûdâtın istediğini bir noktada toplar.” buyuruyorsunuz. Bu söz bizi çok etkiliyor.

-O nerede tecelli etmişse hakikat oradadır. Nerede? Nerede ve kimde tecelli etmişse orada. Yoksa mahlûk bir perdeden ibarettir.

Bir çekirdek ağaç oluyor, yaprak oluyor, meyvesi oluyor. Hepsi bir çekirdekten oluyor. Çekirdek de aslında kabuktan ibarettir.

Mürşid de böyledir. Allah-u Teâlâ murad ettiği bir mürşidi ileriye sürer. Bir çok müridler vardır, o müridler onun öz evlâdıdır. Dünyada da, kabirde de, mahşerde de, cennette de... o onlarla meşgul. Bir ana-babadan doğma evlât gibi.

O çekirdekte Allah-u Teâlâ kaç kişiye hayat vermişse, hepsi o çekirdeğe âittir. Amma çekirdek de nihayet kabuktan ibaret, her şey Hakk’ın.

Onun içindir ki kim nereye tâbi olduysa, o tâbi olduğu ile ahirette beraberdir. Eğer Allah-u Teâlâ’nın lütfu tecellî etmişse, onun himayesi altında toplanır. Himâyekârı yoksa herkes başının çaresine baksın! Herhangi bir topluluğun sonu işte budur.

Hüküm Hazret-i Allah’ındır, başka hüküm yoktur. (7 Mayıs 1988)

 

Hıfz-u Himaye:

-Rüyamda gördüm ki dünya çapında büyük bir zelzele olmuş. Biz denizin içinde olduğumuz için bize bir şey olmamış.

-Cenâb-ı Hakk dilediğini dilediği şekilde muhafaza eder. Nasıl murad ederse öyle olur. (14 Şubat 1982)

 

Şeytana Galebe:

-Namaza yeni başladığım günlerde idi. Bir gece yattım, uyuduğumu zannetmiyorum, uyanık olduğumu da zannetmiyorum.

-O hâle yakaza tâbir olunur efendim.

-O anda bir ses: ‘Bu şeytandır, onunla güreş tutacaksın!’ dedi. Kan-ter içinde kalmışım. En sonunda: ‘Yendiniz, yendiniz, yendiniz!..’ diye seslendiler.

-Hazret-i Allah’ın lütfu olmuş, tecelliyâta mazhar olmuşsunuz. O’nun lütfu ile şeytana galebe çaldırılmışsınız. Onun içindir ki bu büyük bir nimettir, büyük ihsandır, büyük ikramdır.

Allah’ımız nimetin kıymetini bildirdiği, duyurduğu kullarından etsin, üzerimizden mahrum etmesin. (10 Nisan 1982)

 

Allah Yolunun Saâdeti:

-Efendim ben üç ay kadar önce derse başladım.

-Allah’ım kabul buyursun.

-Bu kardeşimiz sağolsun dersi tarif etti.

-Allah râzı olsun.

-Derse başladıktan birkaç gün sonra idi. Sabah dersini yaparken oturduğum yerde uyuyakalmışım. Bir de gördüm ki büyük bir câmide imişim. Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh- Hazretleri ezan okumuş, Cenâb-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de namaz kıldırıyordu. Arkasında dört halifesi ve sarıklı-cübbeli zatlar saf olmuşlar namaz kılıyorlardı. ‘Bunlar kim?’ dedim, ‘Bunlar evliyâullah.’ dediler. ‘Bu kadar az mı?’ diye içimden geçerken, câmi o kadar büyüdü o kadar büyüdü ki, arkaya doğru baktım, câminin uzunluğunu ve o zâtların çokluğunu göz almıyordu. ‘Babamı da çağırayım, bu sahneyi babam da görsün.’ derken uyandım.

-Elhamdülillâh... Hazret-i Allah ihsan ve ikramda bulunmuş, sizi o lütuf meclisine nâil ve dahil etmiş. Bunu saâdetlerin en büyüğü olduğunu bilmeniz ve Hazret-i Allah’a şükürler etmeniz lâzımdır.

Nereye girdiğinizi nerede bulunduğunuzu size ayne’l-yakîn göstermişler değil mi?

Artık bundan sonra herhangi bir tereddüt veya herhangi bir celpciye kulak vermeniz büyük bir hatadır ve sizi büyük kayıplara uğratır. Ne demek bu? Ekilmiş bir yerden sökülürsen kurumaya mahkûmsun.

Allah’ımız ihsan ettiği, ikram ettiği nimetin kıymetini bildirdiği kullarından etsin.

Ve size diyorlar ki: Yakınlarınıza ve sevdiklerinize duyurun, nasipleri varsa onlar da iştirak ederler. (10 Nisan 1982)

 

Râbıta-i Şerif:

-Efendim Rabıta’yı tam alamıyorum.

-Alıp alamamanız mühim değil efendim. Yeter ki huzurda durun, almaya gayret edin. Gözünüzü kapatın, başınızı hafif sağa bükün, karşınızda imiş gibi tefekkür edin. Göğsünüze açılan pencereden mânevî oluk vasıtası ile feyz-i ilâhînin gelmesini bekleyin. Tâ ki kalbiniz sakin sâlim oluncaya kadar.

Meme emen çocuk gibi, kalp o mânevî feyzi alır. Hakk’tan geldiği için çok kıymetli, çok tesirlidir. Her zaman gelmez, fakat geldiği zaman da kalbi ihyâ eder. Onun için Rabıta üzerinde çok durun inşaallah. (20 Haziran 1982)

 

Nasihat:

Bir sohbetlerinden:

“Her an takviyeye muhtacız. Biz de, siz de, hepimiz de. Hazret-i Allah bizi her an desteklemezse hemen kaymaya, düşmeye meyyaliz. Hep O’nun desteği ile ayakta duruyoruz. Mevlâ bıraktığı anda yıkılırız. Hep O, hep O, hep O...

Onun içindir ki bir defa değil, bin defa değil, her an ikaza, desteğe ihtiyacımız var. Tutulmaya, muhafaza edilmeye ihtiyacımız var.” (10 Nisan 1982)

 

Ruhun Yükselişi:

-İlk intisabımızda çok değişik haller vardı, şimdi yok.

-Daha evvel de bu hususu bir kardeş sormuştu. Nasipdar olanlar alınır, ruhu nasibinin son noktasına kadar çıkarılır. Hususi bir tasarruf içinde bulunur. Sonra bırakılır, ilk çıkış yaptığı yere iner. Yani müridâna yol verilir. “İstidâdın var, oraya kadar çıkabilirsin, çalış da çık.” derler.

-Benim gücümle olmadığını anladım.

-Zaten insan kendi gücü olmadığını anlamak için çok defa düşer, kalkar. Tâ ki kendisi çıkamadığını anlayıncaya kadar.

-Himmet buyurun efendim.

-Allah’ımız cümlemize merhamet buyursun. (8 Temmuz 1982 Çınarcık)

 

İhvana Öncelik:

Bir sohbetlerinden:

“Müridan için Hazret-i Allah’tan şunu isteriz: İhvanı boynuma assın da öyle yürütsün. İhvanı öne, akrabalarımı arkaya asarak yürütsün. Ve Mevlâ onları cennete koysun, beni orada bıraksın, beni yalnız kendisi ile meşgul ettirsin.

Hazret-i Allah müridan için böyle niyaz ettirmiş, bundan hiç kimsenin haberi olmaz. Bu hâl sırf O’nun ikram ve ihsanıdır.” (8 Temmuz 1982 Çınarcık)

 

Yol Kesiciler:

Bir sohbetlerinden:

“Bir mukallid, birkaç parlak lâf ile bütün hakikati dürmeye çalışır. O kadar parlak sözleri vardır ki, eğer insan azıcık ilimden-hakikatten mahrumsa, onların o parlak sözlerinin cazibesi karşısında çöker gider. O da boşluktadır, tâbi olanlar da boşluktadır. Kopardıkları kimselerin ebedî hayatlarını öldürürler. Mahşerde o da şaşıracak, etrafı da şaşıracak. Ne umdular ne buldular. Amma hiç de kurtuluş yok.

Bunlara meydanı bırakmamak için nasıl uyanık bulunmak gerekiyor. Efendi Hazretleri: ‘Kurda kuzuyu kaptırmayalım.’ buyurmuşlar.

Boş konuşan bu yıkıcıların tahribatı karşısında bir kardeşin ayağı kayabilir. Bırakma onu. Yardımcı ol ona. Bırakırsan kurt kapar götürür.

Ehl-i hareket iki boş söz söyler, hakikati örtmeye çalışır. Susma karşısında! Kitabı aç, yerini bularak oku. Sen verme cevabı, bırak hakikat konuşsun. Mukallidin hükmü çöksün. Hakikat Hakk’tan geldiği için güneş gibi parlaktır. Hiçbir mukallidin sözü onu ihata edemez. Amma sen açarsan edemez. Açmazsan, meydanı boş bulur, hükmünü yürütüp icraatını yapar.” (9 Temmuz 1982 Çınarcık)

 

Engin Hoşgörü:

-O kardeşimiz zât-ı âliniz hakkında: “Engin bir hoşgörü sahibi.” diye bir söz sarfetti.

-Elhamdülillâh... Yol böyle efendim. Hazret-i Allah böyle ister. En büyük düşmanımız dahi olsa, Hazret-i Allah’ın kudret elindedir. O ister affeder, ister affetmez. Biz affet demeyiz. Çünkü belki ona azap etmek istiyordur. Düşmanımızı affetse itimat edin seviniriz. O affederse biz de affederiz. Bizdeki tutum budur.” (17 Temmuz 1982)

 

Helâl-Haram:

-Efendim bir yakınımız zât-ı âlinizden ders almıştı. Harama helâle çok dikkat ediyor.

-Peki o ediyor da biz etmeyelim mi? (28 Eylül 1982)


  Önceki Sonraki